Mahmûd Efendi Hazretlerimizin Kendi Silsilesinde Son Şeyh Olduğuna Dâir Kesin Deliller – Kitabın Tümü
ÖNSÖZ
Velîleri irşâd için vazîfelendiren Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Âlimleri ve mürşitleri enbiyâ vârisleri îlân eden Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e, irşâd ehli olan Ehl-i Beyt’ine ve tebliğ ehli olan ashâbına sınırsız salât-ü selâmlar olsun.
Elinizdeki bu küteyb hacmi küçük velâkin muhtevâsı büyük bir eser olup, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in tecdîdinin ve irşâdının Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân) Efendimiz’e ulaştırılma husûsunda eşsiz hizmet görecek niteliktedir.
Onun için bu risâleyi okuyup okutanlar ve insanlara Allâh rızâsı için dağıtanlar sahte şeyhlere tâbi olmaktan ve onlara bağlı medreselere giden çocukları bâtıl inançlardan muhâfaza husûsunda vazîfelerini bir nebze de olsa îfâya gayret ettikleri için mutlakā onların zürriyetleri Ehl-i Sünnet dışı îtikatlardan ve bâtıl tarîkatlardan korunacak ve bu hizmette tuzu olanlar Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in ve onun silsilesinin ricâlinin şefâatlerine bu vesîleyle nâil olacaklardır.
Bu kitapçıkta sizlere Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin son şeyh olduğu, yerine kimseyi halîfe bırakmadığı ve vekilleriyle yolunun Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân) Efendimiz’e ulaşacağı hakkındaki beyanlarına şâhit olan hoca efendilerin ve ihvân-ı kirâmın tanıklıklarını aktaracağız.
Ayrıca bu husustaki beyanlarının ses kayıtlarına ulaşacağınız adresleri belirteceğiz ki böylece hem sizin bu hususta en ufak bir tereddüdünüz kalmaması sağlanacak, hem de aklında soru işâreti olanlar net bir şekilde cevaplarını bulacaklardır.
Allâh-u Te‘âlâ bu risâlede emeği geçen kadın-erkek tüm kardeşlerimize biricik şeyhimiz ve yegâne mürşidimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in dünyâda himmetlerini, âhirette de şefâatlerini ihsân eylesin. Âmîn!
BİRİNCİ BÂB
MAHMÛD EFENDİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) HAZRETLERİ’NİN BİZİM SİLSİLEDE SON ŞEYH OLDUĞU VE ŞEYHLİĞİNİN HAZRET-İ MEHDÎ’YE KADAR VEKİLLERİ İLE DEVÂM EDECEĞİ
– BİRİNCİ FASIL –
– MEDÎNE’DE GÖRÜLEN ZUHÛRATTA HASAN EFENDİ VE MUSTAFA EFENDİ İÇİN “VEKİLLER” TÂBİRİ KULLANILMIŞTIR –
Büyük Bayram Hoca’nın Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nden sonrasıyla ilgili rüyâsı Efendi Hazretleri’ne anlatıldıktan sonra yaşananlar şöyle gelişmiştir:
Cübbeli Ahmet Hoca Şöyle Anlatıyor:
2000’li yılların başında ben Tefsîr Odası’ndayken Büyük Bayram Hoca yanıma geldi ve “Ben bir rüyâ gördüm. Efendi’den sonra, Hasan Efendi’nin onun yerinde durduğunu gördüm. Bu rüyâyı Efendi Hazretleri’ne anlatmak istiyorum.” dedi.
Sonra “Beni Efendi’ye götür.” dedi. Efendi Hazretleri de yandaki odadaydı. Efendi Hazretleri’nin sağlığı o zaman çok yerindeydi. Hep mescidde dururdu zâten.
Gittik Efendi Hazretleri’ne rüyâyı anlattık. Efendi Hazretleri: “Tamam. Ben istihâre yapayım.” dedi ve Bayram Hoca bir şey demedi kalktı.
Aradan 7-8 ay kadar bir zaman geçti ama Efendi Hazretleri hiç bu konuyu konuşmadı. Sonra Efendi Hazretleri (tarafından) Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e mürâcaat edildi. Bunlar mânevî işler.
Alî Hayder Efendi Babamız (Kuddise Sirruhû) buyurmuş ki: “Bu iş beni aşar. Medîne’ye mürâcaat edin.”
Bunun üzerine Medîne-i Münevvere’ye gidildi. Sekiz ay sonra gibi umreye gidildi. Sene 2001’in sonları yâhut 2002’nin başları da olabilir. Çünkü ben yasaklıydım. 2000’in başında üç ay hapis yattım. Ondan sonra deprem vaazından dolayı dâvam devâm ediyordu. Ben yasaklı olduğum için Efendi Hazretleri beni umreye götüremedi. Götüremediği için “Ahmed biz Medîne’ye gideceğiz. Bu meseleyi soracağız. Sana gelir, anlatırım.” dedi.
Fakat o arada Medîne’den telefon etti. “Ahmed bir zuhûrât oldu. Biz döndükten sonra sana geleceğim, anlatacağım.” dedi ve bunun üzerine Medîne-i Münevvere’den döndü.
O sırada Efendi Hazretleri beni aradı. “Ben sana geleyim. Seni buraya çağırttırıp yakalattırmayalım.” dedi.
Sonra Hasan Efendi’yi de aldı. Ramazân ayı iftâr gibi, Çengelköy’de kayınpederin evinde, alt kattaydık. “Hikmet Efendi’yi de çağırayım mı sizi çok özlemiş?” felan dedim. Onu da aldılar, geldiler.
Sonra Efendi Hazretleri zuhûrâtı anlattı: “Ahmed Biz Medîne’de Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e mürâcaat ettik. Benden sonra Hasan Efendi, ondan sonra Mustafa Bilici Efendi, birbiri ardınca vekîl olarak benim yerimde bulunacaklar.”
Bu şekilde ifâde etti. Allâh şâhid. Vallâhi billâhi tallâhi buna yemîn edebilirim. “Şeyh” de demedi, “Halîfe” de demedi.
2002’nin 10. ayında felan bu olaylardan sonra Efendi Hazretlerimiz, şu 8 hocayı toplayıp açıklama yaptı.
Ama yazıya dökülmedi ve “Bu burada kalsın, kimseye duyurulmasın.” buyurdu.
TOPLANAN HOCALAR
1) Hasan Kılıç Hoca Efendi
2) Mustafa Bilici Hoca Efendi
3) Zavendikli Mustafa Efendi
4) Münir Hoca
5) Denizlili İbrâhîm Hoca Efendi
6) Gözlüklü Ahmed Efendi
7) Resul Hoca Efendi
8) Fikri Doğan
2004 Yılının Sonuna Doğru Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin Rûhâniyetine Bir Arzuhâl Yazılır
Efendi Hazretleri’nin istihârecisi şeyhlik iddiâsında bulunur. Bunun üzerine Efendi Hazretleri evvelce zuhûrât gören aynı kişi olduğu için de “Bu ne yaman çelişki!” dercesine Hasan Efendi’yi çağırttı.
Efendi Hazretleri, Hasan Efendi’ye “Gel, otur şuraya! Dediklerimi yaz!” buyurdu.
Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin rûhâniyetine bir arz-u hâl yazdırdı.
Daha sonra bu yazıyı Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin toprağına gömdürdü.
ARZUHÂL
Şeyhimizin Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin Kabrine Gömdürdüğü Bu Arzuhâl Kâğıdı Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin Aslâ Halîfe Dahî Olmadıklarına Dâir Hasan Efendi’nin El Yazısıyla Kaydedilen Bir Belgedir
Bu Arzu Hâlin Okunuşu
“es-Selâmu Aleyküm ve Rahmetullâhi ve Berakâtühü!
Kıbletü kulûbinâ (kalplerimizin kıblesi olan) şeyhimiz, üstâdımız Alî Hayder Efendi Hazretleri!
Senin vâsıtanla Rabbimizi tanıdık.
Rasûlünü tanıdık, Kur’ân’ı anladık. Şimdi başımıza bir iş geldi. Size mâlumdur biiznillâh.
(Eski istihârecinin) Biraz keşfi de vardır. Velâkin Rasûlüllâh (Sallellâhu Te‘âlâ Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in ‘Artık âhiret bize yaklaştı, vasiyet yapalım.’ diye huzûruna vardık.
‘Hasan Efendi’yi, Mustafa (Bilici) Efendi’yi sırasıyla yerime VEKÎL TÂYİN EDELİM.’ dedik.
Türkiye’ye gelince büyük hâceler (hocalar) huzûrunda îlân ettim. Bu sene istihârecimiz ‘İkāme vaktim geçiyor.’ diye umreye gitti. Geldiğinde bana haber getirdi.
Diyor ki: ‘Sizden sonra emâneti idâre bana bırakıldı.’ Ben de hiç ses çıkarmadım.
Belâ olmadan bu işten çıkmak istiyoruz. Sizin vâsıtanızla Mevlâ’ya yalvarıyoruz.”
Bu Arzuhâl Yazısında Geçen “Vekîl Tâyin Edelim”
İfâdesinden Hasan Efendi’ye ve Sonrasında
Gelenlere Şeyhlik Değil Halîfelik Dahî Çıkmaz
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Hasan Efendi’ye yazdırdığı, dolayısıyla Hasan Efendi’nin kendi el hattıyla yazılmış olan bu mektupta “Vekiller” tâbiri geçmektedir.
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz “Halîfe” ile “Vekîl” tâbirlerini birbirinden ayırt edemeyecek kadar -hâşâ- câhil olmadığına göre ve bu tâbir Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından buyrulduğuna göre kesin hüküm ifâde etmektedir ki bu, Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’den sonra sırasıyla başvekil olacağını ifâde etmektedir, zîrâ daha önceden normal vekîl oldukları bilinmektedir.
Bu yazıya dayanarak “Hasan Efendi’yi halîfe olarak Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz seçti.” diyenler hem Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e hem de ondan nakil yapan Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e iftirâ etmektedir ve artık onların hiçbir dayanağı kalmamıştır, zîrâ tek dayanakları olan ve hastâne videosundan yıllar önce kaydedilen bu yazıda da açıkça “Vekîl” tâbiri geçmektedir.
İşte Mahmûd Efendi Hazretlerimiz “Halîfem yok” sözüyle halîfesinin olmadığını dolayısıyla bu silsilede hiçbir şeyhin kalmadığını açıkça ifâde etmiştir.
Efendi Hazretleri’nin buyurduklarında tezât ve tenâkuz yoktur; orada ispât edilen başvekilliktir, hastânede nefyedilen ise halîfeliktir ve şeyhliktir. Zâten biricik şeyhimiz hiçbir zaman başkasına râbıtaya izin vermemiştir ve o hayattayken kimseye râbıta yapılmamıştır!
Vefâtından sonra da vasiyeti üzere râbıta kendisine devâm etmektedir, zâten halîfe ve şeyh yoksa râbıta yaptırma konusu temelinden sâkıt olmuştur.
Ancak Efendi Hazretlerimiz tarafından tarîkattan kovulan Mâsum Bayraktar ile kendisine râbıta yaptıran Trabzon’daki İshâk Hoca müstesnâ!
Nitekim Hasan Efendi Hocamız bu İshâk’ın kendisine râbıta yaptırmasından dolayı yıllarca mücâdele vermiştir ki bu adam da Efendi Hazretleri’ni bu hususta dinlememiştir.
Tabî bunların yaptıkları Efendi Hazretlerimiz’in yolunu bozamaz, nitekim şimdikilerin yaptıkları da tarîkat-ı aliyyeye zarar veremez. Yanlış yapan kendine zarar verir, âhirette hesâbını çok zor verir ve cezâsını çeker.
Artık “Hak”dan sonra “Dalâlet”den başka hiçbir şey kalmamıştır!
– İKİNCİ FASIL –
– EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞUNUN EN BÜYÜK DELÎLİ HASTÂNE VİDEOSUDUR –
Hastânede Çekilen Şu Videoyu İzleyip de Hâlâ Hasan Efendi’yi ve Fikri Doğan’ı Şeyh Kabûl Edenler Efendi Hazretleri’ne İftirâ Attıkları İçin Felâh Bulamayacaklar (19 Ekim 2007)
19 Ekim 2007 akşamı hastâne odasındaki olaylara şâhit olanlar:
1) Rasül Bölükbaş Hoca Efendi
2) Cübbeli Ahmet Hoca Efendi
3) Muhammed Keskin Hoca Efendi
4) Şefik Kocaman Hoca Efendi
5) Hasan Barçın Hoca Efendi
6) Torun Resul Hoca Efendi
7) Mustafa Sultanoğlu
8) Mehmed Kaya
9) Hanım Annemiz
10) Cübbeli Hoca Efendi’nin Hanımı
11) Torun Resul Hoca Efendi’nin Hanımı
Hastânede Efendi Hazretleri’nin “Halîfem Yok” Şeklindeki Sözüne Şâhit Olanların Beyanları
1-a) Cübbeli Hocamız Hastânede Yaşananları Şöyle Anlatıyor:
Bana dediler ki: “Hasan Efendi ve Mustafa Efendiler geldi. Orada bâzı şeyler yaşandı.”
Biz oturduk. Saat (gece) 12 oldu, hattâ geçiyordu. “Şimdi Efendi Hazretlerini rahatsız etmeyelim.” dedik. Tam gidiyorduk, merdivenden bizi geri çağırdılar.
“Efendi Hazretleri geldiğinizi duydu, sizi çağırıyor.” dediler. Biz de hemen geldik. Sonra Resul Hoca ile karşı karşıyayız, Efendi Hazretlerimiz yatakta, yatağın bir ucunda ben, diğer ucunda Resul Hoca var, Efendi Hazretleri’ne Resul Hoca sormaya başladı: “Evvelce bizi toplamıştınız. ‘Benden sonra Hasan Efendi, ondan sonra Mustafa Efendi vekîl.’ demiştiniz. Şimdi bizden bu hususta şâhitlik imzâsı isteniyor. Ne yapalım?” dedi.
Efendi Hazretleri: “Ben kimseye bir söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım.” dedi. Yâni iptâl ettiğini açıkça belirtti.Sonra birkaç kere daha sordu. Bir keresinde “Nasîb neyse, o olur.” dedi. Bir kere de “Allâh bilir.” dedi.
Resul Hoca dedi ki: “Siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?”
Efendi Hazretleri: “Yok, yok.” dedi.
Resul Hoca en sonunda “Şimdi ben ne yapayım? Beni yarın imzâya çağırıyorlar.” dedi.
Efendi Hazretleri: “Git benim böyle dediğimi söyle.” buyurdu.
1-b) Cübbeli Ahmet Hoca Bu Husûsu Yeni Konuşmuyor, 2008’de Radyo Programında Gelen Bir Suâle Verdiği Cevapta Şöyle Demiştir:
Önemli bir soru: “Hasan Efendi’nin vekâleti husûsunda ne dersiniz? 3-4 sene önce Aktüel Dergisi’nde ‘Efendi Hazretleri’nden sonra Hasan Efendi gelir.’ demiştiniz, bu değişti mi?”
Şimdi tabî bu değişti. Efendi Hazretlerimiz Kartal’da hastânede bulunduğu bir dönemde hocamız Resul Hoca vesâir bâzı arkadaşlarımız en az 8-10 kişi kadar insanın huzûrunda “Ben ‘Kendimden sonra.’ diye kimseye söz vermedim.” demiştir.
Resul Hocamız’ın “Peki o zaman sizden sonra kim olacak? Yerinize bulunacak?” sorduğunda “Allâh bilir”, tekrar sorulduğunda “Kime uyalım?” (diye) “Nasip neyse o olur.” buyurarak işi gayba bırakmıştır, evvelceki görüşünü bu noktada neshetmiştir.
(En sonunda “Siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?” diye sorulunca “Yok, yok.” diye kesin cevap buyurmuştur.)
Dolayısıyla “Hasan Efendi’nin vekâleti” derken genel mânâda Efendi Hazretlerimiz’in vekillerindendir ama bu hususta tek değildir, yüzlerce bu görevi yapan hoca efendi kardeşimiz vardır, o da onlardan biridir.
Ama tabî Efendi Baba’dan kalması, yaşlılığı, diğer bâzı ahlâkî fazîletleri nedeniyle farklı hâlleri olabilir.
2) Muhammed Keskin Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Efendi Hazretlerimiz kendisinden sonra halîfe bırakmış mıdır?
Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) kendisinden sonrası için muayyen bir halîfe tâyin etmemiştir. Bu husus, sosyal medya mecrâlarında paylaşılmış olan meşhur video kaydından, bu kayıtta sûret ve sesleri bulunan cemâatimizin güzîde hocalarının şehâdetlerinden, sâir hoca efendilerin nakillerinden ve gösterebileceğimiz sâir delillerden de anlaşılacağı üzere tartışma götürmez bir hakîkattir.
Mârifet Derneği’nin Bu Husustaki Paylaşımı
3) Şefik Kocaman Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
2007 sonbaharında Dârüşşafaka Maltepe Zümrütevler Fizik Rehabilitasyon Merkezi’nde Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e bir soru sorulmuştu.
Cumâ günü akşamı Resul Bölükbaş Hoca Efendi, Cübbeli Ahmet Hoca Efendi ile birlikte toplamda 8 erkektik.
Resul Hoca Efendi (Hasan Efendi’nin halîfeliği hakkında imzâ atılacak) toplantıya çağrıldığı için Efendi Hazretlerimiz’e sordu.
Şimdi bir video var internette, birisi çekmiş onu. Fakat onun evveliyâtı var. Evveli şöyle; Resul Hoca evvelâ Efendi Hazretlerimiz’e “Yerinize tâyin ettiğiniz birisi var mı?” diye sordu. Efendi Hazretlerimiz: “Yok.” dedi.
Resul Hoca: “Sizden sonra ne olacak?” dedi. Efendi Hazretlerimiz: “Nasip neyse o olur.” buyurdular.
Resul Hoca: “Beni toplantıya çağırıyorlar, ne buyurursunuz?” diye sorunca Efendi Hazretlerimiz: “Böyle dediğimi dersin.” buyurdu. Sonra araya birkaç konuşmalar daha girdi. Resul Hoca bir daha sordu. Bu kısım kayıtta var. “Efendi Hazretleri, yerinize tâyin ettiğiniz birisi var mı?” diye sordu. Efendi Hazretleri bu sefer 2 defâ “Yok, yok.” buyuruyor. Hem üzerine basarak söylüyor.
Benim gözümün gördüğü, kulağımın işittiği budur. Zuhûrât olmuş, rüyâ görülmüş, imzâlar atılmış, toplantılar yapılmış.
Şunu açıkça beyân etmek istiyorum; ben, Efendi Hazretlerimiz’in ağzından ne duyduysam, ona îtibâr ederim.
Kimsenin zuhûrâtı, imzâsı beni bağlamaz. Kusura bakmayın. Benim tarîkat anlayışım, benim mürşid tasavvurum bunu gerektiriyor!
Ben şeyhimin ağzından bir şey duymuşum, bana siz ne getirirseniz getirin. Kusura bakmayın. Ben onun ağzından çıkanı bilirim.
Tarîkatın sâhibi odur, tasarruf yapan odur. Ne olaydı birisini bıraksaydı. Vallâhi isterdim. Ama ben şimdi başkalarına da söylüyorum. Benim yerime koyun kendinizi.
Mürşidin ağzından duydunuz, ne yapacaksınız? Bakıyorum ki, farklı şeyler söyleyenler var.
Geçenlerde yine sevdiğimiz bir hoca arkadaşımız, söyledim kendisine “Benim yerimde olsan ne olurdu?” diye. “Orada soru sormak hataydı.” diyor. (Çünkü Efendi Hazretleri’ne bunadı gözüyle bakılıyordu.)
Yâhu diyorum “Soru sormak hatâ veyâ değil ama soruldu. Efendi Hazretleri cevap verdi. Sen olsan ne yapacaktın?”
O zaman garip bir şeyler söylediler, burada zikretmek istemiyorum.
Bir başka arkadaşa da sordum bunu. “Efendi Hazretleri’nin bu dediği geçerli değil mi?” diye. “Geçerli değil.” dedi.
Dedim (ki) o zaman: “Esğarî müştereği (en küçük buluşma noktamızı bile) kaybettik, tartışma zemîni kayboldu.”
Bana göre Efendi Hazretleri’nin söylediği söz geçerli. Sana göre geçerli değilse söyleyecek bir şey bulamam. Seninle tartışacak bir durumum yok. Sokaktan geçen birisine “Bu benim şeyhimdir.” desen, ben ne diyebilirim sana?! Hiçbir şey diyemem.
Dolayısıyla çok bilen bir arkadaş da usûl kāidelerine uydurarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Kusura bakmayın. Muhâlefet edecekseniz deyin ki: “Biz, o hükmü kabûl etmiyoruz.”
Efendim “Meşâyih siyâset yaparmış.” (diyorlar.) “Siyâset yapmak.” demek, “İnsanları idâre etmek.” demektir. Bugünün politikası gibi yalana dayalı bir olay değildir.
“Meşâyih-ı kirâm siyâset yapar.” demek “İnsanları idâre ederler.” demektir. İnsanların hak ettiği muâmeleyi insanlara yapmazlar, kendi canlarına çekerler, tahammül eder, sabrederler. Yeter ki kimse kaybetmesin, siyâset yapmak dediğiniz İslâm’da ve tasavvufta budur. Yoksa bugünkü politikacılar gibi, bugün böyle bir şey söyle, yarın başka bir şey söyle, öyle bir şey tarîkatta olmaz! Allâh dostları evet, siyâset yaparlar ama yalan söylemezler!
Taban tabana zıt şeyleri iddiâ etmeyin lütfen. Efendi Hazretleri “Yok.” diyorsa yoktur.
Benim kitapta, “Mektûbât”ta, “Risâle(-i Kudsiyye ve Hâlidiyye)de” gördüğüm, tasavvuf târihinde gördüğüm şeyh tasavvuru böyle değil.
Ama kaydı var, şaşırdığım nokta da şu Efendi Hazretleri’ne soruluyor onun kaydı var buna rağmen konuşulabiliyor, buna rağmen bir şeyler söylenebiliyor.
Şurası da var; “Ben ihtiyarlamışım, siz ne yaparsanız yapın.” dedirttirmişiz Efendi Hazretleri’ne zamânında. Bunu dedirttiren insanlardan çok da bir şey beklememek lâzımdır. Allâh işin netîcesini hayra vardırsın. Böyle olsun istenmezdi. Âhirete çıkacağız, o zâtın yüzüne bakacağız, yâni herkes kime kavuşmak istiyorsa ona göre hareket etsin. Allâh hepinizden râzı olsun, Allâh âkıbetimizi hayretsin.
4) (İsmâîlağa Vakfı Eski Başkanı) Mustafa Sultanoğlu Şöyle Anlatıyor:
a) Resul Hoca, Efendi Hazretlerimiz’e “Sizden sonra halîfe var mı?” diye sorunca Efendi Hazretleri: «لَا» Kesin ve net bir kelimelerle.
Hastâneye geldiler hattâ ben orada şöyle bir kelime söyledim, dedim ki: “Hocam geldiniz buyurun, Efendi Hazretlerimiz karşınızda, sorun, açık sorun.” dedim.
Efendi Hazretlerimiz: “Yok.” buyurdu.
Çınaraltı grubu tamamdı. Metin Hoca hayatta olsaydı. Takır takır söylerdi.
Metin Hoca: “O toplantıyı yapmasınlar.” buyurup, benimle haber gönderttirdi: “Ne duruyorsunuz daha?!” diye.
Gönderdiğinde o girdi heyete “Efendi Hazretleri: ‘Toplantı yapmayın.’ dedi. Niye toplantı yapıyorsunuz?!” dedi.
Birçok hocaya telefon açtım, cesâret edemedi.
Ben onlara “Açık sorun hocam, şüpheniz kalmasın, benim de üzerimde yük kalmasın. Sonra ileride şu olur bu olur.” dedim.
Bunun üzerine sormama gibi bir cihete gittiler. Bunun üzerine Efendi Hazretleri bana döndü ve “Ne oluyor?” Yâni “Ne sorsunlar?” dedi. Ben de dedim ki: “Efendim hilâfet meselesidir.”
O zaman Efendi Hazretlerimiz ellerini kaldırarak açık ve net bir şekilde “Ben kimseye söz vermedim. Ben kimseyi bırakmadım.” buyurdu. Efendi’nin en çok üzerinde durduğu kelime: “Ben kimseye söz vermedim.” (cümlesi) idi.
Ben şimdi bunu anlayamıyorum, hâşâ hoca efendilere laf söylemek benim haddim değil ama bunu kendileri duyan insanlar nasıl “Duymadım” diyebiliyorlar?! Ben bunu anlayamıyorum.
Bunun üzerine Efendi Hazretleri bizi çağırttırdığında, ısrarla “Sen gel, (hanımın) Zübeyde’yi de çağır, o da çabuk gelsin.” dedi.
Odaya girdiğimde Efendi Hazretlerimiz: “Ben kimseye söz vermedim.” buyurdu. Bana yansıyan Hasan Efendi’yi yerine bıraktığı, Mustafa Efendi’yi yardımcısı biliyordum.
Bunun üzerine ben o şaşkınlıkla: “Ne yâni sizden sonraki şeyh Hasan Efendi değil mi?!” kelâmını kullandım. Efendi Hazretlerimiz de: “Kimseye söz vermedim.” kelâmını kullandı. Allâh indinde ben buna şâhidim.
Ben hattâ bu kelimeler üzerine o şaşkınlıkla daha sonra “Bunu herkese söyleyeyim mi Efendi Hazretleri?” dedim. Efendi Hazretleri: “Ne duruyorsun dâ?” dedi.
(Ardından Efendi Hazretleri:) “Cübbeli’yi, Resul Hoca’yı ara da, Cübbeli’ye de söyle, herkese duyur!” dedi. Ben tekrar tekrar sordum: “Efendi Hazretleri bu isimleri arayayım mı? Arıyorum.” dedim.
Efendi Hazretleri kızgın bir şekilde “Ara deyrum dâ, ne durmadan soruyorsun.” dedi. Bunun üzerine ben sizi, Resul Hoca’yı, Metin Hoca’yı hep aradım. (Onlar:) “Bir defâ duydum.” diyemezler (Çünkü kaç defâ duydular.)
b) Mustafa Sultanoğlu’nun bu konuşmadan bir sene sonra bu konuda Cübbeli Ahmet Hoca’ya verdiği bilgiler hiç şaşmadan aynen tutuyor.
Cübbeli Ahmet Hoca: “Şimdi senden aldığım ses kayıtlarında elhamdülillâh çok fayda oldu tabî ümmete, herkes sana duâ ediyor, Efendi Hazretleri’nin şâhitliğini gizlemedin.”
Sultanoğlu: “Yok yok gizlenmez o, hakkı kalır çünkü!”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Eee tabî, Allâh râzı olsun, bu arada sen bana bir şey dedin, onu tekrar şey yapayım.”
Sultanoğlu: “Şöyle sordum yâni hayret içerisinde kaldığım için şaşırdım dedim ki: ‘Ne yâni Efendi Hazretlerimiz sizden sonraki şeyh Hasan Efendi değil mi?’ Bunun şâhitleri de var yanımda. O zaman Efendi Hazretlerimiz: ‘Ben kimseye söz vermedim. Ben kimseye demedim.’ buyurdu. Kaşları da çatıktı.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet.”
Sultanoğlu: “Çünkü tekrar tekrar ben sordum yâni kime bildireyim? Sizi aramamı özellikle söyledi. Hilâfet felan vermediğini zâten ondan sonra çok defâ söyledi.”
5) Mehmet Kaya Şöyle Anlatmaktadır:
O gün Resul Hoca’yı ben getirdim oraya. O akşam ben de oradaydım. Efendi Hazretlerimiz’e hastânede oturduğu yerde, Resul Hocamız sordu: “Efendi Hazretleri siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?” dedi. “Yok.” dedi Efendi Hazretleri.
Ondan sonra Resul Hoca: “Peki sizden sonra ne olacak?” dedi. Efendi Hazretleri: “Nasip neyse o olur.” buyurdu.
Arada bâzı konuşmalar oldu. Sonrasında Resul Hoca tekrar sordu.
Efendi Hazretlerimiz: “Yok, yok.” buyurdu.
Ben buna şâhitlik ettim. Allâh bizi şâhit etti.
Bu şâhitliğimizi dünyâda âhirette gizleyecek durumumuz da yok. Öyle bir şey zorlama olması mümkün mü?! Öyle zorlama olsa biz oradayız görürüz, ben öyle bir şey hissetmedim, öyle bir şey de görmedim.
6) Resul Bölükbaş Hoca Efendi’nin Torunu Şöyle Anlatmaktadır:
Hastâne olayında biz de oradaydık, ben ve hanımım vardı, Cübbeli Hoca’nın hanımı ve Sultanoğlu da vardı.
Hocamla berâber Rize’de dersteydim. Efendi Hazretleri’nin yanındaki Şefik Kocaman Hoca hastâne olaylarının kayıtlarını alıyordu. Kim vardı, kim yoktu diye not alıyordu.
Öyle zorla baskı altında konuşturuldu vs. olmadı. Öyle bir şey yok. Biz orada, yan taraftaydık. Biz hemen yan tarafta, Efendi Hazretleri’nin yan tarafındaydım.
İstişâre yapıyordunuz siz. Bizzât yanınızdaydık. Ondan sonra Efendi Hazretlerimiz’in yanına gidildi.
Orada öyle denildiği gibi herhangi zorlama yok. Öyle bir şey olur mu?!
Ben hatırlıyorum yâni o dönem yaşım 20-22 felan(dı), yan tarafta oturdunuz. Böyle bir şey (yâni) aranızda istişâre yaptınız “Efendi Hazretleri’ne soralım.” diye.
O hastânenin misâfir ağırlama gibi bir bölümü vardı. Oradan Efendi Hazretleri’nin yanına geçildi. Ondan sonra da soruldu. Ben şâhidim. “Şâhit değilim.” diyemem ki!
7) (Hastânede Videoyu Çeken) Hasan Barçın Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:
Şimdi benim şâhit olduğum olay şu; Resul Hocam aynı videodaki gibi soruyu sordu. Efendi Hazretlerimiz: “Yok, yok.” buyurdu. “Nasip ne olursa o olsun.” Bunu da buyurdu.
(Resul Hoca:) “Yarın bizi toplantıya çağırdıklarında ne diyelim Efendi Hazretleri?” dedi. (Efendi Hazretlerimiz de:) “Benim böyle dediğimi deyin.” buyurdu.
– ÜÇÜNCÜ FASIL –
– EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞU VE YERİNE KİMSEYİ BIRAKMADIĞINA DÂİR BEYANLARINA ŞÂHİT OLAN DİĞER BÂZI İHVÂNIN ŞEHÂDETLERİ –
1) (İrşad Dergisi Mart 2004 Sayısındaki Röportajında) Mustafa Bilici Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:
Nasıl ki bizim Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) en son geldi. En son gelmekle Hâtemu’l-Enbiyâ oldu. Efendi Hazretlerimiz de en sondur. İmâmu’l-Evliyâ’dır. Anlatamam onu.
Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun kendisinden sonra baş vekîl olarak tâyin ettiği Hasan Efendi’ye yardımcı olarak görevlendirdiği ve onun vefâtından sonra sâdece onun baş vekîl olacağını bildirdiği “Gagaşum” lakaplı Mustafa Efendi Hocamız (Rahimehullâh) Mart 2004 yâni hastâne videosundan 3 sene önce Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû)nun son şeyh olduğunu beyân ederken birileri bugün nasıl sahte şeyhler uydurabiliyor?!
Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun baş vekîl tâyin ettiği bu zât Hasan Efendi’nin ve kendisinin ne makamda olduklarını anlamadı da Efendi Hazretlerimiz ile bir kere dahî oturmamış çoluk çocuk mu bunu anladı?!

Yâsîn Alsancak’ın (Mustafa Bilici Hoca Efendi’nin Bu Sözüne) Şâhitliği:
2008 yılında ben okuyordum, her sabah namazına İsmâîlağa Câmii’ne geliyordum. Bir sabah hatme yapılırken Mustafa Efendi buyurdular ki: “Nasıl bizim Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) son peygamber ise Efendi Hazretlerimiz de bu silsilenin son şeyhidir. Bu silsilenin 36. halkasıdır. 37. halka ise Mehdî (Aleyhisselâm) olacaktır.” dedi.
Bizzât buna şâhidim, Allâh da dediklerime şâhittir. Hatmede Mustafa Efendi’nin yanında Hasan Efendi de vardı.
2) (Kumrulu Medreseleri Hocası Fatma Temir Hoca’nın Babası) Hasan Çelik Efendi Şöyle Anlatmaktadır:
Ben, Efendi Hazretlerimiz’i ziyârete gitmiştim. Görüşünce bana: “Hasan Efendi, sana bir şey diyeceğim. Ne diyorsam doğrudur! Ben rahatsızlandım, hastalandım. Hastâneye yatma durumum olunca herkes dedi ki ‘Efendi Hazretleri ölüyor.’ Herkes şeyh olmaya başladı. Hasan Efendi, ben kimseye vazîfe vermedim, haberin olsun!
Bunlar kendi kendilerine şeyh oluyorlar. Hâdise bu, ilk defâ sana söylüyorum.” dedi. Beni çok severdi, bana güvenirdi.
Arayan kişi: “Sen, Efendi Hazretleri’nin oğluna söylemişsin bu durumu.” (deyince şöyle dedi:)
Onlar çocuk, çocuk adamlar yâ! Efendi Hazretleri’nin bana karşı çok acâyip bir sevgisi vardı. Çok ama çok ama! En sırları bana söylerdi!
Efendi Hazretleri bana dedi ki: “Ben hastalanınca öleceğimi zannettiler. Herkes şeyhliğini îlân etmeye kalktı. Onların isimlerini söylemeye gerek yok. Haberin olsun ben kimseye vazîfe vermedim. Onlar kendi kendilerine şeyh oluyorlar.”
Arayan kişi: “Hasan Amca ‘İsimlerini vermeye gerek yok.’ dedin ya, bu senin sözün mü, Efendi Hazretlerimiz’in sözü mü?” (deyince şöyle dedi:)
Yok, Efendi Hazretleri (bu kelimeyi) bana söylüyor.
3) İhsan Kaya Âbi Şöyle Anlatmaktadır:
Efendi Hazretlerimiz’in en eski ihvanlarından İhsan Kaya âbimiz ilerideki beyânından anlaşılacağı üzere konuşmasına şöyle başladı:
“Efendi Hazretleri’nin oğlu Ahmet Hoca beni aradı ve ‘Sen Hasan Efendi’yi şeyh kabûl etmiyor musun?’ dedi, ben de ona: ‘Nasıl kabûl edeyim?! Bizzât hastânede Efendi Hazretleri’nin şöyle buyurduğunu işittim.’ diye (şöyle) anlatmaya başladı:
Mustafa (Bilici) Hocam: “Efendi Hazretleri Vakıf idâresi karar aldı, siz yaşlandınız, sizin yerinize Hasan Efendi.” (deyince) o da buyuruyor ki: “Ben yaşlandım daha bunamadım, görev istenmez, görev verilir.”
Sonra beyt okuyor, ağlıyor ve bu göğüs var ya göğüs, böyle kalkıyor vuruyor. Gözünden yaşlar akıyor.
Ben Kur’ân’a -hodri meydan- el basıyorum. Kemâl Efendi de sağ, hocamız, o da orada(ydı). Anladın mı?! Ben bu(nu) canlı (yaşadım) hastânede; Acıbadem Hastânesi’nde. Anladın mı?!
Ben orada(yken) Efendi Hazretleri’nin oğlu beni aradı. Ben de ona 2005’te dedim ki: “Hocam ben size ‘İsmâîlağa büyük kursta ders vermeyin, babanızın yanında olun, şeyinizi (masrafınızı) ben karşılayayım.’ dedim (ama siz:) ‘Babam beni istemiyor.’ (dediniz.)
Şimdi ben de kendisine dedim ki aradığı zaman “Hocam ben size 2005’te böyle söyledim. Siz bana ne dediniz?”
Dedi ki aynen onun üzerine “Babam istemedi beni.”
(Ben:) “Peki hocam.” dedim.
İki yiğenim oradaydı. İlyas (Kaya) oradaydı, ben de oradaydım.
Mustafa Hocam böyle söyledi, konuştum hiçbir cevap vermedi. Tamam durum böyle hocam yâni. Bunu hiç kimse (inkâr edemez). (Bu meselenin böyle olduğu husûsunda) ben Kur’ân’a el basarım. Kemâl Efendi hocamız da sağdır, hastânedeydi 2007’de.
“İstersen Hasan Efendi’ye gidelim.” dedim ona. “Hasan Hocam sağ, istersen (gidelim).” dedim. “Kemâl Efendi’ye gidelim.” (dedim ama tüm) bunlara da cevap vermedi (Ahmet Hoca).”
4) (Seyfettin İnanç’ın Âbisi) Ahmed İnanç Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:
2001 umresinde Medîne-i Münevvere’de Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i Ravza-i Mutahhara’yı ziyâretten sonra oteldeki hatm-i şerîf sohbetinde Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu:
“Bizzât Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Sen (bu silsilede) son mürşidsin.’ buyurdu.”
Bunu ben kulaklarımla Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)dan duydum.
5) Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendisinden Sonra Şeyh ve Halîfe Bırakmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
a) Şimdi heyet bizi topladı. Aklınıza hemen hangi hoca geliyorsa (orada). Recep Hoca, bu fakir, Ömer Hoca, Ahmet İslamoğlu, (Mustafa) Ekin Hoca Mahmut Eren var. (Muhammed) Yelkenci var. İstanbul dışı bölge başkanları var. Toplandık, bizi heyet çağırdı İsmâîlağa’ya.
Şimdi gözümün önünde. Odadayız, sedir gibi bir şey var. Recep Hoca ortada, sağında Hasan Efendi, solunda Mustafa Efendi rahmetlik.
Recep Hoca konuşmaya başladı ve dedi ki: “Arkadaşlar şu anda Hasan Efendi’nin sözcüsüyüm. Benim konuşmalarım, onun konuşmalarıdır. Aslında benim yapacağım şu konuşmayı Hasan Efendi yapacaktı. Fakat beni sözcü seçti. ‘Benim adıma sen konuş.’ dedi. Şimdi karârımızı söylüyoruz, Hasan Efendi ve heyet adına. Hasan Efendi hakkında Efendi Hazretlerimiz’in daha önce (baş) vekillik hakkında yapmış olduğu beyanlar, son sözüyle berâber nesh olmuştur.”
Bunu anlıyor musunuz? (Yâni ne demektir bu? Şu demektir ki:) “(Efendi Hazretlerimiz’in) son sözüyle berâber nesh olmuştur. Artık bundan sonra Hasan Efendi vekillerden herhangi bir vekildir. Bu kapı kapanmıştır. Artık bu konu kapanmıştır. Tarafımızdan böyle biline. Anlaşıldı mı? Nokta!”
Bizi çağırdılar. Bunu îlân ettiler. Bundan sonra ne oldu? Bu unutulur mu hiç ya Allâh aşkına?! Şimdi peki bu konuyu hiç heyet dile getirdi mi?!
Bu nasıl unutulur?! Bu nasıl sümenaltı yapılır (da gizle-
nir)?! Bu nasıl değerlendirilmez?! İşte şaşkınım, şaşkınım, çok şaşkınım!
b) 2008’de ne hikmetse Hasan Efendi tekrar Recep Hoca’yı çağırmış. Recep Hoca, Ali Polat, Selahattin Hoca (var). Demiş ki: “Efendi Hazretleri’ne tekrar bir gidin. Bakalım bir şeyh var mı kendisinden sonra?”
Aslında 2007’de bitti her şey. İşte tekrar olacak ya. Giderler. Sözcü Ali Polat sorar: “Efendim böyle böyle.”
Efendi Hazretleri buyurdu ki: “Ben kimseyi bırakmadım.”
Sonra gelirler Hasan Efendi’ye anlatırlar. O da der ki: “Oh! Ben de rahatladım.”
6) Selahattin Atamtürk Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendisinden Sonra Şeyh ve Halîfe Bırakmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Efendi Hazretlerimiz Çavuşbaşı’ndayken çok gittiler geldiler ya hani, hastâneye de gittiler resmî yazı alalım diye.
O çok gündemde olduğu zamanda Efendi Hazretlerimiz: “Ben kimseye söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım, bunu da gidin söyleyin.” dedi. Biz de geldik, İsmâîlağa’da ben vardım. Hasan Efendi kendi vardı. Ali Polat da vardı. Sözcümüz de Ali Polat’tı.
Söz aldı ve: “Efendi Hazretlerimiz böyle böyle dedi, bize de iletmemizi istedi, biz de geldik size söylüyoruz. Bu hususta artık ağzımıza fermuarı çektik. Bu iş bitmiştir.” dedi.
Hasan Efendi de: “Ben zâten bir şey iddiâ etmiyordum ki. Zâten benim harcım değil, haddim değil. Ben zâten yapamam ki.” dedi. Böyleydi hâdise.
7) Hızır Efendi’nin “Efendi Hazretleri Son Şeyhtir, Vazîfeyi Hazret-i Mehdî’ye Teslim Edecek.” Dediğine Şâhitlik Edenler
a) Veysel Arıkan Hoca, Hızır Efendi’nin “Efendi Hazretleri Son Şeyhtir, Vazîfeyi Hazret-i Mehdî’ye Bırakacak.” Dediğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Bir gün bir adam geldi, sarıklı cübbeli (biri). (Hızır) hocam da bahçede çapa yapıyor, ben de dersteyim. “Hızır Efendi ile görüşeceğim.” dedi.
O dönemler de Efendi Hazretlerimiz’in rahatsız olduğu dönemler. “Selâmün aleyküm.” (dedi, ben de:) “Aleyküm selâm.” (dedim.)
“Hocam ben Efendi Hazretlerimiz’den sonra şeyhi felanca görmek istiyorum.” dedi. İsmi mühim değil. (Hızır Hocam) geldi geldi adamın yanına, kazma da vardı elinde, koltuğunun altına koydu. “Sen kimsin?!” dedi ona.
“Sen mürîd misin?!” dedi. (O:) “Evet.” dedi. “Ya sen ne kadar ahlâksız adamsın.” dedi ya.
“Sen ne kadar utanmaz adamsın.” dedi ya. “Mürîtsin (he), bu yetkiyi sana kim verdi?! Hem o iş evlâdiyelik değil ki erbâbiyelik.” dedi ya.
Ondan sonra şöyle göğsüne vurdu, aynen böyle “Benim şeyhim bu sancağı Mehdî (Aleyhirrıdvân)a teslim edecek.” dedi. Böyle defolup gitti adam.
b) Muhammed Yelkenci Hoca Efendi Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Bu Çukurbostan’da Hızır Efendi’nin talebesi (hâfızlık hocası) Veysel (Arıkan) vardı.
Ben ondan bunu duydum. Anma toplantısına beni çağırmışlardı. Bir konuşma yaptırmışlardı. O zaman ben bunu dillendirmiştim. Orada bana demişti onu.
Hızır Hocam böyle buyurmuştu: “Benim şeyhim, emâneti Mehdî (Aleyhisselâm)a teslim edecek.”
Ben bunu böyle bilip, bunu söylüyorum ben.
c) Hüseyin Tiryaki Hoca Efendi, Hızır Efendi’nin 1996 Senesinde Katıldığı “Mektûbât” Dersinde Onun “Arkadaşlar Efendi Hazretlerimiz Son Halkadır, Mührü(dür). Bu İş Hazret-i Mehdî’ye Teslim Edilecek.” Dediğine Şâhitliğini Şöyle Naklediyor:
Selâmün aleyküm kıymetli hocalarım! Yıllar önce Hızır Efendi Hocamız yatsı namazı müteâkip ihvâna, talebelere “Mektûbât” ve tefsîr, fıkıh dersleri okurdu. Bizler de katılırdık, hoca arkadaşlarımız iyi bilir.
İşte o zaman Efendi Hazretlerimiz’in durumu soruldu. Hızır Efendi Hocamız cevap olarak söylemişti.
Ben de âcizâne genelde not alırdım “Mektûbât”ımın yanına, kayıt olarak aldığım nottur. İhvâna duyurulur!
8) Hüseyin Avni Hocamız Efendi Hazretleri’ne Râbıta İznini Efendi Babamız’ın Sağlığında Verdiği ve Efendi Hazretleri’nin Halîfe Bırakmadığı Husûsunda Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Yaklaşık 30 sene önce bir rüyâ görmüştüm. Alî Hayder Efendi Babam’ı gördüm. O yüksek bir yerde konuşuyordu, âyetler okuyordu. O sırada kalabalık bir cemâatle onu diniyorduk.
Biz onu dinlerken aklımdan şöyle geçiyor: “Yâni Efendi Hazretlerimiz var. Bizim şeyhimiz! Ama Alî Hayder Efendi Babamız sağken Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapıyoruz. Bu nasıl oluyor?” diye içimden geçirdim, sonra kendi kendime o rüyâ hâlinde cevap verdim. “Olsun, Efendi Hazretleri ve biz hepimiz berâberce Alî Hayder Efendi Babam’ın evlatlarıyız.” dedim.
(Sonra) rüyamdan uyandım. Sonra Efendi Hazretlerimiz’e gittim ve bu rüyâmı sordum. Efendi Hazretlerimiz: “Sen vâkıayı gördün, olanı gördün.” dedi.
Alî Hayder Efendi Babam vefâtından yaklaşık iki sene kadar önce beni çağırdı: “Ben yaşlandım. İhvâna hizmet etmekte zorlanıyorum. Artık bundan sonra ihvâna tarîkat tâliminde bulunacaksın. İster sana râbıta yapsınlar, ister bana yapsınlar fark etmez.” (dedi.)
Yâni buradan şunu anlıyoruz; Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılma izni, Alî Hayder Efendi Babamız’ın hâl-i hayâtında verildi. Benim şâhitliğim bu. Buradan anladığımız şu; Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılmasına izin verilmesi Alî Hayder Efendi Baba’dan sâbit.
Ona râbıta yapılmasına izin vermiş. Duyuyoruz işte (bâzıları) “Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapılmıyordu, sonradan kalpler ona meyletti.” (diyorlar.)
Bu doğru olmaz. Yâni Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapılmıyordu da daha sonra kalpler ona kaydı. Bu yanlış bir şey! Eğer bir şeyh, birisine râbıta izni vermezse, gönlümüz ona kayarsa bu, olur demek değildir!
Efendi Hazretleri Bana “Halîfem Yok, Vekiller Var.” Buyurdu
Bunların yanı sıra “Sizin halîfeniz var mı?” diye sordum. Efendi Hazretleri: “Yok, vekiller var.” buyurdu. Yâni halîfenin olmadığını buyurdu.
Efendi Hazretlerimiz’in (âhirete) irtihallerinden sonra yerinde bulunan Hasan Efendi râbıta mevzûunda kendisine sorulan sorulara “Hayır.” deyip Efendi Hazretleri’ne bu işin devâm edeceğini söyledikten sonra hiç kimseye bir şey düşmez.
Böyle bir şey yapmaya kalkarsam bunu terbiyesizlik sayarım. Bu husûsu kurcalayanlar, fitne çıkarmak isteyenler, ihvân arasında ihtilâfın zuhûr etmesini bekleyenler ve Hasan Efendi’den sonra belli maksatları olan kimseler olmalı. Ben bunun başka îzâhını bilemiyorum.
Kim kendisini nereye koyacak ve hangi salâhiyetle hangi tasarrufta bulunacak?! Çok acı şeyler bunlar.
Bunlar cemâatin dışındaki insanların bile üzülmesine sebep olan şeyler, sonra birileri bir şey söyleyecek, cemâatimizi bir yerlere sürükleyecek. Bu bana göre hâinliktir.
9) İsmâîlağa Eski Bölge Başkanı Alî Haydar Çetintürk Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendi Yerine Şeyh Bırakmadığına Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
(Âdem Şener Hoca’nın ev sâhipliğini yaptığı Kuzuluk Kaplıcaları’nda diğer bölge başkanlarıyla toplantı yapıldığı günlerde) o akşam hastâneden telefon geldi ve bizi hastâneye çağırdılar.
Âdem Hoca Efendi’nin tuttuğu küçük bir otobüs ile yola çıktık. Yolu yarılamışken hastâneden telefon geldi.
(15 Ekim 2007) hastâne kurşunlandı. “Gelmeyin, geri dönün!” dediler, arkadaşlar ile berâber Kuzuluk’a geri döndük.
Daha sonra (bu târihten birkaç gün sonra) hastânede Efendi Hazretlerimiz’in etrâfında toplandık. (Ekim 2007)
Mustafa Sultanoğlu: “Hadi konuşun.” dedi. Sözcü olarak Ali Polat Hoca aynen şöyle dedi: “Efendi Hazretlerimiz, siz yerinize Hasan Efendi’yi bıraktınız mı?”
Efendi Hazretlerimiz sert bir ifâdeyle elini kaldırarak “Hayır.” dedi.
Ali Polat Hoca tekrar sordu: “Peki başka birisini bıraktınız mı?”
Efendi Hazretlerimiz yine aynı tavırla elini kaldırdı. Bir müddet oturduktan sonra oradan ayrılıp, dağıldık.
Heyet 2 veyâ 3 gün sonra bunu açıklamak için, bölge başkanlarını İsmâîlağa’ya âcilen çağırıp, bizi topladı. (Ekim 2007)
Heyet, Hasan Efendi Hocamız’ın huzûrunda(ydı), bir hoca efendi: “Arkadaşlar, hastânede Efendi Hazretlerimiz yerine kimseyi bırakmadığını söyledi.” diyerek hakka şâhitliğini dile getirdi.
O zaman Mahmut Eren Hoca dedi ki: “Bunu bir de Hasan Efendi’ye sormamız gerekmez mi?!”
Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi sert bir şekilde elini kaldırıp “Ne diyorsun sen?!” diyerek tepki gösterince sustu. İsmini verdiğim şahıslar sağdır. Sorulup sağlaması yapılabilir.
Hasan Efendi Hocamız’ı hepimiz seviyoruz ama bu sevgi bizi hakka şâhitlik yapmaktan alıkoymamalıdır. Bütün bölge başkanları da buna şâhittir.
10) Ali Kara Hoca Efendi’nin “Efendi Hazretleri’nin Hazret-i Mehdî’ye Bırakacağı” Hakkındaki Sohbeti:
Yol kıyâmete kadar açıktır. Bunun başında Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) ile ashâb-ı kirâm, sonunda da Mehdî (Aleyhisselâm) ile Îsâ (Aleyhisselâm) var. Arada dostları var. Zincirleme devâm ediyor. O yüzden Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in büyüklüğünü anlayın, bu işi Mehdî (Aleyhisselâm)a ulaştıracak, inşâallah ümîdimiz öyledir.
O zaman anlayın ki ne büyük bir insanmış. O zaman kafayı eğeceksiniz, utanacaksınız. “Tüh! Biz bunu tanıyamadık.” diyeceksiniz.
Bu nasıl bir yoldur? Sünnet-i seniyyeyi kılı kırk yararcasına yaşayan insanlar, mârifetullâhı taşıyan insanlar, Allâh’ın gizli sırlarını muhâfaza eden kişiler, bunların değeri biçilmez, bunları anlayamayız. Biz bu akılla, mantıkla bunu anlayamayız.
Bir ihvân hanım son şeyh hakkında şüphelenince ona rüyâsında “İlk önüne çıkan videoya bak.” dediler, o da uyanır uyanmaz telefonuna bakınca önüne Ali Kara Hoca Efendi’nin bu sohbeti çıktı.
Siyerci bir hoca hanım vardı, bizim orada da sohbet veriyordu. “Sonra Hasan Efendi’ye râbıta yapılır.” diye işleri karıştırdı.
Ondan sonra (evvelce ona bağlı olan ve şu anda Hayder’de kadınlara hizmet eden hoca hanım) 2000 kişilik cemâatiyle (siyerciden) ayrıldı.
Sonra o ayrılan hoca hanım yazmış ki: “Biraz şüphelendim. Cübbeli Hoca’yı da seviyorum, dinliyorum ama başımızdaki siyerci hocamız da o tayfadan, o da Ahmet Ustaosmanoğlu Hoca’nın hanımına bağlı, görüşleri belli. Ortalık karışınca, ben de ne yapayım ne edeyim, Cübbeli Hoca’yı dinliyorum ama bir şüphe de geldi; ‘Efendi Hazretleri’nden sonra şeyh var mı yok mu? Mehdî işi felan.’ diye.
Sonra rüyâda dediler ki bana: ‘Sen uyandığın zaman son gelen mesajı aç ve dinle.’
Ben de uyanınca açtım. Biri Ali Kara Hoca’nın bu sohbetini atmış. Açıkça Allâh bana göstermiş.”
11) (Adapazarı İhvânından ve Efendi Hazretlerimiz’in Değerlilerinden Bahattin Arkan’ın Oğlu) Murat Arkan İsimli Bir Kardeşimiz, Efendi Hazretlerimiz’in Râbıtanın Vefâtından Sonra da Kendisine Devâm Edeceğini Tasdik Ettiğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Bir seferinde rahmetli babam Bahattin Arkan (Rahimehullâh), Efendi Hazretlerimiz’e şöyle bir kelime kullandı: ‘Efendi Hazretlerimiz şâyet siz bir gün benden önce rahmetli olursanız, ben râbıtayı yine size devâm edeceğim.’
Efendi Hazretlerimiz babama dönerek tebessüm etti ve ‘Hükûmet! Sen işini bilirsin.’ dedi. Efendi Hazretlerimiz bâzı insanlara ve babama ‘Hükûmet’ derdi. Bu yaşadığımız olaylara bir nebze katkıda olur mu diye üzüldüğüm için bu açıklamayı yapmak zorunda hissettim kendimi.”
12) Hüsâmettin Vanlıoğlu Hoca Efendi, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in “Biz Şeyh Yetiştiremiyoruz.” Buyurduğuna Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatmaktadır:
“Şimdi Efendi Hazretleri haftada bir gün o câminin yanındaki medresede, ‘Taş medrese’ diyoruz oraya. Oradayken biz, haftada bir gün talebelere ‘Mektûbât’ (okumak) için gelirdi.
Ben okurdum bir mektup, Efendi Hazretleri anlatırdı. Öyle yine bir gün talebeler ile toplanmıştık, yazındı, böyle okuduk mektubu. Mektup bittikten sonra talebe arkadaşlar sınıflara çekildiler. Bire biriz yâni.
Efendi Hazretleri o zaman dedi ki: ‘Yâ Hüsâmeddin Efendi, Allâh’a şükürler olsun, elhamdülillâh hoca yetişti, ufak ufak hoca yetiştirmeye başladık ama şeyh yetiştiremiyoruz.’
‘Talebeye, tarîkatı anlat ama hiçbir talebeye ‘Tarîkata gir.’ deme. Bu gönül işidir.’ dedi.”
13) Şûrâ Heyeti Adına Onların Her Birinin Hazır Bulunduğu Toplantıda Hüsâmeddin Hoca Efendi “Efendi Hazretleri’nin Son Şeyh Olduğu ve Râbıtanın Hazret-i Mehdî’ye Kadar Ona Devâm Edeceği” Konusunu Şöyle Açıklamıştır:
Kıymetli kardeşlerim! Bundan yaklaşık 13 yıl önce Efendi Hazretleri’nin de huzûrunda Cübbeli Hoca’nın da Efendi Hazretleri’ne sorduğu üzere; Efendi Hazretlerleri’ne o târihte benim “Şûrâ” denen 10 kişiden oluşan heyete sözcü olmam söylenmişti, Efendi Hazretlerimiz de kabûl etmişti.
İhvân-ı Kirâma Mühim Bir Duyuru!
Kıymetli kardeşlerim! Mâlûmunuz olduğu üzere şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in vefâtının hemen akabinde yerine kendisinden sonra kimi bıraktığı husûsunda o Yüce Ğavs’ın sarîh beyânına muhâlif farklı bir görüş ortaya atıldı.
Ancak “Mevrid-i nassta ictihâda mahal yoktur.” kāidesi fehvâsınca 2007 yılında merhûm Resul Hocamız’ın:
“Yerinize kimseyi bıraktınız mı?” sorusuna şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in görüntülü bir şekilde kendi sesli beyânıyla “Yok yok.” diye verdiği cevap bu hususta nas teşkîl etmekte olduğundan ve bu konu on küsûr şâhidin; kimisinin sesli, kimisinin de görüntülü beyânıyla tescîl edildiğinden artık bu noktadan sonra şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretleri’nin yerine şeyh veyâ halîfe bıraktığını söylemek şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e yapılacak en büyük iftirâdır.
2007 târihinden sonra ise şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in kendisinden sonra bir halîfe bıraktığına dâir hiçbir beyânı olmamıştır, aksine birkaç kişiye kendisinden sonra kimseyi bırakmadığı husûsunu özellikle tekrâr etmiştir ki bunlar da hâlâ hayatta olup ses kayıtları mevcuttur.
Hâl böyle olunca şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’den sonra râbıtanın kime devâm edeceği konusu zâten temelinden sâkıt olmuştur. Zîrâ şeyh ve halîfe bırakılmadıysa elbette râbıta yapılacak kimse kalmamış demektir.
Yine bildiğiniz vechile; İsmâîlağa heyeti merhûm Hasan Efendi Hocamız’ın beyanlarına dayalı olarak onun hayâtı müddetince râbıtanın Efendi Hazretleri’ne devâm edeceğini açıklamışlar ve bunun aksini söyleyenlerin kendilerine iftirâ ettiğini söyleyecek kadar da ileri gitmişlerdi.
Nitekim Hasan Efendi’nin defnedileceği sabah 11:30 sularında İsmâîlağa heyetinden Ali Polat’ın yaptığı açıklamada Hasan Efendi döneminde râbıtanın bizzât Hasan Efendi tarafından yapılan beyanla Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm edeceği, kendisinin de ona râbıta yaptığını beyân ettiği ve bu konuda farklı bir şeyin yapılmasının söz konusu olmadığı ifâde edilmişti ki bu fakir de, Muhammed Yelkenci, Fâtih Kalender ve Mustafa Ekin hoca efendilerle birlikte bunu dinleyenler arasındaydı.
Peki hâl böyle iken Hasan Efendi’nin defnedileceği sabah ne değişti de Efendi Hazretlerimiz’e tam bir muhâlefet içine girilerek bir günde râbıtanın yeni bir kimseye yönlendirilmesi tâlimâtı verildi. İşte bu husus birçok hoca efendinin İsmâîlağa Vakfı ve heyeti ile bağlarını koparmasına sebep olmuştur.
Şu da bilinmelidir ki; İsmâîlağa heyetinin Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in sağlığında ona muhâlif bâzı kararlar aldıkları, vekillik vermediği kimselere vekillik verdikleri, vekîl ettiği bâzı kimseleri azlettikleri ve sarık konusundaki emirlere muhâlefet ettikleri bilinen hâdiselerdir.
Bu ve benzeri hâdiseler üzerine en az 13 sene kadar önce Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e gidilerek bu heyete karşı 10 kişilik bir heyet oluşturulup yeni heyetin her meseleyi kendisine sormaları ve aldıkları cevâbı ihvâna duyurmaları husûsunda izin istenildiğinde kendisinin bunu tensîb ettiği ve hattâ ismini “Şûrâ” olarak kendi lafzı ile beyân ettiği ve bu fakîri de o Şûrâ’nın sözcüsü olarak tensîb buyurduğu özelde bilinmekte idi.
Ancak râbıta gibi önemli bir husus; şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e devâm ettiği sürece fitne çıkmasın diye bu konular devamlı tehîr edilmişti.
Geldiğimiz noktada Efendi Hazretlerimiz’in vasiyetlerinin ve râbıtasının bozulduğu ortaya çıkınca artık durmanın mânâsı kalmadı.
Yine Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in defâatle tekrâr ettiği beyânı vechile; merhûm Hasan Efendi ve Mustafa Efendi hocalarımızdan sonra başvekîli cemâatin seçeceği bildirilmiş ve bu husus kamuoyunda defâatle paylaşılmıştı. O zaman heyet başta olmak üzere buna hiç kimse îtirâz etmemişti.
Gelgelelim Mustafa Efendi Hocamız’ın önce vefât etmesi, Hasan Efendi Hocamız’ın da merâmını anlatacak tâkatte olmaması istismâr edilip başvekîli cemâatin seçmesi vasiyetine de muhâlefet edilerek tarîkat-ı aliyye ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bâzı kişiler tarafından Hasan Efendi’nin bir şey söylediği iddiâsıyla ortaya başvekil tâyini şöyle dursun, râbıtalı şeyh olarak birinin çıkarılması bardağı taşıran son damla oldu.
Bu îtibarla; binlerce âlim, fakîh, vekîl ve temsilci yetiştirmiş olmaları hasebiyle ihvân-ı kirâmın ekseriyetinin kendilerine hürmet edip sözlerini hüsn-ü kabûl ile telakkî ettiği Şûrâ’mızın hocaları yüz binlerce ihvân ve muhibbân adına Efendi Hazretlerimiz’in: “Başvekîli cemâat seçer.” emrine imtisâlen, Alî Hayder Efendi Babamız ve şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhümâ) Hazretlerimiz tarafından merzî ve makbul olduğu açıklanmış olan Denizlili İbrâhîm Efendi’yi cemâatin başına başvekil olarak intihâb ettiler.
Kendisi de aslâ şeyh veyâ halîfe olmadığını, râbıtanın Hazret-i Mehdî’ye kadar Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm edeceğini sarîh beyân ile ifâde etmiştir ki isteyen bunun kaydına ulaşabilir.
İşte şu anda Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in tensîbi vechile; sayıları 10’a bâliğ olan hoca efendilere niyâbeten yaptığım bu konuşma vesîlesi ile tekrâren ve açıkça ifâde ediyoruz ki; şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in: “Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından benim bu silsilede son mürşid olduğum bildirildi.” kavl-i şerîfi, yine böylece: “Bu yol benden sonra Hazret-i Mehdî’ye görünüyor.” kavl-i hakîmi, ayrıca benim de kendisinden duyduğum vechile: “Biz çok hoca yetiştirdik ama bir şeyh yetiştiremedik.” beyân-ı şerîfi mûcebince îtikādımız şudur ki; şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz Nakşibendî-Müceddidî ve Hâlidî tarîkatının İsmet Ğarîbullâh Büyük Şeyh Efendi’den gelen silsile-i aliyyesinde son şeyhtir ve kendisinin de beyânı vechile; râbıtası vâsıtasıyla bu yol Hazret-i Mehdî’ye kadar ulaşacaktır.
Şûrâ kurulmadan önce de, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in vefâtından sonra da ifâde ettiğimiz husus aynen budur.
Bu îtikād bizler nezdinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Şûrâ kurulduktan sonra da topluca aldığımız karar budur. Şûrâ hocaları bu konuşmayı yaptığım mecliste hâzır bulunmaktadır. Bu konuda farklı hiçbir açıklamamız söz konusu olmamıştır ve olmayacaktır.
Cümle müminlere ve muhibbâna ve hâssaten ihvân-ı kirâma îlânen duyurulur!
Allâh-u Te‘âlâ cümlemizi 15. asrın müceddidi Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Allâh ve Rasûlünün rızâsı üzere tecdîd buyurduğu bu nurlu yolun Hazret-i Mehdî’ye kadar ulaşması husûsunda hâdim eylesin, hizmetlerimizi makbûl, meşrû, marzî ve müessir eylesin. Bu yoldan inhirâf eden kardeşlerimize de âcilen hakka rucû müyesser eylesin. Âmîn!
Bu bildiriye imzâ atan Şurâ-i Müceddidiyye heyeti şu hoca efendilerden oluşmaktadır:
Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi
Âdem Ulaş Hoca Efendi
Fâtih Kalender Hoca Efendi
Hüseyin Avni Kansızoğlu Hoca Efendi
Hüsâmeddin Vanlıoğlu Hoca Efendi
İsmâîl Hünerlice Hoca Efendi
Muhammed İslâmoğlu Hoca Efendi
Muhammed Yelkenci Hoca Efendi
Mustafa Ekin Hoca Efendi
Ömer Mahmûdoğlu Hoca Efendi
– DÖRDÜNCÜ FASIL –
– RÂBITANIN MAHMÛD EFENDİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) HAZRETLERİ’NE DEVÂM ETMESİ HAKKINDA HOCA EFENDİLERİN ŞÂHİTLİKLERİ –
Bu konu hakkında Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin şâhitliği:
“Muhammed Keskin Hoca diyor ki: ‘-Ben o tarafı unutmuştum- sen oturdun oturdun, -bâzı bir saat iki saat oturuyordum, râbıta yapıyordum, devamlı Efendi Hazretleri’nin yatağına sıfır huzûrunda dururdum-, ondan sonra müsâade aldın çıktın, merdivenden inerken ‘Dur ben bir şey soracağım.’ dedin.
Seninle kol kolaydık, birden fırladın, geri döndün, şimdi biz de kapıyı kapatmıştık, ben de: ‘Yâ mübârek! Bir saat iki saattir oturuyorsun, sorsaydın yâni şimdi çıktın bir daha döndün geri.’ diye içimden de böyle geçirdim.’ diyor.
Şimdi o deyince hatırladım, ben o ayrıntıyı unutmuştum. Sonra diyor: ‘Ben oradaydım, ben duydum.’ diyor. Sonra ben bir daha oturdum Efendi Hazretleri’nin yanına sordum.
Ben dedim: ‘Sizin gibi nefsini tezkiye etmiş insan pek göremiyorum, bu kadar vekilleriniz var ama ‘Bir an nefsiyle baş başa kalsa hatar var, ona râbıta yapana tehlike gelir.’ diyor kitapta.’
Bunları hep söyledim ben Efendi Hazretleri’ne, yâni o yazdırdı bana ‘Râbıta’ kitabını.
‘Burada bir tehlike var Efendi Hazretlerimiz.’ dedim. ‘Bu size devâm etse.’ dedim.
‘Devâm etse’ ne demek?! Yâ bu zâten ‘Mehdî’ye kadar.’ demek, burada ‘Mehdî’ye kadar.’ demenin bir lüzûmu yok ki.
Allâh-u Te‘âlâ buyuruyor ki: ‘Namaz kılın.’
Ne zamâna kadar? Ne demek yâni? Hangi emir, süre konulursa sürelidir, süre konmayan hükümler umûmîdir, bu bir kāidedir yâni o zaman her şeyde ‘Ne zamâna kadar, kaç tâne?’ Böyle mi soracağız yâni böyle bir şey sorulmaz ki.
Ancak Hazret-i Mehdî’nin kesin büyüklüğü sâbit, hadîs-i şerîfler ile hatâsızlığı sâbit, ancak Hazret-i Mehdî’ye ulaşır, oradan sonra diyemem, çünkü orada hadîs-i şerîfler var.
Hazret-i Mehdî ile İmâm-ı Âzam’ın mezhebi kalmıyor, müctehitlerin mezhebi kalmıyor, bütün tarîkatlar bitiyor ve hepsi Hazret-i Mehdî’de toplanıyor, o durumda onu konuşmaya gerek var mı artık?!
Şimdi ben ‘Size devâm etsin.’ deyince durdu durdu, bu sefer ben biraz mahçup da oldum yâni şimdi Efendi’den sonrasını sormuş olduk gibi düşündüğümden, üstümde de cübbe kalındı, terlemeye başladım.
Orada iki saat oturduk terlemedim yâni bu konu hassas bir şey, ne buyuracak, böyle bir şey oldu, sıkıntı bastı beni, kalktım geri geri gidiyorum, hani Efendi Hazretleri’ne yüzüm dönük hâlde.
Tam o anda böyle kaldırdı parmağını. ‘Sen onu iyi düşündün.’ dedi. ‘Allâh ilhâm etti sana.’ dedi.
Ben de: ‘Efendi Hazretleri! Ben sizden sonra sağ kalırsam bunu ihvâna duyuracağım.’ dedim. Buyurdu ki: ‘Doğru yaparsın, güzel yaparsın.’”
Bu Konu Hakkında Muhammed Keskin Hoca Efendi’nin Şâhitliği
Cübbeli Ahmet Hoca: “Râbıta-ı şerîfin bundan sonra Efendi Hazretlerimiz’e yapılması husûsunu açıklar mısınız değerli Muhammed Keskin Hocam.”
Muhammed Keskin Hoca: “Evet mühim bir soru sordunuz, onu da cevaplayayım; tarîkat kolumuzdaki râbıtanın artık bundan böyle Efendi Hazretlerimiz’e yapılmaya devâm edeceği husûsu bendeniz Muhammed Keskin’in de şâhitlik edeceği üzere Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin dediği gibidir, hoca efendinin sözünü etmiş bulunduğu Efendi Hazretlerimiz ile aralarında geçen konuya ilişkin diyaloglar benim de şâhitliğimde gerçekleşmiştir.”
– İKİNCİ BÂB –
– MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞUNA ÎTİRÂZ EDENLERİN DELİL DİYE UYDURDUKLARI SAFSATALARA CEVAPLAR –
– BİRİNCİ FASIL –
– EFENDİ HAZRETLERİMİZ’İN: “BENDEN SONRA HALÎFE BIRAKMADIM.” VE “RÂBITA BANA DEVÂM EDECEK.” SÖZLERİNİ “RİSÂLE-İ KUDSİYYE” İLE ÇATIŞTIRANLARA REDDİYE –
Cübbeli Ahmet Hoca Bu Hususta Şunları Konuşmuştur:
Bir Allâh dostunun gözünden düşmekten Allâh cümlemizi muhâfaza eylesin. Çünkü Mevlâ Te‘âlâ dostlarıyla iş yapıyor. Allâh-u Te‘âlâ: “Bana sizi ulaştıracak vesîle arayın.” buyuruyor.
Rabbin şeyhini sana vesîle yapmış. Sen dînini, îmânını, her şeyini ondan öğrenmişsin. Şimdi sen ona akıl öğretemezsin.
Yok “Nâkıs kalırmış,” yok “Risâle-i Kudsiyye” okuyorsun. Ey Muhyiddîn! Kime “Risâle-i Kudsiyye” okuyorsun?! Adam, Efendi Hazretleri’ne “Risâle-i Kudsiyye” okuyor. Efendi Hazretleri bir şey buyuruyor, (adam kalkıp) diyor ki: “(Bu) ‘Mektûbât’a aykırı.”
“Mektûbât”ı sana kim öğretti?! Mahmûd Efendi Hazretleri. Yâ sen ne konuşuyorsun?! Bu kafa, Sa‘lebe kafası.
Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) bir hadiste bir şey söylese, adam kalksa Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e “Kur’ân’da böyle yazmıyor.” dese. (İşte bu da) aynı mantık.
Kur’an’ı sana kim öğretti?! Peki, âyetlerde öyle âyetler var ki, hadîs onu neshetti mi? Evet, etti. Daha ne konuşuyorsun?!
Dörde kadar evlenmek serbest ya, şimdi bir kadınla evlendin, ikinci de teyzesiyle evlenmek istiyorsun, âyete sorsan haramlar kapsamında geçmiyor.
(Nisâ Sûresi’nin 23. âyetinde evlenilmesi haram olanları) sayıyor, sayıyor. (24. âyette ise) “Bunun dışındakiler hepsi size helâl (kılındı).” diyor ama Allâh sana ne diyor? “Sâde Kur’ân’la hüküm verme.”
﴿ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ ﴾
“Rasûlüm ne verdiyse onu alın.” (el-Haşr Sûresi:7) (buyuruyor).
Ben sana bu kadar âyet gönderiyorum ama bir de onun iki misli hikmet gönderiyorum (buyuruyor). Kur’ân’la yetinmiyor.
(Cumâ Sûresi’nin 2. âyet-i kerîmesinde:)
﴿ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ ﴾
“Peygamber onlara kitap öğretecek” diyor, orada durmuyor “Sünnet öğretecek.” diyor, Rasûlüne yönlendiriyor.
Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
«لَا يَجْمَعُ بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَعَمَّتِهَا وَلَا بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَخَالَتِهَا.»
“Bir kadınla evlendinse onun halasını da, teyzesini de ikinci eş olarak alamazsın.” (Mâlik, el-Muvatta’, rakam:1108, 2/532; el-Buhârî, es-Sahîh, rakam:4820, 5/1965; Müslim, es-Sahîh, rakam:1408, 2/1028; en-Nesâî, es-Sünen, rakam:3288, 6/96; eş-Şâfi‘î, el-Müsned, 1/273)
Âyete baksan helâl kapsamında ama hadîs onu îzâh ediyor, îcâbında neshediyor, tahsîs ediyor. Neshediyor, niye? Hadîs Allâh’tan başkasından gelmiyor ki. Hadîsi de kim getiriyor? Cebrâîl (Aleyhisselâm) getiriyor. Hadîs de vahiy.
Ama sen Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i Allâh’tan ayırırsan, sen hadîsi Kur’ân’dan ayırırsan, sen: “Kur’ân’a baktım böyle bir şey görmedim, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in bu yetkisi yok.” dersen, aynı kafa şu anda da Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e (karşı uygulanıyor).
“‘Mektûbât’ta böyle diyor.” (diyerek Efendi Hazretleri’ne îtirâz ediyor.) Hâlbuki “Mektûbât”ı anlamıyor, Efendi Hazretleri “Mektûbât”a muhâlif bir şey konuşmuyor.
“Kābiliyet yok evlâdım. Mürşid-i kâmil yetişmedi. Biz şeyh yetiştiremedik. Onun için halîfelik kimseye vermedim.” diyor.
Ne diyecek?! Olmayanı mı uyduracak Mahmûd Efendi Hazretleri?! Yâni “Mektûbât”ta bundan başka ne diyor? “Risâle-i Kudsiyye” ne diyor? “Noksan adama bağlanırsan , öldürücü zehirdir, avuyu yersin.” diyor.
(Bu hususta Efendi Hazretlerimiz “Risâle-i Kudsiyye Tercümesi”nde şöyle buyuruyor:
“İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bir mektûbunda şöyle buyuruyor: ‘Kâmil ve mükemmil bir zâta kavuştuktan sonra mürîde bütün murâdını ona bırakmaktan başka bir şey düşmez. Zîrâ kendi durumu artık yıkayıcı elindeki meyyit(in yâni ölünün kendisini yıkayana teslim olması) gibidir.
Tâlibin (ve mürîdin) isteğini gevşeten, ateşini söndüren en kötü şey, nâkıs olan, yolu bitirmemiş olan kimseye teslim olmaktır. Nâkıs demek; sülük ve cezbe ile yolu tamamlamayıp kendisine şeyh, mürşid ismini veren kimse demektir.
Nâkıs şeyhlerin sohbeti ‘Semm-i kātil (öldürücü zehir)’dir. Böyle birine teslim olan felâkete gider. Anlatıldığı gibi böyle biri ile sohbet yüksek kābiliyet sâhipleri için bir düşüş getirir. Onu zirveden çukura indirir.
Meselâ bir hasta, mütehassis olmayan, icâzeti bulunmayan bir tabîbin ilacını içerse, iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar.
İyi olmak kābiliyeti de bozulur. Bu alınan ilaç her ne kadar ilk anda ağrıyı dindirip sancıyı hafifletir ise de hakîkatta mazarratın (ve zararın) ta kendisidir. Bir hasta hakîkî bir tabîbe giderse, bu tabib önce o ilacın zararlarını gidermeye çalışır, ondan sonra da hastalığı tedâviye başlar.’” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, mektûb rakamı:61, 1/73; Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, 2/514))
(İsmet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri “Risâle-i Kudsiyye”de bu hususta şöyle buyuruyor:
خُصُوصَا مُرْشِدِى عُقْبَادَهْ اُولْسَهْ كَمَالْ اَهْلِى اَكَرْ بِرْ شَيْخ بُولُنْسَهْ
اٰكَا جَائِزْ اُولُورْ تَـسْلِيمْ اُولُنْسَهْ مُريِدْ اُولْسُونْ هَمَانْ قَبُولْ اُولُنْسَهْ
“Husûsâ mürşidi ukbâda olsa,
Kemâl ehli eğer bir şeyh bulunsa.
Ona câiz olur teslim olunsa,
Mürîd olsun hemen kabûl olunsa.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz bu beyitleri şöyle şerh etmiştir: “Bâhusus (bir kimsenin şeyhi) âhirette olsa (vefât etmiş olsa), eğer mânevî olgunluğa ermiş başka bir şeyh bulunsa o şeyhe intisâb etse câiz olur. O bulunan şeyh efendi kabûl ederse, hemen ona mürîd olsun.
Bir kimse, şeyhi vefât ettikten sonra başka bir kâmil şeyh bulsa, ona bağlanabilir. Bağlanmayıp âhiretteki şeyhine râbıta etmeye devâm da edebilir.
Allâh’ın dostları bizi nasıl düşünüyor, bize nasıl akıl veriyorlar, vakitler zâyi olmasın, ömür boşa gitmesin diye nasıl büyük tenbihler veriyorlar.” (Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, beyt rakamı:362, 2/455))
Görüldüğü üzere Mustafa İsmet Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, şeyhi vefât edenin yeni bir şeyhe intisâbını o şeyhin kemâl ehli olması şartına bağlıyor. Kemâl ehli demek “Mâneviyatta zirveye ulaşmış kâmil ve mükemmil şeyh” demektir.
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, kendisi hakkında “Hasan Efendi gevşek adam, bir şey beceremez. Oğlu çarşafın aleyhine konuşarak dîni yıkmış, kendisi Of’a gitmiş. Yanında şerîat yıkılsa hiç emr-i bi’l-ma‘rûf yapmaz.” buyurduğu merhum Hasan Efendi hocamız velî kullardan olsa bile mürşid-i kâmil olma sıfatına sâhip olabilir mi?! Hidâyetine vesîle olduğu bir kişi gösterilebilir mi?!
Hele bir de kendisine iftirâ edilerek yerine bıraktığı iddiâ edilen Fikri Doğan gibi, Efendi Hazretlerimiz’in, kendisi hakkında: “Ben Fikri’yi böyle bilmezdim, sözümü dinlemiyor. Bu zamâna kadar (o imamken) mihrap boştu.” buyurduğu ve bu sebeple mürşidine kin tutarak on üç sene ziyâretine bir kere dahî gitmemiş, ayrıca Berâat Gecesi bile afv edilmeyen kebâir günahlardan biri olan “Müslümanlara kin tutma ve küs durma” vasfına sâhip olması hasebiye bâzı Müslümanlara yıllarca selâm vermeyip selâmlarını almayan bir mahrumun mürşid-i kâmil olduğunu düşünmek muhal olarak dahî farz edilemeyecek bir uydurmadır.
Şimdi “Risâle-i Kudsiyye”de geçen bu beyitte zikredilen “Kemâl ehli” sıfatı İsmâîlağa’nın şeyh diye ortaya attığı bu kişilerde aslâ mevcut olmadığı kesinleştiğine göre “Vefât etmiş şeyhine râbıta yapan nâkıs kalır.” beytinin Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz hakkında geçerli olmadığı anlaşılmıştır.
(Ne yapsın yâni?!) Efendi Hazretleri milleti helâk mı etsin?! Yâni “Yok evlâdım, ne yapayım?! Ben işi kendime ayırmak istediğimden değil, kābiliyet kalmadı.” diyor, görüyoruz ortada işte.
(Efendi Hazretlerimiz’in boğazlar komutanı diye övdüğü Avni âbimiz de bu sözü bizzât Efendi Hazretlerimiz’den işitenlerdendir.)
Eee şimdi dikkat! Büyüklere îtirâz orada kalmaz. Bu kafa “Risâle-i Kudsiyye” ile Efendi Hazretleri’ni çatıştıran, Efendi Hazretleri ile “Mektûbât”ı çatıştıran kafa, işte aynı kafa mezheplerle Kur’ân’ı, sünneti çatıştıran, hadîsle Kur’ân’ı çatıştıran ve nihâyetinde meâlci olup çıkan ve ondan sonra da “Ben Rasûlüllâh (hakkın)da da şüphe ediyorum. Kendini Allâh’ın yerine koydu.” diyen biri önümüzde!
“Mektûbât”ı tercüme edecek kadar âlim, İsmâîlağa’da ders okutmuş bir Talha Alp önümüzde örnek olarak şu anda duruyor.
Şu anda, birkaç sene içinde yaşadık, bütün medresedeki hocaları okutmuş, “Mektûbât”ı tercüme etmiş. Ama şu anda ne diyor? “Allâh’ta lafım yok ama peygamberde şüpheleniyorum. Bu peygamber de kendini Allâh’ın yerine koydu.” diyor. Allâh onu ıslâh etsin.
Şimdi bunları hiç mi örnek almayacağız?! Hiç mi ibret almayacağız?! Aşağıdan aşağıdan îtirâza başlayanların sonunda îtirazları Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e kadar geldi.
“Yapmayın, etmeyin! Çoluğunuzu çocuğunuzu bunların medreselerine vermeyin.” diyorsak, sizin îmânınızı ve neslin îmânını kurtarmak için diyoruz. Kimse köşe kapmak için bir şey yapmıyor, yapanlar ortada, iddiâcılar ortada.
Biz burada müritliğe devâm etmeye çalışıyoruz. Niye? (Çünkü) bize dediler ki: “Haddinizi bilin. Siz mürîdsiniz. Size biz en fazla vekillik vermişiz. Bizim yolumuzu muhâfaza ederseniz vekilliğiniz mübârek olur, hizmetiniz çok olur, müşteriniz bol olur, cemâatiniz artar, Hazret-i Mehdî’ye kadar bu yol yürür.” dediler. Bize böyle dedi Efendi Hazretleri.
Ama “Ben sana vekillik versem de doğru yoldan şaşarsanız vasiyetlerimi tutmazsanız nisbetim (feyiz verme irtibâtım sizden) çekilir, bereketiniz kalkar.” buyurdu.
Bu (husus), Efendi Hazretleri’nin umûmî vasiyetidir. Şimdi aynen görüyor muyuz? Efendi Hazretleri’nin sözünü tutanların bereketi ortada, sözünü bozanların bereketsizliği ortada.
Aynı bu mesele. Onun için buradan büyük bir ders çıkarın. Allâh dostuna îtirâz etmemek (lâzım). Mahmûd Efendi Hazretleri gibi tescilli bir velî, bütün dünyâ-âlem şâhitlik etmiş. Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
«إِنَّ اللّٰهَ لَا يَجْمَعُ أُمَّت۪ي عَلٰى ضَلَالَةٍ.»
“Şüphesiz Allâh benim ümmetimi dalâlette birleştirmez.” (et-Tirmizî, es-Sünen, el-Fiten:7, rakam:2167, 4/39-40; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:27224, 45/200)
Dünyânın bütün âlimleri, Müceddid olarak (onda) ittifak etmiş. Böyle bir insanın konuşmalarını tartışmaya açıp da “Kandırılıyor, hastaydı, alzheimerdı.” gibi (laflar söyleyerek) böyle bir velîye (bu lafları) diyenler işte aynı kafa, işte o kafa. O kafa (var ya), korkmaz o kafa, o kafa İmâm-ı Gazâlî’ye de konuşuyor, İmâm-ı Rabbânî’ye “Ne biçim konuştu?!” diyor.
O kafa “Abdülkādir Geylânî hadiste zayıf.” diyor. “Uydurma hadisler var kitabında.” diyor ve bunlar büyük bir tehlike arz ediyor. Müslümanlar bunların sohbetlerini dinlemesin, evliyâullâhın bereketlerinden mahrum olmasınlar.
-İKİNCİ FASIL –
– “EFENDİ HAZRETLERİ’NDEN SONRA SİLSİLEYE ŞEYHLER YAZMAZSAK TARÎKAT KAPANIR.” DİYENLERİN YALANLARINA CEVAPLAR –
Birilerinin: “Efendi Hazretleri’nden sonra silsileye şeyhler yazmazsak tarîkat kapanır.” sözüne karşı en doğru cevap aslında Efendi Hazretlerimiz’in: “Ben yerime şeyh bırakmadım, vekillerimle bu yol Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak, râbıta bana devâm edecek.” buyurmuş olması ve bunu diyenlere: “Esâsen vasiyeti bozulursa tarîkat kapanır.” denmesidir.
Efendi Hazretleri buyurdu ki: “Benim vekîllerim benim yolumu muhâfaza ettikleri sürece mürşid-i kâmil mesâbesindedir, bir ilde bulundukları yerde güneş gibidir.”
Bunlardan yola çıkarak “Bu kapının bâzı vekilleri diğer birçok kapının şeyhlerinden daha istikāmetli, takvâ sâhibi ve tasarrufludur.” denilebilir.
Dolayısıyla nasıl ki; silsilemizin büyükleri Sa‘deddîn Kâşgarî, Molla Câmî, Seyyid Şerîf Cürcânî gibi nice vekiller yetiştirdi ama tabî silsile işi farklı bir iştir. Ama Efendi Hazretleri gibi tasarruf sâhibi zatlar çok kābiliyetli vekiller yetiştirmiştir. Buna güvendiği için “Vekillerim yoluyla Hazret-i Mehdî’ye ulaşacaktır.” buyurmuştur.
Ayrıca “Bu kapı kapanmayacak elhamdülillâh.” diye sevindiğine dâir duâları da mevcuttur. Ka‘be’nin kapısında yaptığı duânın kabûl olduğuna dâir müjde aldığı bilinmektedir. Ancak şu anda “Sizden sonra halîfe bıraktınız mı?” sorusuna “Yok yok.” diye cevap vermesi kapının kapandığı anlamına da gelmez. Silsilenin kesildiği anlamını da taşımaz.
Çünkü “Vekillerimle bu yol devâm edecek. Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak.” beyânı var. Bu beyân göz önünde bulundurulduğu zaman silsilede de bir inkıtâ‘ ve kesiklik olmadığı anlaşılır. Çünkü Efendi Hazretleri’ne bu yolun kendisinden Hazret-i Mehdî’ye geçeceği bildirilmeseydi böyle bir beyanda bulunmazdı.
Dolayısıyla Mahmûd Efendi Hazretleri gibi bir müceddid hem ilmî hem tasavvufi çalışmaları birlikte yürüttüğünden ve medrese faaliyetleri olduğundan, diğer tarîkatlarda meselâ Süleymancılarda şu anda tasavvuf ve tarîkat hizmetlerinin bozulması gibi kötü misaller buraya örnek teşkil etmez.
Zîrâ o zatlar Mahmûd Efendi Hazretleri gibi müceddid değildiler. Dolayısıyla medreseyle tekkeyi, şerîat ile tarîkatı cemeden Mahmûd Efendi Hazretleri gibi zatların nüfûzunun ve etkisinin diğerlerine benzemeyeceği âşikârdır. Ama burada unutulmaması gereken “Vekillerim benim yolumu muhâfaza ettikleri sürece” diye şart ve kayıt vardır.
Dolayısıyla vekiller içerisinden kim Efendi Hazretleri’nin yolunu muhâfaza eder ve şartlara riâyet ederse zâten ihvânın kalbi onlarda cem olacak ve onların da tâyin ettikleri vekillerle Efendi Hazretlerimiz’in yolu yürüyecektir. Ama bir insan şartı bozduysa burada Efendi Hazretleri sözü bozmuş anlamına gelmez veyâ onun sözünün çıkmadığı anlamını taşımaz.
Nitekim eski istihâreci de “Ölünceye kadar benim istihârecim budur.” diye Efendi Hazretleri’nin el yazısıyla bir kâğıt almıştı ki Cübbeli Hoca da bu kâğıdı görmüştür.
Sonra Efendi Hazretleri onu azlettiği zaman sözü bozan Efendi Hazretleri olmamıştır. Çünkü karşı taraf şeyhlik iddiâsı yapınca ve “Senden sonra ben şeyh olacağım.” deyince Efendi Hazretleri tarîkat bozulmasın diye onu azletmek zorunda kalmıştır.
Burada Efendi Hazretleri’nin ne kabahati vardır, ne yanlışı vardır?! Diğer olaylar da buna kıyâs edilmelidir. Efendi Hazretlerimiz bâzılarına bir kısım beyanlarda bulunmuş ama sonra bâzı meselelerde o sözlerini neshetmiştir ve neshederken de “Ben kimseye söz vermedim.” buyurmuştur.
“Ben kimseye söz vermedim.” sözünde bir tenâkuz ve çelişki var zannedilebilir. Hâlbuki Efendi Hazretleri verdiği sözleri şartlı vermiştir ve “Benim yolumu muhâfaza ettikleri.” sürece buyurmuştur. Bu meselede ise birileri bu şartları ihlâl ettiğinden Efendi Hazretleri evvelce îlân ettiği başvekillik kararını neshetmiştir.
Mahmûd Efendi Hazretleri Tarîkatı Bitirmedi!
“Mülkiyet Hakkı Bende Kalacak.” Buyurdu!
Şimdi birileri çıkmış: “‘Efendi Hazretleri son şeyhtir.’ diyenler tarîkatı kapatmış oluyor.” diyorlar.
Hâlbuki Efendi Hazretleri’nin vasiyetini bozarak ondan sonra şeyh ittihaz edenler tarîkatı bitirmiş oluyor. Tabî birileri bunu bir karanlık oyunu devreye sokmak için yapıyor, kimisi menfaati kesilmesin diye buna sessiz kalıyor, kimi câhiller de ne olduğunun farkında bile olmuyor. Şimdi sizlere Cübbeli Hoca’nın bir konuşmasını arz ediyoruz:
Haa (birileri Cübbeli) “Silsileyi koparttı.” diyor. Şimdi silsilede Efendi Hazretleri şeyh mi bıraktı da ben koparttım?! Peki Efendi Hazretleri dükkânı kapatmadı ama Efendi Hazretleri dedi ki: “Mülkiyet bende kaldı, vekillerle dükkân çalışacak.”
Hacı Bekir Lokumcusu, bilmem neyin Kuru Kahvecisi, kaç senelik yazıyor? (Meselâ) bin sekiz yüz küsur. Dükkânlar devâm ediyor mu?! Eğer o dükkânda çalışanlar, o Osmanlı döneminden kalan kahve çekme sistemi veyâ şeker ve lokum yapma sistemini hiç bozmadan aynı şeyle devâm ettiriyorlarsa tabî ben kefil olamam hiçbirine, çünkü ilk zamandaki lokumu yemediğim için, yüz sene evvelki lokumu yemeyince hep bu lokumu yersen “Lokum güzel gidiyor.” dersin yâni ama beş sene, on sene evvelkini bozuyorsa onu anlıyorum.
Çünkü ben 20 sene evvel de Mevlid’de lokum yaptırdım onlara. Diyorum “Bu eski lokum çok güzeldi, bu naylon gibi olmuş, kayış gibi çekiliyor.” diyorum.
Eee şimdi dolayısıyla ben 15-20 seneki lokumu kıyâs edebiliyorum. Ama eğer o dükkânı kuranın, o müessesenin sâhibinin usûlüne göre riâyet edip aynı sistemde yapıyorlarsa dükkânlar açık mı? Açık. Mülkiyet kimde? Kurucusunda.
Son kurucusu, bu işin sâhibi bu tarîkatın müceddidi Mahmûd Efendi Hazretleri’dir. Bunda şüphe var mı?! İhtilâf var mı?!
Bütün dünyâ gelip de ihvân olmadığı hâlde bütün ulemâ “Bu zât, asrın müceddidi, sâdece Nakşî tarîkatının değil, sâdece Hâlidiyye kolunun değil, bütün dünyânın müceddidi.” dediler mi? Dediler.
Peki ondan sonra bunların (Hasan Efendi ve Fikri Doğan gibi şeyh olarak) uydurdukları kişiler, bu tarîkatta hiçbir etkileri, sohbetleri, tesirleri, bir insanı yönlendirdikleri, bir insanı namaza başlattıkları, çarşaf giydirdikleri, bir kızı okuldan çıkarttıkları, yüz binlerce, milyonlarca Efendi Hazretleri’nin yaptığı tecdîd hizmetlerinin üzerine gölge düşürecek, baskın gelecek ve “Ben daha fazla hizmet yaptım.” diye gösterebileceğimiz (bir şey yapan) biri var mı?! Yok. Varsa söyleyin ya!
Peki o zaman dükkân kimin?! Sâhibi kim?! Alî Hayder Efendi Baba, en son sâhibi olarak kime vermiş mülkiyeti? (Ve ne buyurmuş:) “Sana râbıta yapılabilir, sen öyle bir mürşid-i kâmilsin ki, ben sağken bile sana (râbıta) yapılabilir.”
(Yâni) “O kadar büyük adamsın.” demiş ona. Mülkiyet devri yapılmış mı? Yapılmış. Peki mülkiyet Efendi Hazretleri’ndeyken, biz ne diyoruz? “Efendi Hazretleri’nin mülkiyeti.” diyoruz. Niçin? Çünkü mülkiyet sâhibi Alî Hayder Ahıshavî Hazretleri.
Alî Hayder Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû), Mahmûd Efendi Hazretleri’ne: “Bende ne varsa sana verdim.” demiş mi?! “Sana râbıta yapılabilir.” demiş mi?!
“Sen şeyhsin, mürşid-i kâmilsin” demiş mi? Zâten “Râbıta yapılabilir.” ne demek? “Dünyânın en büyük mürşidisin.” demek tasavvufta. Peki Mahmûd Efendi Hazretleri’ne bu sorulmuş mu? Sorulmuş. “Yerinize birini bıraktınız mı?” Bu sorulmuş. Ne buyurmuş? “Yok, yok.”
Sonra diğer hoca efendiler sormuş. Ben sordum, öbürü soruyor. “Vekîllerimle bu yol yürüyecek.” (buyuruyor.)
Yâni dükkân kapatılmadı, dükkân açık duruyor ama hangi vekiller onun gösterdiği yol üzere programı uygularsa Hazret-i Mehdî’ye kadar onlardan herkes fayda görür. Onlar da âhirette Efendi Hazretleri’nin şefâatine erer.
Ama dedi mi ki: “Bana râbıta devâm edecek, başkasına râbıta yapılmayacak?!” dedi. Bunu ben kulağımla duydum mu? Duydum. Vallâhi billâhi duydum.
Kim duydu ki “Hasan Efendi’ye râbıta yapılabilir”, “Fikri’ye râbıta yapılabilir?!” Kim duydu?! Bir kişi çıksın da “Ben duydum.” (desin).
Eee ben: “Duydum.” diyorum. Zâten “Şeyh yok, yerime kimseyi bırakmadım.” diyor. “Yerime kimseyi bırakmadım.” dedikten sonra dükkân kapanmış olmuyor. “Vekillerimle bu yol Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak.” buyurduğuna göre dükkân devâm ediyor. İbrâhîm Efendi râbıtasına, murâkabesine devâm ediyor.
Ben râbıtama devâm ediyorum. Yüzlerce, binlerce âlim, vekîl, temsilci devâm ediyor. On binlerce, yüz binlerce ihvân, Efendi Hazretleri’ne râbıtaya devâm ediyor.
Sayıya vursak, hak yine bu tarafta. Delîle vursak, bütün deliller bu tarafta. (Onlara yarayacak ortada) hiçbir delîl yok. Haa, eğer Efendi Hazretleri: “Ben şunu yerime şeyh bıraktım.” deseydi, biz de ona tâbi olmasaydık, o zaman tilkilik yapmış olurduk. Çakallık yapmış olurduk.
Bak, onu kabûl ederim. Burada bu kadar delîl var ki Efendi Hazretleri’nin “Bırakmadım.” dediğine. Kendi sesi var zâten, Efendi Hazretleri’nin beyânı.
Eee peki, sen Efendi Hazretleri’nin “Bırakmadım.” dediği yere şeyh uydurunca tilki olmuyorsun da ben Efendi Hazretleri’nin beyânını (naklederek) “Hazret-i Mehdî’ye kadar bunu muhafaza edeceğiz.” dediğim zaman niye tilki oluyorum?!
Şeyh vardı da, Efendi Hazretleri bıraktı da ben mi duymadım?! O zaman İbrâhîm Efendi niye uymadı?! Koca evliyâullâh, kırklardan. O zaman bu Şûrâ’nın hocalarının âlimleri, Efendi Hazretleri’nin en bağlıları, bunlar niye uymadı?! Sizin elinizde kim kaldı?! Kâğıthaneli Muhittin, Şişaneli bilmem Muînuddîn.
Sizin elinizde iki tâne, üç tâne bir şey kaldı. Kim kaldı? İbda-c Sâdettin Ustaosmanoğlu, (Fikri’ye) intisâb etti. Veyâhut da “Ben sana râbıta yapıyorum’ dedi. Tamam. Zaten Sâdettinlerin râbıta yaptığı yere râbıta yapmak câiz değil yâhu.
Dolayısıyla burada silsile kopmadı. Dükkân kapanmadı. Aynı dersleri târif ediyor mu hocalarımız?! Ediyor. Bütün hanım kardeşler, derslerine devâm ediyor mu, râbıtalarına, murâkabelerine?! Bütün kız medreseleri, on binlerce talebe teheccüde kalkıyor mu?! Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıyor mu?!
Onlarda bir tâne cinlenen yok. Bu tarafta, bağıran bağırana. Ne haberler geliyor bize? İsimler, şahıs isimleri olduğu için teşhir etmiyoruz.
Dolayısıyla, bütün dünyânın aslanlarının bağlandığı (bu) silsile (var ya), gelip birisi bunu koparamaz. “Koparamaz” ne demek? Sen neye göre dayanıyorsun?!
Burada şeyh îlân diyorsun. Eee “Çünkü ben para toplayamam.” (diyorsun.) Bunu orayı yöneten adam söyledi bana, Seyfettin söyledi bana. “Para toplamam için şeyh bulmam lâzım.” diyor. “‘Gel sana şeyhten duâ alayım.’ diyeceğim.” diyor adama. Adam da: “Tamam, şeyhten duâ alınca işim düzelecek.” diye gelecek.
Şeyh olmazsa gelmiyormuş. Şeyhten aşağı kurtarmıyormuş. Eee sen git, Edirnekapı Şehitliği’ne Alî Hayder Efendi Baba orada, İsmet Baba’ya git, İsmet Baba orada, Mahmûd Efendi Hazretleri orada, git.
Bunlar ölmediler. Hep devamlı zuhûratlarda gözüküyorlar. “Biz işimizin başındayız.” diyorlar. Herkes görüyor. Ee siz de bir tane zuhûrât bile uyduramadınız. Kaç yıl geçti, bir tâne uyduramadınız.
Hasan Efendi’yi de istismar ettiniz. O da size prim vermeyince, ondan sonra “Dur bakalım Hasan Efendi de bir an evvel ölse de Hasan Efendi’yi gömmeden evvel bu işi bozsak.” dediniz ve Hasan Efendi’nin defninden önce, râbıtayı Hasan Efendi’ye de karşı gelerek bozdunuz ve böylece ne yapmış oldunuz? Siz tarîkatı gömdünüz.
Ama bizim tarîkatımız devâm ediyor. Efendi Hazretleri’nin tarîkatı devâm ediyor. Çünkü ne var orada? İki tâne kablo var. (Ama) bir kablo ana kofraya bağlı değil. Sen oradan kablo uydurdun. Ucu açık. Her dakîka çarpılmaya müsâit.
Benim burada (ise) kablo devâm ediyor, ana kofraya bağlı. Oradan daha ilerisine bağlı, elektrik idâresine, bilmem ne idâresine.
Bizim burada kofralar çalışıyor, taktığımız fişler çalışıyor. Patlayan yok, çatlayan yok. Huzur üzere, feyiz üzere bütün ümmet devâm ediyoruz, Efendi Hazretlerimiz’in berekâtıyla. Efendi Hazretleri’nin gösterdiği yoldur. Ama orada “Kablo var.” diye aldanan (biri çıkıyor), bir (fişe) takıyor, bom (diye patlıyor)!
Bizim burada kablo devâm ediyor. Sâkin sâkin Nakşîler yürütürler işlerini. Gizli gizli ulaştırırlar Harem’e kāfileyi. Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıp da Allâh’a ulaşamayan olur mu?! Vallâhi olmaz, billâhi olmaz, tallâhi olmaz.
Haramlardan sakınmak şartıyla (Mahmûd) Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıp seyr-i sülükte o râbıtayla Allâh’a vâsıl olmayan yemîn ettim olmaz.
Çünkü o, Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri(ne bağlanır), o (da), Alî Rızâ Bezzâz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri(ne bağlanır), orada kopukluk yok. Burada kopukluk var.
Ne anlatıyor Ahmet Yeter Hoca? Bunların eski bölge başkanı, şimdi Şûrâ’nın baş vekillerinden Karabük(te). Ses kaydı var. Hoca efendi ne anlatıyor?
“Gidiyorduk, Hasan Efendi’ye, soruyorlardı ‘Efendi Hazretleri’ne devâm edecek, bana râbıta olmaz.’ (diyordu.) Kaç kere Hasan Efendi: ‘Şeyh yok, şeyhlik yok.’ dedi.”
Bunların hepsini beyân etti yâ.
“Ama kapıdan çıkarken Seyfettin: ‘Arkadaşlar bu burada kalacak.’ (diyordu.)”
Eee mâdem Hasan Efendi’ye “Şeyhim.” diyorsun. Hasan Efendi: “Ben senin şeyhinim.” demedi.
Ama sen ona “Şeyhim.” diyorsun mâdem, peki o: “Ben değilim.” diyor sana da, sen niye kapıda tâlimât veriyorsun “Bu burada kalacak.” (diyorsun?!)
Mâdem senin şeyhindir, dediğini millete îlân etmen lâzım. Ben Efendi Hazretleri’nden duyduğumu dünyâya îlân ediyorum. Sen niye Hasan Efendi’ye “Şeyh” deyip de Hasan Efendi’ye hâinlik ediyorsun?!
En büyük zararı, istismârı ve hâinliği Hasan Efendi Hocamız’a yaptılar ve Hasan Efendi Hocamız’ın yüzüne de âhirette bakamazlar.
(Hasan Efendi) 20 ay uğraştı bu râbıta için, sabahına (onu) defnetmeden “Efendi’ye (râbıta) yasak.” dediler. Sen nasıl “Efendi’ye daha yapmayacaksın.” diyorsun?!
Yâni Efendi Hazretleri’nin bu kadar düşmanları vardı tabî. Bidat ehli, dinsiz, donsuz, dolu düşmanı vardı Efendi Hazretlerimiz’in. Hangisi bu kadar zarar verebildi?! Hiçbiri zarar veremedi. Kendi yetiştirdiği adamlar, emek ettiği adamlar, analarından, babalarından onlara çok acıdı, onları gözetti.
Beni de öyle. Ama ben kapının kıtmîri olarak ona vefâ borcumu ölene kadar ödemeye devâm edeceğim inşâallâh. Allâh beni muvaffak etsin. Muhâfaza etsin.
Onun için siz korkmayın. Kapı kapalı değil. Yeter ki vekillerden hangisi onun yolunu koruyor, râbıtasını koruyorsa, işte odur. Ama şimdi bak!
Sen ne yaptın? “Dükkân açık, merkez burası.” dedin. Ama şeker yaparken akîde şekeri veyâ gül lokumu, Şekerci Bekir Efendi’nin formülünü (bozdun), yâni o, içine meselâ biraz tarçın koyuyordu, bilmem ne kadar şeker koyuyordu, bilmem şöyle yapıyordu, böyle yapıyordu (ama sen onları değiştirdin).
Şimdi İsmâîlağa’da tabela duruyor. Her şey duruyor. İçeride kim var? İçeride Hüseyin Avni Hoca yok. Ömrünü orada geçirmiş Cübbeli yok. Hüsâmeddin Hoca yok. Kalender Hoca yok. Selim Köroğlu Hoca yok. Ahmet İslamoğlu Hoca yok. Muhammed İslamoğlu Hoca yok. Mustafa Ekin Hoca yok, yok, yok.
Yokları saysam sabaha kadar bitiremem. İçeride bir şey yok. Ama tabela duruyor. Adam da gidiyor, Mahmûd Efendi’nin yolu diye, yâni Şekerci bilmem kim efendinin marka değeri var ya, marka değerinden dolayı gidiyor. Ama bir bakıyor, geçen sene aldığımız şeker nerede?! Bu sene yediğimiz nâne nerede?! He tabelaya aldanan giriyor. Ama kim o tabelanın sâhibinin formüllerini bozmadan aynı ürünü üretiyorsa onun tabelası olmasa da tat onda, lezzet onda, bereket onda, tesir onda, bu işte de feyiz onda (diyebiliriz).
Anladın mı?! Şimdi onun için, dükkânın duruyor olması, tabelanın durması yetmez. Bu iş geçtikçe, o sâhibinin kāideleri devâm ediyor mu?! Etmiyor. Şûrâ’da o kāideler devâm ediyor mu, etmiyor mu?! Aynen Efendi Hazretleri sağ gibi. Hiçbir şey bozulmuyor. Peki, öbür tarafta kāideler devâm ediyor mu, etmiyor mu?!
Kafadan ilk kāide. “Râbıta bana devâm edecek.” Vâsiyet mi bu? Vâsiyet. Sâhibi mi bunu söylüyor? Sâhibi söylüyor. Yetkili mi bunu söylemeye Mahmûd Efendi Hazretleri? Yetkili.
Buradaki ne diyor? Torunu (Abdülhâlik): “Dedem bunu dese de dinlenmez.” diyor. “Yetkili değil.” (diyor)!
Eee bu (adam) İsmâîlağa kuruluşunun başında işte. Yavuz Selim Gençliği. Siz bunu kulağınızla duymuyor musunuz?!
Oradakilerin zihniyetinin bu olduğunu ondan anlamıyor musunuz?! Eğer (onlara göre) o yanlış konuşsa, ne derler ona? “Sen İsmâîlağa kuruluşu olmaktan çıktın, tabelayı çıkartın oradan, (senin bu tabelayı kullanmanı) yasak ediyoruz.” (derler.)
Hâlâ Yavuz Selim Gençliği’nde ne yazıyor? “İsmâîlağa kuruluşu” yazıyor. Peki başkanı ne diyor? “Benim dedem Mahmûd Efendi dese de geçerli değil.” diyor.
Şimdi o zaman biz şunu anlayalım. Mahmûd Efendi, şeyh miydi, değil miydi? Siz ona bağlı mıydınız, değil miydiniz? Eee “Şeyhe, ölü yıkayıcısının elindeki gibi teslim olmalı.” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, cild:1, mektûb rakamı:61) diye “Mektûbât”ta, her yerde okuyor muydunuz, okumuyor muydunuz?!
Şeyhine “Niçin böyle yapıyorsun.” diye îtirâz eden iflâh olmaz, dünyâ- âhiret felâh bulmaz. Bunu bütün tasavvuf kitapları, başta Şa‘rânî Hazretleri olmak üzere yazıyorlar.
ÜÇÜNCÜ BÂB
MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN TASARRUFUNUN DEVÂMI HAKKINDAKİ DELİLLER
– BİRİNCİ FASIL –
– ÖLMEKLE VELÎLERİN TASARRUFU AZALMAZ BİLAKİS ÇOĞALIR –
Bu Kısım Cübbeli Ahmet Hoca’nın “Tarîkat-ı Aliyye’de Râbıta-i Celiyye” İsimli Eserinden Alınmıştır
1) Büyük imam Fahruddîn er-Râzî (Rahimehullâh) “el-Metâlibu’l-‘âliye” adlı meşhur kitabında ölüleri ve kabirleri ziyâret ederek onların rûhâniyetlerinden istifâdenin (mâneviyatlarından faydalanmanın) şeklini açıklarken özetle şöyle buyurmuştur:
“Bedenlerden ayrılan ruhlar bâzı yönlerden, bedenlerle alâkalı ruhlardan daha kuvvetlidir.”
Kendisi orada bunu (yâni “Bedeninden ayrı olan bir rûha yöneliş” anlamına gelen râbıtayı) açıklamıştır. (Fahruddîn er-Râzî, el-Metâlibu’l-‘âliye, 7/276-277, 443)
2) Büyük müfessir Beyzâvî (Rahimehullâh) Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen:
عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «صلُّوا عَلَيَّ فَإِنَّ صَلَاتَكُمْ تَبْلُغُن۪ي حَيْثُ كُنْتُمْ.»
“Bana (sâdece kabrimin yanında değil her yerde) salât(-ü selâm) okuyun, zîrâ şüphesiz sizin salâtlarınız nerede bulunsanız da bana ulaşır.” (Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Menâsik:99, rakam:2044, 2/169) hadîs-i şerîfinin şerhinde şöyle demiştir:
قَالَ الْبَيْضَاوِيُّ: «وَذٰلِكَ لِأَنَّ النُّفُوسَ الْقُدْسِيَّةَ إِذَا تَجَرَّدَتْ عَنِ الْعَلَائِقِ الْبَدَنِيَّةِ؛ عَرَجَتْ وَاتَّصَلَتْ بِالْمَلَأِ الْأَعْلٰى، وَلَمْ يَبْقَ لَهَا حِجَابٌ، فَتَرَى الْكُلَّ كَالْمُشَاهِدِ بِنَفْسِهَا أَوْ بِإِخْبَارِ الْمَلَكِ، وَف۪يهِ سِرٌّ؛ يَطَّلِعُ عَلَيْهِ مَنْ تَيَسَّرَ لَهُ.»
“Şu bir gerçek ki mukkades ruhlar (vefât ederek) bedenle ilgili ilişkilerinden tecerrüd ettiği (tamâmen soyutlandığı) zaman semâya yükselerek Mele-i A‘lâ (en yüksek melek cemâati) ile birleşirler.
Artık onlar için (dünyâda olup bitenleri görmelerine mâni olacak) hiçbir hicab (perde ve engel) kalmaz.
Böylece o ruh her şeyi bizzât kendi müşâhedesi ile veyâ bir meleğin bildirmesiyle görür. Bunda öyle bir sır vardır ki kendisine (nasîb ve) müyyesser olanlar ona vâkıf olabilir.” (‘Abdullâh el-Beyzâvî, Tuhfetü’l-ebrâr, 1/307)
3) Sa‘düddîn-i Teftâzânî (Rahimehullâh) “Şerhu’l-Mekāsıd” adlı eserinde şu beyanda bulunmuştur:
“İslâm’ın inanç esaslarından anlaşılan odur ki; bedenden ayrıldıktan sonra da ruh için bâzı cüzî idrâkler ve dirilerin, özellikle ölü ile arasında dünyâda tanışma bulunan kimselerin bâzı cüzî hâllerine ittılâı (vâkıf olması) sâbittir.
Bu yüzden kabirleri ziyâret ve hayırları celbedip şerleri defetme husûsunda sâlihlerin ruhlarından isti‘âne (yardım isteme) câiz olup faydası görülmüştür. Çünkü bedenden ayrılan rûhun, hem bedeniyle hem de defnedildiği toprakla bir nevi ilgisi devâm etmektedir.
Bu yüzden o toprağı ziyâret edip, ölünün rûhu tarafına yönelen (râbıta yapan) dirinin rûhuyla ölünün rûhu arasında bir nevi mülâkât (karşılaşma) ve ifâzât (feyiz alışverişi) meydana gelir.” (Sa‘düddîn Mes‘ûd et-Teftâzânî, Şerhu’l-Mekāsıd, 2/32)
4) Sultan Selim Hân’ın şeyhulislâmı olan İbnü Kemâl Paşa (Rahimehumellâh) buyurdu ki: “Dünyâda bulunan ruh, kının (muhâfazasın)daki kılıç gibidir. Ölümünden sonra ise cismânî alâkalardan (bedenin işlerinden) soyulduğu için kınından çıkmış kılıç gibi (daha faal)dir.” (İbnü Kemâl, er-Risâle fi şerhi’l-ehâdîsi’l-erba‘în, sh:41)
5) Alâüddîn Attâr (Kuddise Sirruhû)nun halîfelerinden olan Seyyid Şerîf Cürcânî Hazretleri (Rahimehullâh) “el-Mevâkıf Şerhi”nin sonlarında, “el-Metâli‘” şerhine yaptığı hâşiyelerin başlarında: “Evliyâullâhın sûret (mübârek şekil)lerinin, mürîdlerine zâhir olabileceğini (görünebileceğini), ölümlerinden sonra bile mürîdlerin kendilerinden feyiz alabileceklerini” açıklamıştır. (İbrâhîm Fasîh, el-Mecdü’t-tâlid fî menâkıbi Mevlânâ Hâlid, sh:20)
6) “el-Eşbâh” şârihi Allâme Ahmed el-Hamevî (Kuddise Sirruhû) “Nefehâtu’l-kurbi ve’l-ittisâl” isimli eserinde şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz velîlerin rûhâniyetleri, cismâniyetlerine gâlip oldukları için değişik şekillerde gözükürler. Dolayısıyla hayatlarında da ölümlerinden sonra da, velîlerden tasarruf (rûhâniyetleriyle alâkalı tesirler ve iş görmeler) vukû bulur (meydana gelir).” (Şihâbüddîn el-Hamevî, Nefehâtu’l-kurbi ve’l-ittisâl, sh:81-83; Mevlânâ Hâlid Zıyâûddîn, Risâle fî hakkı’r-râbıta, Reşahât hâmişi, sh:224)
7) İmâm-ı Ma‘sûm (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin halîfesi Muhammed Murâd el-Kābilî el-Hanefî el-Münzevî (Kuddise Sirruhû) “er-Risâletü’n-Nakşibendiyye”sinde buyurmuştur ki:
“Bu sohbet (mânevî berâberlikten ibâret olan râbıta) uzaktan da yapılabilir. İstifâza (feyiz almak) da yaşlılar ve çocuklar müsâvîdir (eşittir. Hepsi de kendi kābiliyetleri nisbetinde feyiz alır). İfâza da (feyiz akıtmakta) da dirilerle ölüler eşit olarak iş görürler.
Sohbetin (velîlerle berâber olmanın) iki temel aslı vardır ki o ikisi kime verildiyse (bu mânevî yolda) ona her şey verilmiş olur, o iki şey de Nebî (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e tam mânâsıyla ittibâ ve kâmil bir şeyhe olan muhabbet (ve sevgi)dir, lâkin bu sevgi tekellüf (ve zorlama) ile (yapmacık yollarla) bulunacak bir şey değildir, aksine bu konuda yapılacak zorlamalar zındıklıktır. Zîrâ bir şeyhe olan sevgi, Allâh-u Te‘âlâ’nın dilediği kullara vereceği nîmetleri kabîlindendir.”
(Muhammed Murâd el-Buhârî el-Münzevî, es-Silsiletü’n-Nakşibendiyye, Süleymâniye Ktp., Uşşâkî Tekkesi, rakam:16-9, verak:2b; Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye fî âdâbi’t-tarîkati’l-Hâlidiyyeti’n-Nakşibendiyye, sh:16-17; Mahmûd el-Âlûsî, el-Feyzu’l-vârid Şerhu mersiyyeti Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî, sh:255)
İşte bu noktada Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri gibi nûrunu görenin gayr-i ihtiyârî olarak kendisini düşünmekten geri kalamayacağı bir zâta râbıta yapanların sıddıklardan olacağı ama Fikri Doğan gibi meymenetsizlere zorla râbıta yaptırılan zavallıların zındıklığa sürükleneceği açıkça ortaya çıkmıştır. Zîrâ râbıtada zorlama olmaz, sahte şeyhlerin suratlarını görüp de gayr-i ihtiyârî râbıta yapacak ahmak da dünyâda bulunmaz!
Üstâdımız Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: “Tarîkat herkesin ağzının kaşığı değildir. Kimi şeyh değilken araya sokuluyor. Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in son zamanlarında yalancı peygamber çıktı. Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e mektup yazdı: ‘Bu dünyânın yarısı benim yarısı senin.’ (İbnü Hişâm, es-Sîra, 2/600) diye.
Yalancı peygamber çıkar da yalancı şeyh çıkmaz mı?! Hakîkî şeyh olanlar birbirlerine fazla iddiâ etmezler, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) ne yapıyorsa onlar da onu yaparlar. Âyet, hadîs, fıkıhla amel ederler.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, Cild:3, 16 Temmuz Perşembe 1992 târihli sohbet)
8) İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî (Rahimehullâh) birçok kitaplarında ve “Tuhfe-i vesmiyye” isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklamıştır: “Sohbet (Allâh-u Te‘âlâ’nın dostlarıyla berâber olmak) iki kısımdır, sohbet-i cismâniyye, sohbet-i rûhâniyye; rûhânî sohbet, kâmil bir velînin rûhânî (mânevî) meclisine girip dilden dile (gönülden gönüle) onunla söyleşmektir.
Nitekim (aşk şehîdi) Hallâc-ı Mansûr (Kuddise Sirruhû)nun rûhu yüz elli sene sonra Şeyh (Ferîdüddîn-i) Attâr (Kuddise Sirruhû)nun rûhâniyetine tecellî etmiş (âşikâre görünmüş) ve Attâr (Kuddise Sirruhû) onun rûhâniyetinden nur almıştır.
Bu böyledir, zîrâ insanın sâhip olduğu her kemâl aslında rûha âit olduğundan sâhibi diri olsun, ölü olsun feyiz alan kişi her hâl-ü kârda rûhâniyetten müstefîd olur.” (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Tuhfe-i vesmiyye, sh:40)
9) Yûsuf Şevkî et-Trabzônî “Hediyyetü’z-zâkirîn ve Huccetü’s-sâlikîn” isimli Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in çok îtibâr ettiği eserinde şöyle buyurmuştur:
“Bu râbıta (mânevî berâberlik) uzaktan da yapılabilir. İstifâza (feyiz almak) da yaşlılar ve çocuklar müsâvîdir (eşittir. Hepsi de kendi kābiliyetleri nisbetinde feyiz alır). İfâzada (feyiz akıtmakta) dirilerle ölüler arasında hiçbir fark yoktur.” (Yûsuf Şevkî et-Trabzônî, Hediyyetü’z-zâkirîn ve Huccetü’s-sâlikîn, sh:15)
10) Tarîkat-ı aliyyemizin son ismi olan Hâlidiyye’nin müessisi Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu hususta şöyle demiştir:
“Rûhun işi bedenin işine benzemez. Refîk-i A‘lâ’da (en yüce dost olan Mevlâ Te‘âlâ’nın huzûrunda) iken bedeniyle muttasıl olur (bitişip irtibat kurar). Hattâ kendi bulunduğu makāmından, kabrine selâm verenlerin selâmına cevap verir.” (Mevlânâ Hâlid, Risâle fî hakkı’r-râbıta, Reşahât hâmişi, sh:229)
11) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Vefât Etmiş Meşâyihın Tasarrufunun Devâmı Hakkındaki Beyânı
“Hiçbir Müslüman mürîd gider de Allâh’tan başkasını Allâh’a ortak eder mi?! Etmez. Meselâ bir mürîdin şeyhi ister sağ olsun, ister kabirde olsun ‘Şeyhim himmet et.’ derse, o himmeti şeyhden mi istiyor? Yok.
O mürîd biliyor ki; Allâh’tan başka hiçbir kimse iğne tepesi kadar nur veremez. Mürîd, himmet istemekle demiş oluyor ki: ‘Yâ Rabbi! Bu Senin dostundur, onun vâsıtasıyla bana himmet et.’
Şeyh efendi de der ki: ‘Yâ Rabbi! Bu mânevî evlâdımın işini gör.’
Mevlâ bunu dedirtmek istiyor. Hep yardımlar Mevlâ’dandır. Müridler, mürşidleri Allâh’ı bulmak için vâsıta ediyorlar. Kabirdeki meşâyih da aynıdır. Kabirdekilerle görüşenler var.” (Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, 7/41)
12) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin “Ben Vefâtımdan Sonra Daha Çok İş Göreceğim.” Şeklindeki Beyânı
a) Mahmûd Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur: “Bırakmam sizin yakanızı belki mezarımda da Allâh’ın izniyle uğraşırım sizinle!” (Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Duyulan Hikmetli Sözler, sh:50)
b) Muhammed Yelkenci Hoca Efendi Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Şurada câminin ortasında ‘Mir’âtü’l-usûl’ okunuyor, bir defâsında Şâban Efendi Hocamız (Sellemehullâh) takrir ediyor, Efendi Hazretlerimiz buyurdu ki: ‘Şu (usûl-ü fıkha dâir yazılmış) ‘Mir’âtü’l-usûl’ü bu şekilde okumaya okutmaya devâm ederseniz sizi destekleyeceğim, ömrüm vefâ etmez de Edirnekapı’ya nakledilirsem Edirnekapı’dan destek vereceğim.’
Böyle yumruğunu kaldırarak: ‘Oradan destek vereceğim.’ buyurmuştur. Bunlar Efendi Hazretlerimiz’in kelâmlarıdır.
İyi anlamak lâzım! Rabbim (Celle Celalühû) hepimizin anlayışını tam eylesin.”
c) Efendi Hazretleri’ne Senelerce Yakın Hizmet Eden Ahmet Gülsev İsimli Bir Kardeşimiz Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Câmiden geldik. Efendi Hazretlerimiz oturdu. Dedi ki: ‘Ahmed! Sana bir şey soracağım.’ Ben: ‘Buyur Efendi Hazretlerimiz.’ dedim.
Dedi ki: ‘Kılıcı kınından çıkartmadan iş görür mü?’
Ben: ‘Kılıç bu, Efendi Hazretlerimiz. Kınından çıkartmadan nasıl iş görecek?! Çıkarttığın zaman iş görür.’ dedim.
Efendi Hazretleri: ‘Bizim de rûhumuz bedende bu kılıcın kınında olduğu gibidir. Ne zaman ki kılıç kınından çıkarsa, o zaman iş göreceğiz.’ dedi.”
13) Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin “Ben Öldükten Sonra Kabrimin Başını Bırakmayın, Sizi Oradan da Okutacağım.” Sözüne Binâen Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in İki Sene Kar Kış Demeden Her Gün Yürüyerek Edirnekapı Şehitliğine Gitmesi
a) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Bu Husustaki Beyânı
“‘Allâh’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.’ Bu âyet Kur’ân’ın üç yerinde vardır. Bu âyetleri biz bulamazdık, hep Efendi Babam bulurdu. Sağlığında iken derdi ki: ‘Oğlum Mahmûd! Benden sonra etrâfımdan ayrılmayın. Ben sizi okutacağım.’
‘Nefahâtü’l-üns’de yazıyor: ‘Meşâyihtan birisi vefât etti, vefât ettikten sonra mürîdlerini okutuyordu.’ Siz âhireti ne zannediyorsunuz?! Her gün âhirettekiler ile görüşülüyor, konuşuluyor.’” (Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, 5/4)
b) Kadir Temir Hoca Efendi Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Efendi Baba’nın vefâtından sonra Efendi Hazretleri beni de alır kabristana giderdik. Elinde tesbih olurdu, bize de: ‘Sağa-sola bakmayın.’ derdi. Gidene kadar bize Arapça kelimeler sorardı. O zaman araba olmadığı için yaya giderdik.
Efendi Baba’nın kabrine giderken İsmâîlağa’dan çıkar, caddeden sokağa girerdik. Efendi Hazretleri Nûreddîn (Cerrâhî) Tekkesi’nin orada Fâtiha okurdu, Efendi Hazretleri öğle namazından sonra orada Yâsîn okurdu.
Bir gün ona: ‘Efendi Hazretleri Yâsîn Sûresi’ni gelmeden okusak ulaşmıyor mu?! Neden her gün gidip geliyoruz?!’ diye sordum. Bana: ‘Molla Kadir! Efendi Babam bana söz verdi. ‘Benim etrâfımdan ayrılmayın. Ben sizi vefâtımdan sonra da okutacağım.’ buyurdu. Efendi Babam beni okutuyor.’ dedi.
Efendi Hazretleri iki sene her gün Efendi Baba’nın kabrine gittikten sonra haftada bir gitmeye bașladı.” (Hâtıralarla Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Hayâtı, 1/59)
c) Ahmet Yeter Hoca Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatmaktadır:
“Biz Efendi Hazretleri’nin yolunu devâm ettiriyoruz ya. Mürşid-i kâmil o. Kendileri de anlatıyordu bunu ne çabuk unuttular. Bir şeyh öldükten sonra kılıç kınından çıktıktan sonra nasıl daha çok iş görüyorsa bir şeyh efendi öldükten sonra öyle daha çok iş görür. Efendi Hazretleri’nin ‘Risâle-i Kudsiyye’sinden. Onlar da bize anlatıyorlardı bunu. Ne oldu birden?! ‘Efendi Hazretleri’ne bağlı olan, râbıta yapan, nâkıs kalır, eksik kalır, bir şey olmaz, kesilir.’ (diyorlar.) Bunlar Efendi Hazretleri’ne yapılacak hakaretler mi arkadaşlar?!”
14) Âhirette Olan Velîlerin Tasarrufu Dirilerden Daha Çoktur
Bu hususta son söz olarak Osmanlı meşâyihının çokça naklettiği şu beyti okuyalım.
“İki âlemde tasarruf ehlidir rûh-i velî,
Dîme kim ‘Bu mürdedir bundan nice dermân ola.’
Rûh şemşîr-i Hüdâ’dır, ten ğılâf olmuş âna,
Dahî âlâ kâr eder bir tîğ kim üryân ola.”
“Velîlerin ruhları dünyâda da âhirette de iş
görmeye devâm ederler,
Sakın sen: ‘Bu ölmüştür, bundan nasıl kimseye
fayda olacak?!’ demeyesin.
Ruh Allâh-u Te‘âlâ’nın kılıcıdır ki bedenin
derisi ona kılıf olmuş durumdadır,
Bir kılıç kınından çıkarılmış vaziyette
elbetteki daha çok iş görür.”
(Muhammed Murâd en-Nakşibendî, Mâ hazar fî Şerhi Pendnâme, sh:159; Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri, 1/12; Ziyâ Paşa, Harâbât, 2/55; Eyyüb Sabri Paşa, Mir’âtü’l-Haremeyn, -Mir’ât-ı Medîne bahsi-, 1/113)
– İKİNCİ FASIL –
– MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN VEFÂTINDAN SONRA ŞEYHLİĞİNİN DEVÂM ETTİĞİNE DÂİR DELLİLLER –
Bu Kısım Cübbeli Ahmet Hoca’nın “Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler” İsimli Eserinden Alınmıştır
Birinci Delil: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Bu Asrın Müceddididir
Şu bilinsin ki; hicrî takvîme göre her yüzyılın başında Allâh-u Te‘âlâ bu ümmete, sünnetleri ihyâ edip bidatleri öldürerek Dîn-i Mübîn-i İslâm’ı asr-ı saâdetteki mükemmel hâline döndürecek bir müceddid göndermektedir. Nitekim Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْأُمَّةِ عَلٰى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا د۪ينَهَا.»
“Şüphesiz Allâh (hicrî takvime göre) her yüz senenin başında bu ümmet için dînini yeniley(ip, onu asr-ı saâdetteki aslî hâline döndür)ecek birini (müceddid olarak) gönderecektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, es-Sünen, rakam:4293, 4/178; el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:8592, 4/567; el-Beyhakî, Ma‘rifetü’s-sünen, rakam:422, 1/208; et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsad, rakam:6527, 3/323; Şîreveyh ed-Deylemî, el-Firdevs bi-me’sûri’l-hıtâb, rakam:532, 1/148)
Günümüzde her tarîkat mensûbu doğal olarak kendi şeyhini “Kutub” veyâ “Ğavs” gibi tâbirlerle methetmekte ise de Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in dışında hiçbir velî hakkında “Müceddid” tâbîri kullanıldığını işitmedik.
Ayrıca müceddidlik makāmında şart olan “Şerîat ilimlerini ihyâ, sünnet-i seniyyeyi diriltmek ve dîne sonradan katılan bidatleri yok etmek.” gibi sıfatlar ancak Şeyhimiz Hazretleri’nde zuhûr etmiştir.
Zâten müridlerinin bir şeyh efendi hakkında verdikleri hüküm onları bağlar. Üstâdımız Hazretleri’nin müceddid olduğunu ise kendisinin mürîdi olmadıkları hâlde 42 ülkeden gelen ve tamâmı Ehl-i Sünnet olan 350 âlim adına Lübnân Akkâr müftüsü Üsâme Rifâî Hazretleri altı bin kişinin iştirâkiyle yapılan “Tekrîm haflesi (ödül merâsimi)”nde dünyâya îlân etmiş ve bütün ulemâ bunu kabûl etmiştir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/576-577)
İkinci Delil: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Müceddidlerden Olduğu İçin Bu Yüzyılda Bütün Velîlere Feyizler Ondan Gelmektedir
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; bu yüzyılda tüm feyizler herkese bu asrın müceddidinden gelmektedir ki onun bu husustaki beyânı şu şekildedir:
“Yüz yılın müceddidleri bin yılın müceddidi gibi olamaz. Yüz ile bin arasında ne kadar fark varsa yüz yılın müceddidi ile bin yılın müceddidi arasında da (umûmî mânâda fazîletler bakımından) o kadar fark hattâ daha ziyâde fark mevcuttur.
Müceddid o kişidir ki; onun yüz senelik müddeti zarfında Allâh-u Te‘âlâ’dan bütün ümmete ulaşan tüm feyizler kendisi vâsıtasıyla ulaşır. O zaman zarfında bulunan velîler (makam îtibârı ile) kutublar, evtâd (her biri dünyanın dört farklı cihetinde tasarruf sâhibi olan dört velî), büdelâ (kırklar diye bilinen ebdâl) ve nücebâ (üçler, yediler, üç yüzler, beş yüzler ve yedi yüzler gibi isimlerle anılan seçkin velîler) dahî olsalar hepsi sâdece ondan feyiz alırlar.” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, cild:2, mektûb rakamı:4)
İşte Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz asrımızın müceddidi olduğu için İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; bu asırda (yüz yılda) bütün velî zatlara feyizler ondan gelmektedir.
Dolayısıyla 1445 (bin dört yüz kırk beş) yılında bulunduğumuza göre, henüz 1500 (bin beş yüz) yılına ulaşmaya 55 sene varken feyizlerin menba‘ı olan bu zâtın râbıtasından dönenler mânevî yolda büyük bir dalâlet içindedirler.
Artık Üstâdımız Hazretleri’nin vefâtını bahâne ederek râbıtayı başkalarına döndürmek isteyenler ya onun müceddidliğini inkâr etmektedirler ya da İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirru-
hû)nun kelâmını reddetmektedirler ki bu ikisinden birinin dahî bir mürîd için mânevî yolda ne büyük tehlike olduğu îzâha muhtaç değildir! Rabbim onları da ıslâh eylesin. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/577-578)
Üçüncü Delil: Râbıtanın Kendisine Devâm Edeceği Hakkında Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Açık Beyânı Vardır
Şu bilinsin ki; bu konuda Şeyhimiz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin bize söylediği açık bir nas mevcuttur ki onun hiçbir vekîli bunu bozmaya muktedir olamaz ve kendisine râbıta yaptıramaz. Bu hususta beyânı olsa bile bizi bağlamaz.
Zîrâ bizim için esas olan kendisine intisâb ettiğimiz yegâne şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânıdır.
Nitekim bu fakir kardeşiniz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e: “Efendi Hazretleri! Bu zamanda sizin gibi nefsini tamâmen tezkiye etmiş (kötü huylarından arınmış) birini görmüyorum, kitaplarda ise: ‘Bir an bile nefsiyle meşgul olan kişiye râbıta yapan kimse helâk olur.’ buyruluyor.
Onun için sizden sonra râbıta size devâm etse nasıl olur?” dediğimde huzûr üzere bir zaman durduktan sonra:
“Sen bu işi güzel düşündün!” diye cevap buyurmuş, sonra: “Sizden sonra bunu ihvâna duyuracağım.” dediğimde ise: “Doğru yaparsın!” buyurarak bu husûsu beyân etmiştir.
Fenâfillâh makāmında olmayan bir kimseye râbıta yapan kişinin tehlikesi hakkında Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri şöyle buyurmuştur:
«وَصَرَّحَ مُحَقِّقُو طَر۪يقَتِنَا؛ بِأَنَّ رَابِطَةَ مَنْ لَمْ يَفْنَ عَنْ وُجُودِهِ
لَا يُورِثُ الْفَنَاءَ لِلسَّالِكِ، بَلْ قَدْ تُورِطُهُ الْمَهَالِكَ.»
“Bizim tarîkatımızın muhakkikleri (meseleleri delilleriyle inceleyen büyükleri) şu husûsu sarâhaten ifâde etmişlerdir ki; varlığından tamâmen fânî olmamış bir kimseye râbıta yapmak sâlike (ve mürîde) fenâ(fillâh makāmını) kazandırmaz, bilakis gerçekten onu helâk çukurlarına düşürür.”
(Muhammed Es‘ad Sâhibzâde, Buğyetü’l-vâcid fî Mektûbâti Hazreti Mevlânâ Hâlid, sh:175; Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye, sh:68)
Bu fakirin “Râbıta işi tehlikeli bir meseledir, hak etmeyen bir kişiye yapılırsa insan cinlenir, büyülenir.” şeklindeki beyanları işte bu delîle dayanmaktadır. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/578-579)
Efendi Hazretlerimiz bir sohbetinde “Râbıta bozulmadıkça sizi bozamazlar.” ve “Râbıta yapınca cinler yok olur.” buyurarak şu anda onun vasiyetini bozanların, ihvânı bozacağına ve cinlendireceğine şöyle temâs etmiştir:
“Râbıtanızı bozmadıkça sizi yenemezler. Râbıtanızı bozunca sizi bozarlar. Râbıta kaledir. Râbıta namazda yok ama kendiliğinden gelirse reddedilmez.
(Bir gün) Mekke’deyiz, bizim (Hacı) Bilal de orada(ydı). (O:) ‘Bana şöyle bir zuhûrât oldu.’ dedi (ve) ‘Bir adam(ın) elinde çuval, (içinde) bir sürü cin var. ‘Bunları ne yapacaksın?’ dedim. ‘İnsanlara musallat edeceğim.’ dedi.
‘Bir şey yapamazsın.’ dedim. Birden benim içim karıncalanmaya başladı, cin içime girdi. (Hemen) bir râbıta ettim, hepsi yok oldu.’ (diye anlattı.)
Râbıta edince cinler yok olur. Onun için insanın kuvvetli çalışması lâzım.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, Cild:3, 14 Mayıs Pazartesi 1992 târihli sohbet)
Dördüncü Delil: Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Râbıta İznini Alî Hayder Efendi Baba Kendi Sağlığında Vermişti
Şu bilinsin ki; bâzılarının dediği gibi: “Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri döneminde Mahmûd Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılmıyordu.
Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin vefâtından sonra bir iki sene daha râbıta Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne devâm etti, sonra ihvânın kalpleri kendiliğinden Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne yöneldi.” şeklindeki beyanlar gerçeği yansıtmamaktadır.
Zîrâ sika bir râvî kabûl ettiğimiz ve rivâyetlerine güvendiğimiz Hüseyin Avni Hoca Efendi, Mahmûd Efendi Hazretleri’nin kendisine şöyle anlattığını bizzât bana nakletmiştir:
“Bir kere Efendi Babam Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) beni çağırdı ve: ‘Mahmûd evlâdım! Ben artık çok yaşlandım, yeni ders alanlarla ilgilenemiyorum, sen onlara tarîkat derslerini tâlim et (öğretip anlat), ister bana râbıta yapsınlar, ister sana râbıta yapsınlar farketmez.’ buyurdu.”
İşte bu delilden yola çıkarak şunu kesinlikle diyebiliriz ki; Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin sağlığında da Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıta yapılma izni verilmişti ki bu da kâmil mürşidi tarafından Mahmûd Efendi Hazretleri’nin (seyr-i sülûkte ve mânevî yolda) kemâle erdiğine ve “Fenâ-i etemm” ile “Begā-i ekmel” makamlarına ulaştığına dâir şâhitlik mânâsı taşımaktadır.
Ayrıca Kutbu’l-aktâb ve Ğavsü’l-evtâd Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin: “Mahmûdum’un elinden tutan benim elimden tutmuştur.” şeklindeki beyânı, yine böylece: “Bende ne varsa Mahmûdum’a verdim.” sözü Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri nezdinde Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in ne kadar değerli olduğunu ifâde husûsunda kâfî bir delîl teşkîl etmektedir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/580-581)
Beşinci Delîl: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e Yapılan Râbıtanın Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân)a Kadar Devâm Edeceği
Bu fakir kardeşinizin: “Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân)a kadar tarîkat-i aliyyenin bizim silsilemizde olan râbıta Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne devâm edecektir.” şeklindeki beyânımı anlayamayanlar olmuştur. Hâlbuki bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Zîrâ Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) bu husûsu da evvelce beyân etmiştir.
Nitekim kendisi Hasan Çelik ağabeyimiz ve merhûm Zekeriya Özen gibi birçok ihvâna: “Benim nisbetim Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân) Efendimiz’e ulaşacak.” şeklinde beyanda bulunmuştur ki böylece ona râbıta yapanların Hazret-i Mehdî’ye kadar kesilmeyeceği ve onun nisbetinin râbıta vâsıtasıyla Hazret-i Mehdî Muhammed ibnü Abdillâh (Aleyhi Selâmullâh) Efendimiz’e kadar ulaşacağı anlaşılmış olmaktadır.
Şehîd Hızır Efendi Hocamız (Rahimehullâh) Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in nisbetinin Hazret-i Mehdî’ye ulaşacağını defâatle beyân etmiş, birçok insan bu sözü ondan nakletmiş, hattâ kendisi hakkında yazılan bâzı kitaplarda dahî bu ifâdesi zikredilmiştir.
Ayrıca Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri birçok ihvânın bulunduğu meclislerde “Ben Edirnekapı’da yatarken de sizi râbıtamla yöneteceğim.” buyurmuştur ki bu sözü de bu îzâhımızın doğruluğunun açık delillerindendir.
Yine böylece Hüsâmeddin Vanlıoğlu Hoca Efendi’nin nakli vechile; kendisinin “Bu ‘Usûl’ (Mollâ Husrev (Rahimehullâh)a âit ‘Mir’âtü’l-usûl’ kitabı) burada (İsmâîlağa Câmii’nde) okunduğu müddetçe arkanızdayım, Edirnekapı’dan bile olsa.” şeklindeki sözü birçok hoca efendi tarafından işitilmiş ve nakledilmiştir ki bu da Efendi Hazretlerimiz’in tasarrufunun vefâtından sonra devâm edeceğinin kendisi tarafından îlân edildiğinin senedi mesâbesindedir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/582-583)
Altıncı Delîl: “Vefât Etmiş Bir Şeyhe Râbıta Yapan Kimse Nâkıs Kalır.” Hükmü Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Gibi Müceddidler Hakkında Geçerli Değildir
Bâzı tasavvuf kitaplarında özellikle “Risâle-i Kudsiyye”de “Vefât eden birine râbıta yapmak câizdir ama ona râbıta yapan nâkıs kalır.” (Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:402, sh:92) şeklinde geçen ifâdeler müceddid olmayan zatlar hakkındadır.
Mustafâ İsmet Ğarîbullâh Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu beyanda bulunduğu hâlde kendisinin de vefât eden şeyhi Abdullâh el-Mekkî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıtaya devâm ettiğini:
“Çün Abdullâh benim şeyhim nişânı,
Cihanda ğavs-ı âzam oldu şânı.
Ben ondan gayrı bilmem bu cihânı,
Fedâ ettim bu vârı cism-ü cânı…”
“Anâdır rabt-ı kalbim vird-i hâlî,
Beni benden alıp buldum meâlî.”
(Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:408-409, sh:93) şeklinde inşâd ettiği beyitlerinden anlıyoruz ki bu risâleyi yazdığında Abdullâh el-Mekkî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin çoktan vefât etmiş olduğu bilinmektedir.
Demek ki; İmâm-ı Rabbânî, Hâlid-i Bağdâdî ve Mahmûd Efendi Hazretlerimiz (Kaddesellâhü Esrârahüm) gibi müceddid olanlar hakkında bu kāide geçerli değildir.
Zâten İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin geride zikredilen beyânından bu husus açıkça anlaşılmaktadır. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/583-584)
Nitekim geride İmâm-ı Rabbânî Hazretlerimiz’in “Müceddid olan zât öyle makamdadır ki onun tecdîd döneminde ku-
tup makāmında olan velîlere bile feyiz ondan gelmektedir.” şeklindeki beyânı bunu ispât etmektedir. (Sözün tafsîlâtı ve kaynağı için bakınız sh:78)
Yedinci Delîl: Nakşibendî Tarîkatı Üveysîdir, Onun İçin Vefât Etmiş Meşâyihtan da Diriler Gibi Feyiz Gelir
Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû)nun en büyük hulefâsından Muhammed el-Hânî (Kuddise Sirruhû)nun beyânı vechile; bâzıları: “Bir şeyh efendi âhirete irtihâl ettikten sonra onun dünyâya yönelişi kalmaz, onun için diri olan kimselere râbıta yapmak lâzım.” diyorlar ki bunların hatâsı kendilerini kâmil zanneden nâkısların hatâsından daha şiddetlidir.
Zîrâ bu sözü söyleyenler evliyâullâhın vefatlarından sonra tasarrufta bulunabileceklerini inkâr etme vartasına düşmüş olurlar ki bu hâle düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız. Hâlbuki ehl-i tarîk arasında ittifakla sâbit olan kāideye göre; evliyâullâhın tasarrufu ölümlerinden sonra devâm etmektedir.
Nitekim Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, Hâcegân tarîkatının müessisi olan Şeyh Abdülḣâlik el-Ğucdüvânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin rûhâniyetinden terbiye görmüştür ki silsilede ikisinin arasında beş vâsıta vardır. (Bundan dolayı Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne “Üveysî” denilmiştir.)
Yine böylece Ebu’l-Hasen el-Harkānî (Kuddise Sirruhû), Ebû Yezîd el-Bistâmî (Kuddise Sirruhû)ya yetişmemiş, hattâ vefâtından sonra doğmuş iken onun rûhâniyetinden yetişmiştir. (Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye, sh:68-69)
Büyük Şeyh Efendi Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de ilhâm-ı Hak olan eseri “Risâle-i Kudsiyye”de bu hakîkate işâret etmek üzere şöyle buyurmuştur:
“Üveysîdir tarîk-i Nakşibendî,
Beyân etmiş idim bir bir efendi.
Gelir feyz, zinde ve mürdeden anla pendi,
Kamûdan ahzolur, yok sedd-ü bendi.
Hemân tâlib olup Hakk’a gidelim,
Cemâl-i bâ kemâle seyredelim.”
(Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:392, sh:89-90)
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu beyitleri: “Nakşibendî tarîkatı, Üveys el-Karanî (Veysel Karanî) (Radıyallâhu Anh) Hazretleri’nin hâline benzer.
Nasıl ki o, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’i görmeden, rûhâniyetinden terbiye edildi (yetiştirildi) ise, bu yolda da şeyhler, mürîdlerini uzaktan rûhâniyetleriyle terbiye ederler (mânen yetiştirirler).
Ben bunları bir bir açıklamıştım. Bu yolda feyiz, ölüden de diriden de gelir. Nasîhat anla! Rûhânî feyizlere sed ve bend (engel) yoktur, hepsinden feyiz alınır.
Hemen Allâh-u Te‘âlâ’nın feyzini arayarak hakîkî Mevlâmız’ın rızâsına kavuşalım ve kemâl sâhibi olan Mevlâ Te‘âlâ’nın cemâlini görelim.” şeklinde tefsîr etmiştir.
Dolayısıyla: “Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıta yapan nâkıs kalır.” şeklindeki beyanlar ihvânı yanıltmak üzere uydurulmuş hezeyanlardan ibârettir ki Allâh-u Te‘âlâ kasıtlı bir şekilde bu görüşü yayanların şerrinden ihvân-ı kirâmı muhâfaza eylesin. Âmîn! (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/584-585)
İsmailağacıların “Risâle-i Kudsiyye”den Delil Getirdikleri “Ölmüş Şeyhe Râbıta Yapan Nâkıs Kalır.” İddiâsına İlmî Reddiye
Bu konuda Cübbeli Hocamız’ın konuşmasına kulak verelim:
Efendi Hazretlerimiz’in yolu yürüyor sünneti yürüyor, usûlü devâm ediyor ancak şimdi burada herkesin kafasına bir karpuz kabuğu soktular. Adam şimdi diyor ki, efendim buraya dikkat! Bu zamâna kadar bu lafı pek vakit bulup konuşamadım. “Peki İsmet Garîbullâh Hazretleri “Risâle-i Kudsiyye”de diyor ki, başka (bir) yerinde ‘Mürşidin vefât etse, sen ona râbıtaya devâm edebilirsin.’ diyor.”
Buraya dikkat! Bir kelime ile çözeceğiz Allâh’ın izniyle, Efendi Hazretleri’nin himmeti ile. Diyorlar ki: “Sen şimdi burada ‘Üveysîdir tarîk-i Nakşibendî.’ (demiştin.)”
Bu (iş) şu anda iş üveysîliğe döndü. Yâni ders alan kişi Efendi Hazretleri’ni hiç görmese de rûhâniyetinden, râbıtasıyla feyiz alıyor mu? Alıyor. Eğer nâkıs kalacak olsaydın, tarîkatta, seyr-i sülûkte eksik kalacak olsaydın şu kulaklarımla vallâhi billâhi duydum. Buradan sağ çıkmayayım (eğer duymadıysam)! Efendi Hazretleri bize dedi ki: “Râbıta bana devâm edecek.”
Şimdi râbıta bana devâm edeceğini ben kulağımla duydum mu?! Son beyânı bu mu?! Bu. Ondan evvel 2007 yâ. 2007’den sesi var. Görüntüsü var, daha ne diyecek yâ?! Zâten “Yerime adam bırakmadım.” diyene “Râbıta yapılır.” der mi?!
Vekillerin başı Hasan Efendi Hocamız’dı. Yaşasaydı ondan sonra Mustafa Efendi Hocamız olacaktı. Çünkü öyle vasiyet etti (Efendi Hazretlerimiz). Ondan sonra sorduk “Cemâat seçer.” dedi. Cemâat de İbrâhîm Efendi Hocamız’ı vekillerin emîri olarak seçti kardeşim. Bütün cemâat burada. Dünyâyı geziyorum, her yer doluyor taşıyor. “Cemâat seçer.” (buyurdular.)
“Cemâat seçer.” derken sokakta seçim sandığı kurup da pazarcılara, peynircilere, çorbacılara soracak hâlimiz yok “İbrâhîm Efendi Hocamız’ı mı seçelim?” diye. Bütün ulemâ, evliyâ ittifâk etti. İbrâhîm Efendi Hocamız vekillerin emîridir, bitti! Çünkü neden? Kıdem var, ilim var, fazîlet var, takvâ var. Mahmud Efendi Hazretlerimiz’in methiyeleri var, zuhûratlar var. Yâ onlara gelene kadar bin tâne hakîkat var yâ. Mevzû bu. Şimdi ne dediler millete? “Ama ‘Risâle-i Kudsiyye’de diyor ki: ‘Mürşidin vefât etse ona râbıtaya devâm edebilirsin, velâkin nâkıs kalırsın.’”
Buradan tutturmaya çalışıyor. Buradan size ekmek çıkmaz. Şimdi adam da diyor ki: “Ben Mahmûd Efendi Hazretleri’ne râbıta yaparsam eksik kalırım. Onun için ben felancaya, fişmancaya râbıta yaparak kâmil olacağım(!)”
Peki Hasan Efendi gibi mübârek bir insan, Alî Hayder Efendi Babamız’dan kalma bir insan, Efendi Hazretlerimiz’in benden sonra vekillerin başıdır buyurduğu insan, kendisine râbıtayı kabûl etti mi?! Yirmi ay direndi, elini salladı, kolunu salladı. “Yok, yok, yok!” (dedi.) Gittiler yanına. “Senden sonra şu mu olacak, bu mu olacak?” (dediler.) “Yâhu şeyhlikten konuşmayın. Şeyh yok, şeyhlik yok.” dedi. Hanım hocalar da şâhit. Erkek hocalar da şâhit. Çünkü neden? O mübârek, sâdık idi, vefâlı idi, mürîd idi. Mürîd!
Şimdi İbrâhîm Efendi Hocamız’ın vekillerin emîri olması gibi çok büyük sıfatları var. Hâfızlığı, âlimliği, sıfatları çok. Allâh feyzine bereketine bizi nâil eylesin. Ama İbrâhîm Efendi Hocamız’ın en büyük sıfatı ne biliyor musun? Benim nazarımda onun en büyük sıfatı ne biliyor musun? Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in sâdık vefâlı bir mürîdi olmasıdır. Mesele sadâkattir. Hasbi Efendi Hocamız (Rahmetullâhi Aleyh) öyle derdi. “Ben iki tâne şeyh, bir tâne mürîd gördüm.”
Biz de anlamazdık. “İki şeyh; biri Alî Hayder Efendi Hazretleri, biri de Mahmûd Efendi Hazretleri.” de(r)di. “Bir tâne mürîd gördüm, o da Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Alî Hayder Efendi Hazretleri’ne bağlılığını gördüm.” derdi.
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e en üstün sıfatını sorsalar ne derdi? “Alî Hayder Efendi Hazretlerimiz’e mürîd olmam.” derdi.
Bir insan mürîd olmayı beceremeden şeyh mi olacak? Hâşâ yâ. Onun için diyorlar ki “Nâkıs kalırsın.”
İşte o İsmet Garîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin sözü müdür? “Risâle-i Kudsiyye”de sözüdür.
Tarîkatta, tasavvufta böyle bir kāide var mı? Var. Diri mürşid bulup, onu bıraktıysa bıraktığına tâbi olmak eftaldir. Var mı böyle bir kāide? Var. Ama bu ne zaman geçerli? Eğer silsiledeki mürşid-i kâmil, kendi yerine şeyh olarak bir mürşid bıraktıysa, sen de ona uymayıp eski şeyhine devâm edersen câizdir, yanlış bir şey yok ama nâkıs kalırsın.
Peki bizim konumuzda böyle bir durum var mı?! Mahmûd Efendi Hazretleri mürşid-i kâmil miydi?! Kabûl ediyor musunuz?! Şeyh miydi?! Kabûl ediyor musunuz?! Silsile-i Nakşibendiyye’nin 36. halkası mıydı?! Peki.
Yetki kimdeydi? Mürşidde değil mi?! Cenâze yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olunacaktı. Ne dedi şimdi İsmet Baba? “Bende ol Hakk’a gidelim.” dedi. Bende yâni. “Kul köle ol, teslim ol.” dedi. “Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ne teslim ol.” dedi. Bize ne demiş oluyor? “Şeyhinize teslim olun.” (demiş oluyor.)
Ee biz de Mahmûd Efendi Hazretleri’ne teslim olduk mu? Olduk. Peki “Siz yerinize birini bıraktınız mı?” diye sorduk mu? Sorduk. Rasûl Hocamız (Rahmetullâhi Aleyh) sordu.
Sekiz tâne şâhit var. Sekizi de şu anda hayatta. Sekizinin de sesli beyânı var bende. Hepinize dinlettim. Sekiz tâne şâhit var. Peki bu adamı kimin seçtiğine kaç şâhit var?! Pantolonlu, ceketli, sarıksız, tarîkatsız, dersi bile olmayan adamlar “Şâhit olduk buna.” diyor.
Hasan Efendi böyle bir şey demedi. Hiçbir beyânı yok, hiçbir şâhit yok. Hasan Efendi’nin ölüm haberi için arayana Seyfettin ne dedi? “Ona bir Fikri Hoca’nın adını söyletemedik.” dedi.
Oradaki şûrâdan kimseyi almadılar. Oradaki heyetten de kimseyi almadılar. Böyle bir gizli kapalı (iş ile) siz ne yapıyorsunuz yâ?! Bu işler gizli kapalı olur mu yâ?!
(Biz) Efendi Hazretleri’ne açıkça sorduk “Yerinize birini bıraktınız mı?” (diye), “Yok, yok.” buyurdu. Sesi, beyânı var. Bunun detayı çok. Önce de konuştu, sonra da konuştu. O zaman kayıtlar böyle düzgün değildi. O kadar alındı. Yoksa ondan evvel de konuştuk orada. Rahat rahat söyledi, hepsini beyân etti.
Şimdi Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Benden sonra bizim tarîkatta silsilede şeyh ve halîfe yok.” deyince “Ne olacak Efendi Hazretleri?” diye de sorduk. “Vekillerimle bu yol yürüyecek.” buyurdu.
O zaman “Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’den sonra ne yapacağız?” (diye) sorduk. “Cemâat olarak seçeceksiniz.” dedi.
Şu anda biz buna aynen uyduk mu, uymadık mı? Uyduk. Var mı bir yamukluk?! Mahmûd Efendi Hazretleri’nin vasiyetini iptal var mı burada? Yok.
Kendileri de Hasan Efendi’nin beyânını üç kere siteye koydular mı? Koydular. “Hiçbir değişen şey yok. Efendi Hazretleri’ne devâm edecek. Aynen eskisi gibi.” sözlerini yazdılar mı oraya? Yazdılar.
Bunu siz o sitelerde okudunuz mu? Okudunuz. Peki sonra vahiy mi geldi?! Hasan Efendi’nin ölmesini beklediniz. Defnetmeden evvel vahiy mi geldi?! Nereden döndü bu iş?!
İşte top direkten döndü. Bu arada projeler devreye girdi ve Efendi Hazretleri’nin yetiştirdiği şu anda dünyâdaki en büyük vekîli İbrâhîm Efendi Hocamız gibi Alî Hayder Efendi Baba’dan kalma, en büyük vekîline bir şey bile sormadan (böyle işler yapılır mı?!) Yâ bu râbıta Efendi Hazretleri’nden alınır mı?! Bir şey sormadan!
“Aman (hâ) sormayalım.” dediler. “Aslâ (sormayalım).” (dediler.) Hemen işi bitirdiler. Ee bitirdiniz (de ne oldu?!) Kendinizi bitirdiniz. İşi bitirmediniz. Tarîkatı da bitirmediniz. Tarîkat devâm ediyor. Kendinizi bitirdiniz.
Şimdi kardeş buradaki meselemiz nedir? Eğer Mahmûd Efendi Hazretleri yerine mürşid-i kâmil olarak halîfe şeyh bıraksaydı râbıtayı ona yapmak îcâb ederdi. Farz değildi, vâcip değildi. Tarîkatın kāidelerindendir.
Ben yine Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm eder miydim? Ben ederdim. Hangi hakkımı kullanırdım? İstersen vefât etmiş şeyhine devâm edebilirsin. Hakkım vardı. O hakkımı kullanırdım. Ben aslâ başkasına râbıta yapmazdım. Ama yapana da ne diyemezdim? “Buna râbıta olmaz.” diyemezdim. Çünkü neden? Efendi Hazretleri: “Ben bunu bıraktım.” deseydi.
Şimdi “Nâkıs kalırsın.” kāidesi ne zaman geçerli? Şeyh Efendi kendi yerine silsileye yazılmak üzere “Mürşid-i kâmil ve halîfe bıraktım.” dediyse bu kāide o zaman (geçerliydi).
Mustafâ İsmet (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ni yanlış anlarsan, doğru anlamazsan, millete yanlış anlatırsan bunda benim ne kabahatim var? Tarîkatı bozan ben değilim, sizsiniz. Çünkü neden? Soruyoruz “Yerime bırakmadım.” diyor.
Yerine bırakmayınca “Nâkıs kalırsın.” diye bir şey kalıyor mu artık?! Yerine bıraksaydı ona râbıta yapmak efdal olurdu ama şimdi ne oldu?
Yerine bırakmadığı için, bizim tarîkattan bahsediyorum, öbür silsilelerden bahsetmiyorum, bizim tarîkatta şu anda Mahmûd Efendi Hazretleri’nden başkasına râbıta yapmak nedir biliyor musun? Efendi Hazretleri’nin “Sohbetler” kitabındaki kendi beyânından söylüyorum. “Semm-i kātildir, öldürücü zehirdir.” diyor. “Noksan bir şeyhe, şeyh bile olsa, eğer şeyh kâmil ve mükemmil ve mükemmel değilse.” diyor.
Bak bak kâmil yetmez, mükemmil yetmez, mükemmel olacak. “Bu üç sıfatı hâiz olmayana râbıta yaparsan öldürücü zehirdir, helâk olursunuz.” diyor. (Risâle-i Kudsiyye, 2/514)
Efendi Hazretleri’nin kendi kitabı bu. “Ben mürşid bırakmadım, yerime şeyh halîfe bırakmadım.” buyuran bir zâtın peşinden sen bir şey uydurursan, o uydurduğuna da “Râbıta yapacaksın.” dersen, ben de ne demek zorunda kalırım?
“Öldürücü zehir, avu yutturuyorsunuz millete, yanlış yapıyorsunuz. Allâh sizi ıslâh eylesin, Allâh sizi hidâyet eylesin, Allâh yola dönmenizi nasîb eylesin.” derim.
Benim burada yanlış bir şey söylediğim yok. Ve “Üveysîdir” beytinin burada çıkması, yâni ne demek? Efendi’yi görmeyenler var şimdi. Yeni ders alanlar var.
Efendi Hazretleri’ni hiç görmeseniz de tarîkatınız tamam oluyor mu? Oluyor. Dersinizi güzel yaparsanız, haramlardan sakınırsanız, takvâya riâyet ederseniz, yolu muhâfaza ederseniz Allâh’a ulaşır mısınız? Ulaşırsınız.
Ha Efendi Hazretleri’ni gördünüz, ha görmediniz. Bir şey fark etmez. Çünkü “Bu işler rûhânîdir, tarîkat üveysîdir.” diyor.
Sana daha ne diyecek? Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i görmedik. Şimdi biz cennete gidemeyecek miyiz? Ee gideceğiz işte, inşâallâh gideceğiz. Dolayısıyla göreni gördük. Tâ Alî Hayder Efendi Babamız’ı göreni gördük.
Hadîs-i şerîfte “Beni görene müjdeler olsun, göreni görene müjdeler olsun, göreni görene görene müjdeler olsun.” buyruluyor. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:7170, 7/686)
Ha Alî Hayder Efendi Babamız’ı gördük, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’i gördük. Görenleri gördük. Sevenleri seviyoruz. Yol devâm ediyor. Velâkin kendi kafana asla ve kat‘â râbıtalı bir şeyh uyduramazsın. Bu adam “Allâh dostudur.” diyebilirsin. “Ben velî olduğuna inanıyorum.” diyebilirsin. Hürmet edebilirsin. Duâsını talep edebilirsin. Ama râbıta yapılmak meselesi (başka bir meseledir)! “Bir an nefsiyle kalsa ona râbıta yapan helâk olur.” diyor. (‘Abdülhamîd el-Fuhûlî, Âdâbü’z-zâkirîn ve Necâtü’s-sâlikîn, sh:8)
Kendisi Abdullâh-ı Mekkî Hazretleri’nin hulefâsından olup Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin Üsküdar’da medfûn bulunan halîfesi Abdülfettâh el-Akrî Hazretleri’nin teşvîkiyle eserini kaleme aldığını söyleyen Abdülhamîd el-Fuhûlî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri şu beyanda bulunmuştur: “Meşâyihtan olsa bile fenâfillâh makāmına vâsıl olmayan bir zâta râbıta etmekte hatar-ı azîm (büyük tehlike) mevcut olup mezâlik-i ekdâmı mûciptir (mürîdin ayağının kaymasını gerektirir). Hazret-i Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bu husûsu men‘-i belîğ ile engelleme yapmıştır.” (‘Abdülhamîd el-Fuhûlî, Âdâbü’z-zâkirîn ve Necâtü’s-sâlikîn, sh:8)
Şimdi biz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e onu dedik yâni. “Efendi Hazretlerimiz biz sizin kadar nefsinden soyutlanmış bir şeyh görmedik.” (dedik.) Tabî çok ulemâ gördük, evliyâ gördük, Efendi Hazretleri’nin vekillerini gördük ama şimdi, Efendi gibisini görmedim yâni ben şimdi. Yalan mı konuşayım şimdi?! Efendi gibisini görmedik. Hiç nefis yok. Devamlı zikir.
Uykuda (bile) murâkabe. Alnı böyle (nur gibi parıldıyor). Ya şöyle bir uyumadı yâ. Kaşlarını bir rahat etmedi yâ. Hiç insan uykuda böyle olur mu yâ? Yâ ömrüm yanında geçti be kardeşim. Bir kere şöyle (uykuda dalıp da horlamadı yâ). Yok yâ. Var mı öyle bir şey yâ?! Gavs yâhu. Haa onun için râbıta ona devâm ediyor. Anladın mı sen? Alî Hayder Efendi Baba gibi bir kuvvetli bir zattan. Ne demiş Alî Hayder Efendi Baba Hazretleri iki sene evvel vefâtından? “Mahmûd evlâdım, ihvânın işiyle artık yeteri kadar ilgilenemiyorum, çok yaşlandım.” 120 yaşına yaklaşmıştı. “Artık dersleri sen tâlim edersin. Râbıtaya gelince; ister sana yapsınlar ister bana yapsınlar fark etmez.” buyurmuş.
Seni yerine bıraksa bile râbıtaya özel izin lâzım. Öyle önüne gelen halîfede de râbıta izni yok. Râbıta ancak böyle bir güçlü yolla alınabiliyor. Öbür türlü dört kişi toplandı. İkisi oğul, birisi dâmât, birisi de imam. Ondan sonra “Biz seni şeyh seçtik. Râbıtayı da sana döndürdük. Mahmûd Efendi Hazretleri’ne de bundan sonra râbıtayı yasak ettik.” dersen bu tarîkat olur mu?! Ooo! Hasan Efendi gibi edepli hayâlı bir insan ne güzel muhâfaza etti. Hemen edepsizler iş başına geçti. Ah gidi kardeşler!
“Ehl-i ilmin meclisinde aradım kıldım taleb,
İlim en sonra imiş illâ edeb illâ edeb.”
Tarîkat edepten ibârettir. Âlemler edeple yaşıyor. Bütün nizam, intizam, güneş, ay, gezegenler bütün sistem Allâh’ın buyurduğu kurallarla yaşıyor. Edebi bozduğun zaman düzeni bozarsın. Düzeni bozduğun zaman freni patlamış araba gibi uçurumun dibini boylarsın. Nerede duracağın belli olmaz!
DÖRDÜNCÜ BÂB
İSMÂÎLAĞA HEYETİNİN EFENDİ HAZRETLERİ’NDEN SONRA ŞEYH OLARAK ÎLÂN ETTİKLERİ HASAN EFENDİ VE FİKRİ DOĞAN’IN ŞEYH OLMADIĞINA DÂİR DELİLLE
– BİRİNCİ FASIL –
– HASAN EFENDİ’NİN ŞEYH OLMADIĞI VE KENDİSİNİN DE BUNU ÎTİRÂF ETTİĞİ VE BUNUN İÇİN KENDİSİNE RÂBITA YAPTIRMADIĞI –
BİRİNCİ KISIM
BU KONUDAKİ İLMÎ AÇIKLAMALAR
Bir Halîfeye veyâ Vekîle Râbıta Yapılabilmesi İçin Kâmil Olan Mürşidinin Ona Bunu Emretmiş Olması Gerekir
Şu bilinsin ki; kâmil bir mürşidin yerine bıraktığı herhangi bir halîfe veyâ vekîl direk olarak kendisine râbıta yaptırma hakkına sâhip değildir. Bu hakka sâhip olması için kâmil olan mürşidinin ona kendisine râbıta yaptırmasına izin vermesinden öte, ona bunu emretmiş olması gerekmektedir.
Nitekim Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, büyük İslâm mücâhidi Abdülkādir el-Cezâirî (Rahimehullâh) gibi bâzı kābiliyetli müridlerinin terbiyesini ve irşâdını kendisine havâle ettiği büyük halîfesi Muhammed el-Hânî (Kuddise Sirruhû) bu hususta şöyle demiştir:
“Şeyh Hâlid (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ancak mürşid-i kâmil olan şeyhi Abdullâh ed-Dehlevî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, onun (seyr-i sülûkte ve mânevî yolda) kemâle erdiğine ve ‘Fenâ-i etemm’ ile ‘Begā-i ekmel’ makamlarına ulaştığına dâir şâhitlik yaparak kendisine râbıta yaptırmasını ona emretmesinden sonra kendi mübârek sûretine râbıta yapmalarını müridlerine emretmiştir. Zâten bu makamlara erenin kendisine râbıta yaptırması câiz olur.” (Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye fî âdâbi’t-tarîkati’l-‘aliyyeti’l-Hâlidiyyeti’n-Nakşibendiyye, sh:68-69; ‘Abdülmecîd ibnü Muhammed ed-Dimeşkî el-Hânî, el-Hadâiku’l-verdiyye, sh:733)
Bizim konumuzda ise Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz yerine bıraktığı vekillerine kendilerine râbıta yaptırmalarını emretmek şöyle dursun tam aksine râbıtanın kendisine devâm edeceğini beyân etmek sûretiyle onlara râbıta yapılmasına izin vermemiştir! (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/579-580)
Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin Beyânına Göre Kendisine Râbıta Yapılabilecek Şeyhte Aranan Kemâl Sıfatının Îzâhı
Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ihvânından Alî Sirrî Efendi’ye Arapça ibâre ile “Nâme-i Merğûbe” isimli bir risâle yazmıştır ki Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, şeyhleri olan Hacı Ahmed Hılmî Efendi ile Hacı Alî Rızâ Bezzâz Efendi (Kuddise Sirruhümâ) hazarâtının emirleriyle bu risâleden üç tâne yazıp şeyh efendilere tevdî etmiş, h. 1332 senesinde bir tâne de teberruken yâdigâr olsun diye kendisi için yazmıştır.
Bu fakir kardeşiniz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ile birlikte “Risâle-i Kudsiyye Şerhi” isimli iki ciltlik eseri tamamladıktan sonra ikinci cildin âhirine bu risâlenin önce metn-i şerîfini (sh:629-641) yazdık, daha sonra kelime mânâsını (sh:642-667) kaydettik, akabinde hulâsa-i meâlini (sh:669-682) zikrettik.
İşte Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bütün ihvânına ithâf ettiği bu risâlesinde râbıtanın kime yapılacağı konusunda şöyle buyurmuştur:
«وَالْمُرْشِدُ النَّاقِصُ مِثْلُ الْكَامِلِ مَا دَامَ يَدُهُ يَدَ الْكَامِلِ بِاللّٰهِ إِلَّا أَنَّ الرَّابِطَةَ الشَّر۪يفَةَ لَا تَكُونُ إِلَّا لِشَيْخِهِ الْكَامِلِ بِاللّٰهِ … وَعَظَمَتُهُ يَقُومُ الْأَمْلَاكُ وَالْأَفْلَاكُ بِحُرْمَتِهِ عِنْدَ اللّٰهِ. اَلنَّاقِصُ طَالِبٌ وَالْكَامِلُ وَلِيٌّ وَالْأَكْمَلُ أَعْظَمُ أَهْلِ اللّٰهِ … وُجُودُهُ رَحْمَةٌ فِي الْكَوْنَيْنِ وَلَا يَعْلَمُ عَظَمَتَهُ أَحَدٌ إِلَّا اللّٰهُ وَالْفَرْقُ بَيْنَ كَمَالَاتِهِمْ مِثْلُ الْقَطْرَةِ بِالنِّسْبَةِ إِلَى الْبَحْرِ الْمُح۪يطِ عِنْدَ كُلِّ عَالِمٍ بِاللّٰهِ … وَيُعْرَفُ الْإِنْسَانُ الْأَكْمَلُ … وَهُوَ الْمُرْشِدُ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ … لَا يُدْرَكُ كَمَالُهُ إِلَّا بِنُورِ اللّٰهِ … وَعَلَامَتُهُ يَظْهَرُ الْمَحَبَّةُ فِي الْعَالَم۪ينَ إِنْ لَمْ يَكُونُوا مِنَ الْغَافِل۪ينَ فِي اللّٰهِ.»
“Nâkıs bir mürşidin eli kâmil billâh olan bir zâtın eli(nden alma) olduğu sürece yâni ondan halîfelik almış ise o da onun gibi (irşâd edici)dir. Ancak râbıta-i şerîfe sâdece kâmil billâh olan şeyhine yapılır ki âlemler ve felekler o zâtın Allâh(-u Te‘âlâ) nezdindeki hürmetiyle ayakta durmaktadır.
Nâkıs olan (şeyh) henüz tâliptir, kâmil olan (şeyhi) velîdir ama ekmel (ziyâde kâmil) olan zât ehlullâhın en büyüğüdür. Onun varlığı iki cihanda büyük bir rahmettir ki onun azametini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimse bilemez.
Bu velîlerin (içerisinde nâkıs ve kâmil ile ekmel olanın) kemâlâtı arasındaki fark Allâh’ı bilen her zât nezdinde bahr-i muhîta (okyanusa) nisbetle bir damla gibidir.
Allâh nezdinden mürşid gönderilen insân-ı ekmel tanınabilir, ancak onun kemâlâtı sâdece Allâh’ın nûruyla idrâk edilebilir. Onun alâmeti ise onun sevgisi bütün âlemlerde zuhûr eder.
Eğer onlar Allâh-u Te‘âlâ hakkında gâfil kimselerden değilseler (bunu farkederler)!” (Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Nâme-i merğûbe, -Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye şerhi zeylinde-, 2/636-637)
Allâh aşkına size soruyorum; bu dönemde bütün âlemlerde sevgisi ve saygısı zâhir olan, dünyânın her tarafından binlerce ulemâ ve evliyâ tarafından tâzim edilen ve asrın müceddidi îlân edilen Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri kadar sevgisi cihânı kaplamış bir zât ortalıkta görüyor muyuz ki; İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; önümüzdeki 56 sene boyunca bütün velîlerin feyizlerinin kaynağı olan bir zâtın râbıtasını bırakıp da eğyâra yönelelim.
Allâh-u Te‘âlâ cümlemizi bu yüce velînin muhabbetiyle ve râbıtasıyla yaşayıp ölmeye muvaffak eylesin, dünyâda himmetlerinden, âhirette şefâatlerinden mahrûm eylemesin ve cümlemizi âhirette Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e ve diğer silsile ricâlimize (Kaddesallâhu Esrârahüm) ilhâk eylesin. Âmîn!
(Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/586-587)
İKİNCİ KISIM
HASAN EFENDİ’NİN ŞEYHLİĞİ VE RÂBITAYI KABÛL ETMEDİĞİNE DÂİR ŞÂHİTLERİN BEYANLARI
1) Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi, Hasan Efendi’nin Şeyh Olmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“2008’de ne hikmetse Hasan Efendi, tekrar Recep Hoca’yı çağırmış. Recep Hoca, Ali Polat, Selahattin Hoca… demiş ki: ‘Efendi Hazretleri’ne tekrar bir gidin. Bakalım bir şeyh var mı kendisinden sonra?’
Aslında 2007’de bitti her şey. İşte tekrar olacak ya. Giderler. Sözcü Ali Polat sorar: ‘Efendim böyle böyle.’
Efendi Hazretleri buyurdu ki: ‘Ben kimseyi bırakmadım.’
Gelirler Hasan Efendi’ye anlatırlar. O da: ‘Oh! Ben de rahatladım.’ der.”
2) Selahattin Atamtürk Hoca Efendi, Hasan Efendi’nin Şeyh Olmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Efendi Hazretlerimiz, Çavuşbaşı’ndayken, çok gittiler geldiler ya hani, hastâneye de gittiler ‘Resmî yazı alalım.’ diye.
O çok gündemde olduğu zamanda Efendi Hazretlerimiz: ‘Ben kimseye söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım, bunu da gidin söyleyin.’ dedi.
Biz de geldik, İsmâîlağa’da ben vardım. Hasan Efendi kendi vardı. Ali Polat da vardı. Sözcümüz de Ali Polat’tı.
Söz aldı ve: ‘Efendi Hazretlerimiz böyle böyle dedi, bize de iletmemizi istedi, biz de geldik size söylüyoruz. Bu hususta artık ağzımıza fermuarı çektik. Bu iş bitmiştir.’ dedi.
Hasan Efendi de: ‘Ben zâten bir şey iddiâ etmiyordum ki. Zâten benim harcım değil, haddim değil. Ben zâten yapamam ki.’ dedi. Böyleydi hâdise.”
3) Hasan Efendi Râbıta Sorusuna Bakın Nasıl Cevap Verdi:
Hasan Efendi (Rahimehullâh) bir cumâ çıkışı İsmâîlağa Câmii’nin bahçesinden geçerken birisinin: “Bütün hocalar size râbıta yapılmasını söylüyor bu doğru mu?” diye sorması üzerine konuşamadığı için elini kaldırarak buna îtirâz ettiği ve kendisine râbıta yapılmasını kabûl etmediği sâbit olmuştur.
Dileyen aşağıda bildirilecek adresten bunun videosunu izleyebilir.
4) Kamil Şenocak Hoca Efendi, Cübbeli Hoca Efendi ile Yaptığı Bir Telefon Konuşmasında Hasan Efendi (Rahimehullâh)ın Kendisine Râbıta Yapılmasını Reddettiğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Açıklıyor:
Cübbeli Ahmet Hoca: “Selâmun aleyküm.”
Kâmil Şenocak Hoca: “Aleyküm selâm.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Ellerinden öperim. Ben Cübbeli, hocam.”
Kâmil Şenocak Hoca: “He hoca efendi, ben de senin gözlerinden, ellerinden öperim.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Estağfirullâh. Ben ellerinden öperim. Seni çok yormayayım. Lütfi Hoca aradı beni, dedi ki: ‘Hasan Efendi’ye gittik babamla berâber ve râbıta işini sorduk. Bana ‘Olmaz.’ dedi. Böyle bir şey. Sen hatırlıyor musun hocam?”
Kâmil Şenocak Hoca: “Ya şimdi beni doktora götürdü de ‘Hasan Efendi’yi bir ziyâret edelim.’ dedim. İsmâîlağa’nın karşısındaydı evi dâ.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet.”
Kâmil Şenocak Hoca: “Çıktık oraya, yatak değildi de böyle bir şey vardı, uzun bir şey, ona böyle yatıyordu mübârek, konuşamıyor. Elini öptük oturduk yanına, biraz İsmâîlağa’dan da vardı ya birkaç kişi. Tanımıyordum onları bilmem. Onlar dedi ona ki: ‘Râbıta sana yapılacak. Öyle diyorlar. Yapalım mı?’
İki elini de kaldırdı yukarı böyle. Kulakları duyuyordu. İki elini de kaldırdı yukarı. Yâni ‘Kabûl etmiyorum.’ demek. Öyle gördük orada işte, onu gördük.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Elhamdülillâh. Yâni o mâşâllâh muhâfaza etti hoca efendi. Sen bir şey buyuruyor musun bize?”
Kâmil Şenocak Hoca: “Hoca efendi, benim velînîmetim, şeyhim Efendi Hazretleri’dir ve ona devâm ediyorum (râbıta yapmaya).”
Cübbeli Ahmet Hoca: “İhvân da râbıtayı ona devâm etmeli, değil mi?!”
Kâmil Şenocak Hoca: “Evet tabî. Ben ondan ayrılamam.
Her şeyim Efendi Hazretleri’dir.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî. Ona ne şüphe?! İsmâîlağa râbıtayı bozdurdu. Zâten İbrâhîm Efendi: ‘Râbıta Efendi Hazretleri’ne devâm edecek.’ diyor. Biz onun için ona tâbi olduk.”
Kâmil Şenocak Hoca: “Evet, olur işte. Benim şeyhim Efen-
di Hazretleri. Zâten benim de ömrüm tamam, hastayım. Konuşamıyorum.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Biz seni yormuyoruz, ellerinden öpüyoruz. Sağ ol, vâr olasın.”
Kâmil Şenocak Hoca: “Efendi Hazretleri (Rahmetullâhi Aleyh) büyük bir velînimet bir şeyh efendi. Ondan sonra müceddid ol-
du. Bak dünyâ toplandı. Müceddid seçemediler.
Neyi seçtiler? Efendi Hazretleri’ni seçtiler. Bak. İmâm-ı Rabbânî’den sonra gelen müceddid Efendi Hazretleri oldu. Olmadı mı?!”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Elhamdülillâh. Evet, evet, evet. İmâm oldu, evet. Müceddid oldu.”
Kâmil Şenocak Hoca: “(Efendi Hazretleri:) ‘Şeyhliğim, Hazret-i Mehdî gelene kadar devâm edecek.’ demedi mi?!”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Allâh râzı olsun. Ellerinden öpüyoruz hocam. Sağ ol, vâr ol hocam. Selâmun Aleyküm”
Kâmil Şenocak Hoca: “Aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.”
5) Mehmet Talu Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
Mehmet Talu (25 Nîsân 2024): “Râbıta husûsu, mâlum Hasan Efendi’nin isteği üzerine ona râbıta yapılmıyordu. Onun takdîrinde: ‘Bana yapılmasın.’ (buyurmuştu.)
Ben bile ‘Biraz da yeni ihvân şey yapsın.’ diye sorduğumda ‘Yok, Efendi Hazretleri’ne yapılacak.’ buyurmuştular.”
6) Muhammed Fâtih Ustaosmanoğlu Hasan Efendi’ye Râbıta Yapılmadığını Şöyle Açıklıyor:
“Râbıtalarımızı bize ne şekilde emredildiyse o şekilde yapıyoruz. Efendi Hazretlerimiz’e yapıyoruz. Onun aksini iddiâ eden yarın âhirette iki elimiz onun yakasında olacak, iki elimiz! Aksini iddiâ ediyorsa biri.”
7) Seyfettin İnanç Hasan Efendi’nin Kendisine Râbıta Yapılmasını Kabûl Etmediğini Şöyle Açıklıyor:
“Mâlum Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) vefâtı ile heyetimiz Hasan Efendi Hazretlerimiz’in huzûruna gitti. Dediler: ‘Efendim! İhvân ‘Râbıta kime yapılacak?’ diye soruyor.’
Hasan Efendi Hazretleri buyurdular ki: ‘Eskisi gibi değişiklik yok, yeni bir şey yok.’
Yâni râbıta Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e yapılacak. Ve o gün biliyorsunuz heyetimiz bir yazı yazdı ve resmî sayfamıza da koyduk dedik ki: ‘Hasan Efendi Hazretlerimiz’in emri üzere râbıta Efendi Hazretlerimiz’e devâm edecek.’
Bunda kesinlikle hiçbir değişiklik bugüne kadar yapılmış değildir. İkinci bir açıklama söz konusu değildir. Türkiye genelinde ders değiştiren hiçbir vekîlimiz ders değişirken ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılacak.’ dememiştir, demez de, diyemez. Çünkü (hüküm) budur.”
8) Râbıta Konusunda İsmâîlağa Heyetinin Hasan Efendi’yi Dinlemediği Hakkında Eski Bölge Başkanı Ahmet Yeter Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“Besmele hamdele salvele. Kıymetli kardeşlerim, Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleri bizleri hak ve hakîkat üzere olmaya muvaffak eylesin.
Bu açıklamaları burada yapmamıştık daha önce. Ama şu anda maalesef zarûret hâsıl oldu.
Türkiye’nin her tarafında bu doğrular anlatılmadığı zaman insanların hakkı ve hakîkati görmesi mümkün değil. Bakın biz şu anda İbrâhîm Efendi önderliğinde Şûrâ hocalarımızla berâber yeni bir yol îcâd etmiyoruz yâ, Efendi Hazretlerimiz’in yolunu, onun tarîkatını muhâfaza edip yolunu devâm ettiriyoruz.
Bunun karşılığında kıymetli kardeşlerim birtakımları çıktı. İsmini zikretmeye bile hakîkaten kendim utanıyorum yâni. Şimdi siz de anlayacaksınız. O kadar yanlış, o kadar hatâlar, kendi bulundukları bir yer neyse orası, baş olmak sevdâsı nasıl bir şey ki, o insana her şey yaptırıyor.
Şimdi arkadaşlar bu olaylar ne zaman çıktı oraya bakıyoruz. Bakın ben her şeyi sâdece ve sâdece İsmâîlağa’nın kendi yayınlarından size anlatacağım.
Bu işin ilk çıkmasının sebebi nasıl başladı? Arkadaşlar biliyorsunuz son zamanlarda İsmâîlağa râbıtayı Hasan Efendi: ‘Eskisi gibi Efendi Hazretleri’ne yapsın.’ dediği hâlde vekillere el altından ‘Hasan Efendi’ye de yapılır.’ diyorlardı. Ben bölge başkanıydım. El altından diyorlardı ki: ‘Hasan Efendi’ye de yapılabilir.’ Oysa ki Hasan Efendi ne buyuruyordu?!
Arkadaşlar İsmâîlağa’daki bu heyettekiler kendi bulundukları yeri sözlerini doğrulamak için yalan söylemekten çekinmeyen insanlar en son bölge başkanı toplantısına katıldığım zaman da orada heyet var ve 17 tâne bölge başkanı. Başka hiç kimse yok.
Oradan Efendi Hazretleri’nin oğlu çıktı aynen bağırarak. Kimse inkâr edemez. Ben bunları rahatlıkla söylüyorum. Duysunlar bile. Babam dedi ki: ‘Sizin sözünüz benim sözümdür. O yüzden Hasan Efendi’ye râbıtayı sormaya gerek yok.’
Şeyh ise sorulur mu sorulmaz mı arkadaşlar? Oradan birisi îtirâz etti. Baştan sorduk yine sormamız gerekiyor.
Arkadaşlar çıktık ne diyorlar biliyor musunuz arkadaşlar bölge başkanlarına? ‘Hasan Efendi’nin râbıtayı Efendi Hazretleri’ne yapılacağı söylemesini, bizi reddettiğini sakın vekîllere söylemeyin.’
Niye? Çünkü el altından ‘Hasan Efendi’ye yapılsın.’ diyorlar. Arkadaşlar Hasan Efendi’yi şeyh kabûl etmiş olsalar Hasan Efendi’yi dinlemesi gerekir mi gerekmez mi onların?!
Adam diyor ki: ‘Efendi Hazretleri öldükten sonra biz gidip râbıtanın kime yapılacağını Hasan Efendi’ye sormakla yanlış yaptık.’ bak bak. (Kendilerinin iddâsındaki) şeyh efendiye danışılmayacakmış.
Kim karar verecekmiş? Şeyhten daha üstün bir heyet karar verecekmiş. Aynı şekilde arkadaşlar vekillerin tamâmı bölge toplantısında öyle dedi.
‘Hocam karârı şeyh mi veriyor, yâni büyüklerimize karşı edepsizlik olmasın da yoksa heyet mi karar veriyor?’
Vekîller aynen bunu söyledi Geyve’deki toplantıda. Aynen söylenen söz bu: ‘Cübbeli’ye inat, biz buradayız.’
Birine düşmanlık arkadaşlar, hakkı görmekten engelliyor. Ben Cübbeli’den bir delil getirdim mi hiç arkadaşlar?! Sâdece onların sitesinden ve kendi yaşadıklarım.
Bize, bölge başkanlarına ve vekillere ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılır.’ diyorlar. İşin içinde ben (varım), eğer bölge başkanı olmasaydım ben de gitmiştim gümbürtüye. Çünkü vekiller onların sözü Efendi Hazretleri’nin sözü gibi biliyorlar.
Düşünsenize toplantıdan çıkıyoruz ve ‘Sakın Hasan Efendi’nin tekrar kendisine râbıta yapılmasına izin vermemesini vekillere duyurmayın.’ diyorlar. Niye? Kendi yalanları ortaya çıkacak diye.”
9) Âsuman Hoca’nın, Hasan Efendi’nin Kendisine Râbıtaya İzin Vermediğine Dâir Hasan Efendi’nin Kızından Şâhitliği:
“Herhâlde benim sesimi kaydediyorsunuz öyle geliyor bana, ben onu sordum Efendi Hazretleri’nin gelinine dedim ki: ‘Yâni buradan şu mu çıkıyor? Böyle düşünüyor insanlar. Hasan Efendi’ye râbıta yapılamaz mı yâni Hasan Efendi bu konuda hiçbir şey söylemedi mi?’
Bana dedi ki Efendi Hazretleri’nin gelini ‘Babama sordular.’ Babam dedi ki: ‘Her şey eskisi gibi devâm edecek.’ Yâni Efendi Hazretleri’ne râbıta devâm edecek.’ dedi.”
(Âsuman Hoca’nın ses kaydı mevcuttur, kadın olduğu için ses kaydı kullanılmamıştır.)
ÜÇÜNCÜ KISIM
MAHMUT EREN TAYFASI EFENDİ HAZRETLERİMİZ’İN VEFÂTINDAN ON BEŞ SENE KADAR ÖNCE RÂBITAYI HASAN EFENDİ’YE ÇEVİRMEYE KALKMIŞLARDI
Bu Husustaki Şâhitlerin Beyanları
KUZULUK MESELESİ (EKİM 2007)
1) Âdem Şener Hoca Efendi Şöyle Anlatıyor:
“Mahmut Eren Çanakkale bölgesine birtakım vekiller tâyin ediyor. O vekillere diyormuş ki: ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılır.’
‘Niye bize verdiğiniz direktifleri buna veremiyorsunuz?’ diye bölge başkanları heyetleri yargılıyor. Heyet de: ‘Ya o dik kafalı, bize uymuyor, biz işte ona bir şey vermiyoruz.’ gibi sözlerle geçiştiriyor.
Onun için bölge başkanlarının Mahmut Eren’e karşı tavırları net. Herkes soğuk, buz gibi. Fakat ben dedim ki: ‘O da olsa herkesi Kuzuluk’a dâvet ediyorum.’
15 tâne devre mülk kirâladım ve toplantı başladı. Büyük hocalar, büyük bölge başkanları geldiler. O zaman şu anki İsmâîlağa Câmii’nin imam hatîbi Sâlih Topçu da var ve Selâhattin Atamtürk Hoca da var, Mahmut Eren de var, hep berâberiz.
Mahmut Eren o toplantı esnâsında dedi ki: ‘Arkadaşlar siz Hasan Efendi’yi nasıl görüyorsunuz? Hasan Efendi hakkındaki inançlarınız, görüşleriniz nelerdir?’
Orada ‘Hasan Efendi’ye de râbıta yapılır.’ deyiverdi bir anda. Arkadaşlar(la) böyle (bakakaldık), ortalık suspus oldu, buz gibi oldu.
Dedik ki: ‘Ne diyorsun sen?! Efendi Hazretleri, Hasan Efendi’ye ne görevi verdi, ne yetkisi verdi? Biz o görev ve yetkiden öteye geçemeyiz.’
Efendi Hazretleri ne buyurmuştu? Hocaların işlerini ayarlayın, maaşlarını, düzenlerini, medreselerini. Sırf bu görevi vermişti 2005’de. Dedik ki: ‘Bu kadar, öteye geçemeyiz.’
O ara Selahattin Atamtürk Hoca, Mahmut Eren’in o bölgelerde ‘Hasan Efendi’ye de râbıta yapılır.’ sözlerini duyduğu için çok kızdı, celâllendi ve orada bir patladı. Sonra karşılıklı bir mücâdele (oldu).
Dedik ki: ‘Olmaz.’ 15 tâne vekîl (olarak), Sâlih Topçu da dâhil, hepsi diyordu ki: ‘Hasan Efendi’yi sâdece Efendi Hazretleri’nin bir büyük olarak hocaların başına koyduğu, (heyeti) idâre etmesi için onları yönlendirmesi için koyduğu bir örnektir, ne halîfedir ne şeyhtir, aslâ (böyle bir şey yok).’
Biz orada üç maddelik bir yazı hazırladık. Dedik ki: ‘15 bölge başkanı olarak; birincisi şu, Efendi Hazretlerimiz, Hasan Efendi’ye hangi yetkileri verdiyse yâni hangi görevi verdiyse bizim gözümüzde, nazarımızda Hasan Efendi odur. Aslâ şeyhlik diye bir şey yok. İkincisi heyetle bölge başkanları arasında üç kişilik bir ekip seçilmişti, bunlar sürekli görüşecek. Üçüncü olarak da heyet ve hâne diye ayrıcalık olmayacak ve Efendi Hazretlerimiz’i ziyârete gideceğiz.’
O gece hastâneyi kurşunladılar. Biz sürekli Efendi Hazretlerimiz’in hizmetkarlarıyla telefonlaşıyoruz. Dediler ki: ‘Gelmeyin.’
Dedim ki: ‘Ben bu kadar insanı, hanımları, çocukları, bölge başkanı iki otobüs tuttuk İstanbul’a gideceğiz. O zaman Efendi Hazretlerimiz’le telefonda görüşelim.’
Efendi Hazretlerimiz’le telefonla görüştük, duâlar etti, sevindik, biz ayrıldık. Sonra şöyle bir dedikodu yayıldı: ‘Kuzuluk’ta bölge başkanları toplandılar, orada şeyh tâyin ediyorlar.’
Vallâhi billâhi tallâhi büyük bir iftirâdır. Aslâ kimse (bunu söyleyemez). Biz Mahmut Eren’e müdâhale ettik o zaman. ‘Aslâ!’ dedik. Hiç kimsenin aklında, beyninde Hasan Efendi (için) şeyhlik yok, halîfelik yok, aslâ öyle bir şey yok, öyle bir dâvâ yok, öyle oluşan herhangi bir toplantı yok.
Ve tabî ki bir de duyduk ki evet bunlar Efendi Hazretlerimiz’e hastâneye gelmişler. ‘Efendi Hazretleri sana bir şey olursa işte şu kâğıda bir imzâ at, ondan sonra Hasan Efendi ondan sonra işte felanca.’ (diye de yazmışlar kâğıda.)
Efendi Hazretleri de bizzât sıcağı sıcağına, hiçbir ilâvem, hiçbir katkım yok, şu mübârek günde bunu söylüyorum. Efendi Hazretleri buyurdu ki: ‘Ben görevimin başındayım, benden sonrakini Allâh bilir, Hasan Efendi de diğerleri gibi vekildir, herkes işine baksın.’
O zaman merhum Resul Hoca (Rahmetullâhi Aleyh), ne büyük bir zât, Allâh ganî ganî rahmet eylesin. Büyük bir tapu. O tabî soruyor bunları. Tabî Cübbeli Hoca Efendi çocukluğundan beri sultânımın yanından ayrılmayan, yöresinden ayrılmayan (biri). O çocukluğunu sokakta yaşamadı. O keyfine, zevkine göre şurada burada hayâtını sürdürmedi.
Yâni kendisini 18 yaşından (beri) tanırım, o da aynı yaşta.
Sürekli Efendi Hazretleri’nin yanında, onun dizinin dibinde. Yâni Efendi Hazretleri’ne bu kadar bağlılık, bu kadar âşıklık hâliyle genç bir delikanlıda!
Yâni ben kendisini o zaman Hazret-i Ali Efendimiz’e benzetirdim. Ya Hazret-i Ali Efendimiz de çocuk yaşında Allâh Rasûlü’ne îmân etti.
O İsmâîlağa Câmii’nde ‘Nesefî Tefsîri’ okurdu bağıra bağıra. Sakalları yoktu öyle. Biz de Şâban Efendi hocamızla okuyoruz. Netîcede Cübbeli Hocamız her fırsatta Efendi Hazretleri’ne yaklaşan, soru soran birisi. O günlerde de geliyorlar, diyorlar ki: ‘Cübbeli sen sor.’
Meselâ bir mesele olduğu zaman bütün büyük hocalar a’sından z’sine kadar Cübbeli Hocamız’a ‘Sen bizim temsilcimiz olarak, sen sor.’ diyorlar.
Bu adam çocukluğundan o yaşa kadar sultânın yanından ayrılmamış, sözlerinden ayrılmamış her şeyiyle berâber o biliyor. Bütün hocalar diyordu ki ‘Sen sor.’
Hiç kimse yaklaşamıyordu, çekiniyordu ve o zaman o da sordu hâliyle ve Efendi Hazretleri gerekli cevâbı verdi. Ondan sonra tabî ki ortalık karıştı.
Bizler bir toplantı esnâsında 2011 yılıydı. Toplantı yapıyoruz, bölge başkanları ve heyetlerle berâber ve şu an heyetteki olan hocalar (vardı). Şurayı (da zikredeyim) lütfen atladım; 2008 yılından sonra Ali Polat diye birisi ve bu Sâlih Topçu Hoca diye (biri var) neyse, o da heyete bir şekilde alındı, aldılar.
Hem de Efendi Hazretlerimiz’in tâyini ile değil, birileri istedi ve aldılar. Hattâ Seyfettin İnanç diye birisi var. O orada olduğu müddetçe bu cemâatin yüzü gülmez. Gülmez, güldürmez. Allâh onun hakkından gelsin, sorsun. Herkesi kötüleyen, karalayan öyle bir yapıya sâhip bir arkadaş.
Neyse onunla ben bu meselede cebelleştim. Dedim ki: ‘Siz millete maaş vermekle milleti esir aldığınızı düşünüyorsunuz. Sizin ne maaşınız ne paranız istemiyorum.’
Biri kalktı; Recep Eryiğit diye biri var heyette (ya, işte o): ‘Sen, bizim düşmanlarımızla birlik oluyorsun.’ dedi.
‘Senin düşmanın kim?’ dedim. ‘Muhammed Keskin ile Şefik Kocaman.’ (demesin mi?!)
‘Yazıklar olsun.’ dedim be. ‘Bunlar sultânımıza hizmet ediyorlar. Nasıl bunu diyorsun sen?!’ dedim. ‘Yakışıyor mu?’ (dedim.)
Neyse birbirimize girdik. En sonunda dediler ki: ‘Susun.’
Tabî içlerinde diğerleri var. ‘Benim sizden bir isteğim olacak.’ dedim. Herkes biliyor, sorabilir herkes. (Sene) 2011.
‘Bakın bu iş öyle gitmez. Kalkın hâneye gidelim. Hânedekileri de çağıralım, karşılıklı konuşalım, sulh bulalım, sulh, sulh. Neye çalışıyoruz biz?! Bu cemâati biz bölüyoruz. Cemâatin avâmı değil, bu cemâati bölen biziz, biz. Başkası bölmüyor.’ (dedim.)
Neyse kızdılar, bağırdılar, sonunda ‘Tamam.’ dediler. Mustafa Bilici Hoca, Hasan Efendi yok. Mübârek Hasan Efendi hiçbir zaman, hiçbir fikir bildirmedi. Hiçbir görüş bildirmedi.
Heyet konuşuyor, karar veriyor. ‘Efendim biz böyle yaptık, tamam mı?’ Kafa sallıyor. Mübârek adam ‘Doğru’ ya da ‘Yanlış’ (diye bir şey söylese)! ‘Niye bunu yaptınız?’ Söyle! Kaç kere (oldu ama) hiç(bir şey demedi)!
Artık ondan sonra, tabî zaman zaman heyet beni çağırıyor. ‘Âdem, neredesin sen?’ Toplantılarına gitmiyorum, seminerlerine gitmiyorum diye. O zaman gördüm ki benim mürşidime bu hâinliği yapacaklar, yapıyorlar. En sonunda 2014’te bunlarla biz ayrıldık. Niye? Hiçbir zaman bunları ben tasvîb etmedim, kabûl etmedim ve bunlar tabî Efendi Hazretleri’ne bir türbe gözüyle bakıp gelip ziyâret edip gidiyorlardı.
Efendi Hazretleri’nin sarık konusunda, diğer konularda hiçbir zaman hakkını savunmadılar. Ama Cübbeli Hocamız her zaman Efendi Hazretlerimiz’in haklarını savundu.
Her zaman yanında oldu. Onun öyle bir a planı, b planı olmadı. Şeffaf, her şey ortada, görüyorsunuz. Yeri de belli. Açıktır. İçi ne ise dışı da aynıdır. Biz onu yeni tanımıyoruz.
Yâni Efendi Hazretleri’nin her zaman hakkını savunmuştur. Şu Türkiye’ye, dünyâya, bu tarîkatı ve Efendi Hazretleri’ni tanıtan, anlatan, insanlığa bildiren (odur). Şimdi ‘Niye Cübbeli bunu yapıyor?’ (diyorlar.)
Niye yapmasın?! Sizin oyunlarınız, geçmişten beri getirdiğiniz oyunlarınız artık daha ileriye gitmesin ve bugün geldiğimiz noktada işte her şey ortada.
Bugün Allâh rızâsı için sultânımın hakkı üzerinde olan talebesinden hocasına, kadınından erkeğine hep berâber lütfen burada savunulan bir râbıta olayı var. Burada savunulan bir Efendi Hazretlerimiz’in nisbeti var. Burada bir olmalıyız, birlik olmalıyız.
Yâni sâdece bu görevi Cübbeli Hoca Efendi’ye bırakmamalıyız. Bu taşın altına sâdece onu bırakmamalıyız. Bakın, Allâh kendisini korusun. Biz gece gündüz duâ ediyoruz. Muhâfaza eylesin ki çok güzel bir çıkışla, doğru bir çıkış(la anlattı bunları).
Onun söylediklerinde (şüphe yoktur), hiçbir zaman Cübbeli Hoca Efendi Hazretleri’nin (bu sözleri) hakkında (şüphe edilmez), hiç yalan söylemez, aslâ. Çünkü ne duyduysa (aktarır). Bir de zekîdir. Onun kadar zekî, onun kadar harfi harfine muhâfaza eden başka bir hoca yok!
Ben ondan da okumadım ama ben ona, (onda) okuyanlardan daha saygılıyım. Onun için bugün bizler böyle bütün arkadaşlar olarak râbıtayı savunan, bu yolu savunan arkadaşlarla bir olmalıyız, birlik olmalıyız. Bu yolu hiçbir şekilde bozdurmamalıyız. Birtakım projelere bu işi bırakmamalıyız.”
2) Ali Haydar Çetintürk Hoca Efendi, Mahmut Eren’in Hasan Efendi Üzerinden Yürüttüğü Planı Şöyle Anlatıyor:
“Kıymetli kardeşlerim, söyleyeceğim şeylerin doğruluğu husûsunda, vallâhi, billâhi, tallâhi diyerek Allâh-u Te‘âlâ’nın adına yemîn ile sözlerime başlıyorum. Anlatacağım şeylerin doğru olup olmadığının sağlamasını, vereceğim isimlerden (hayatta olanlardan) sorup yapabilirsiniz.
Ahmet İslamoğlu, Mustafa Ekin, Âdem Şener, rahmetli Veysel Çeltikçi, Muhammed İslamoğlu Hoca, Selahattin Atamtürk, rahmetli Mahmut Okanoğlu ve bendeniz Ali Haydar Çetintürk.
Kıymetli Hasan Efendi Hocamız ile alâkalı Dârüşşafaka Maltepe (Zümrüt Evler Fizik Rehabilitasyon) Hastânesi’nde vukû bulan hâdisenin bizzât içerisindeydim. Yâni 2007 yılının sonbaharında başlayıp, 2008 yılında cereyân eden birtakım olaylara şâhit oldum.
Şöyle ki Âdem Hoca’nın ev sâhipliğini yaptığı Kuzuluk Kaplıcaları’nda diğer bölge başkanlarıyla bir araya geldik. 3 gün süren istişâre ve müzâkerelerimiz oldu.
- gün büyük bir salonda toplanmıştık. Mahmut Eren Hoca müsâade isteyip konuşmaya başladı.
Tahtaya Efendi Hazretlerimiz’in ismini yazdı, altına da Hasan Efendi ve Mustafa Efendi hocalarımızın isimlerini yazdı ve dedi ki: ‘Arkadaşlar, evvelâ bir tespit yapmamız lâzım.
Hasan Efendi, şeyh midir? Halîfe midir? Vekîl midir? Nedir? Şâyet halîfe ise; kendisine râbıta yapılır mı? Yapılmaz mı? Bunların da konuşulması lâzım.’ der demez, sesler yükseldi ve Efendi Hazretlerimiz sağ iken bu ve benzer şeylerin konuşulmaması gerektiğini kendisine ifâde ettik.
En sert tepki gösterenlerin başında da Selahattin Atamtürk Hoca Efendi geliyordu.”
3) Şehîd Bayram Ali Öztürk Hoca Efendi, Mahmut Eren’in Şeyhlik Planını Şöyle Deşifre Etmişti:
“50 yıllık bir mürîd, bir kere kalbinden ‘Şeyhimin yerine ben geçeceğim.’ düşüncesi geçirse bundan bir şey olmaz, bunun işi biter.
Ortalık şeyhten geçilmiyor. Daha Efendi hayattayken diri diri mezara toprağa gömenler hiç de az değil.”
Mahmut Eren Hakkında Mârifet Dergisi’nde Yayınlanan Yazı
Efendi Hazretleri’nin hayâtında ve hattâ bâzen huzûrunda bâzı aksakallılara şeyh muâmelesi yapılmasını kimler, niçin teşvik ettiler?
Mürşitten başkasına râbıta yapılmasına kimler müsâade etti? Kendisi hakkında “Ona râbıta yapılabilir.” diyen kişiye “Bu yaptığın doğru değil, yanlış yapıyorsun.” diyerek reddetmek yerine “Öyle söyleme. Yanlış anlaşılıyor.” demek sûretiyle zımnen îtirafta bulunan aksakallı kimdi?
Hangi aksakallı kendine tekke kurdu da sultan tarafından azarlanınca orayı kapatmak zorunda kaldı?
(Marifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
– İKİNCİ FASIL –
– FİKRİ DOĞAN’IN ŞEYH OLMADIĞININ DELİLLERİ –
BİRİNCİ KISIM
FİKRİ DOĞAN ŞEYH SEÇİLİRKEN YAPILAN HIYÂNETLER
Cübbeli Hoca Fikri Doğan Şeyh Seçilirken Yapılan Hıyânetleri Şöyle Anlatıyor:
“Besmele hamdele salvele. Kıymetli kardeşlerimiz, tabî daha Hasan Efendi Hocamız’ın cenâzesi yeni defnedildi ise de biz şerîatı ve tarîkatı muhâfaza husûsunda hassas olduğumuz için bu açıklamayı yapmak zorunda kaldık. Şöyle ki, evvelâ şunu söyleyelim. İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin buyruğuna bakalım:
«إِنَّ إِحْدَاثَ شَيْءٍ فِي الطَّر۪يقَةِ لَيْسَ هُوَ عِنْدَ الْفَق۪يرِ بِأَقَلَّ مِنْ إِحْدَاثِ بِدْعَةٍ فِي الدّ۪ين»
‘Bu fakir nezdinde tarîkatta yeni bir şey çıkarmak dinde bidat çıkartmaktan daha az bir şey değildir.’ (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, cild:1, mektûb rakamı:267)
İşte kāide budur, ben zâten ihvân olmayan, tarîkat dersi olmayan, kime râbıta yapacağını sormayan kimselerle ilgili konuşmuyorum Burada birçok kişinin tarîkat dersi almasına vesîle olmam sebebiyle mesûliyetlerim var. Bir de Efendi Hazretlerimiz’in: ‘Ahmed doğruyu söyle, korkma ve bu yolu koru, ben sana yolumu koru diyorum.’ şeklinde beyanları var. Onun için bu vazîfe maalesef üzerimizde taayyün etti. Yâni cenâze ortada kalınca (onu kaldırmak) farzı ayn oluyor ya, öyle bir şey oldu yâni.
Diğer hoca efendilerin konuşmaması yüzünden, şimdi bütün bunları neye göre konuşuyorum? Bak başını anlamazsan, sonunu anlamazsın.
‘Bu fakir nezdinde tarîkatta yeni bir şey çıkarmak dinde bidat çıkartmaktan daha az bir şey değildir.’ (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, cild:1, mektûb rakamı:267) (şeklindeki İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin beyânına göre) ne demek?
Ha şerîatta bir bidat çıkartmışsın, ehl-i bidat olmuşsun, Ehl-i Sünnet’ten ayrılmışsın, tarîkat bâzında da tasavvuf dâhilinde de bir yenilik, bir reform çıkarttığın zaman bu şerîattakinden aşağı değil.
Kime nispetle? Şerîat ehli, tarîkat ehli olmayana nispetle değil, tarîkat ehli olana nispetle bu da ha namazı, akşamın 3 rekâtını 4’e çıkartmışsın veyâ 2’ye indirmişsin.
Tarîkatta da râbıta izni olmayana râbıta vermişsin veyâ şeyh olmayana şeyh demişsin, halîfe olmayanı halîfe bilmişsin. Bu da aynıdır diyor nisbî olarak.
Orada o kendi içinde, burada da bu kendi içinde. Bunları da birbirine karıştırmayalım.
İmâm-ı Rabbanî Hazretleri gibi bu işin pîri, kāideyi böyle koydu. Bu kāide üzerinden yürürsek geldiğimiz toplantıda ne yaptılar?
Şimdi şunu diyelim; İsmâîlağa orada toplandı fakat evvelce ne söylemişlerdi? Bizle de alınan kararlar ve kendi sitelerine de koyulanlar var, kaç defâ beyân ettiler ki ‘Hayâtî meselelerde bir şûrâ kurulacak, bu şûrâ 40 yaşından yüksek olan kişilerle kurulacak ve en az 40 kişi olacak veyâ fazlası olacak.’
Bunlar bu kararları kendileri açıkladılar kendi sitelerinde.
Benimle burada (bizim evde) karar aldılar, açıkladılar. Ondan sonra iki üç şûrâ topladılar mı? Topladılar. Ama şu geldiğimiz noktada bir şeyh (Fikri Doğan) tâyin ettiler bugün.
Cenâzede de Sâlih Topçu îlân etti. Fakat ne şûrâ var, ne istişâre var, ne sormak var, ne etmek var! İşte Sâlih Topçu’nun ses kaydında zikredildiği üzere ne diyor? ‘Hasan Efendi tarafından tensîb ve teklif edildi.’ diyorlar.
‘Hasan Efendi’nin teklifi’ diyor. Hasan Efendi kime teklif edecek? Şeyh makāmıysa, karar makāmıysa, karar makāmı kimseye bir şey teklif etmemesi lâzım.
Orada da bir antikalık var. Onun teklifiyle ‘Halîfe tâyin edilmiştir.’ diyor. Yâni şimdi bu konuşmaya göre Hasan Efendi teklifçi durumuna düşüyor. ‘Halîfeyi de Hasan Efendi tâyin etti.’ demiyor ‘Halîfe tâyin edilmiştir.’ diyor.
Sâlih Topçu: ‘Hasan Efendi Hazretlerimiz’in tensîbiyle, teklifiyle câmiamızın başında cenâze namazını kıldıran ve Efendi Hazretlerimiz’in yaş haddinden emekli oluşunun peşinden İsmâîlağa Câmi-i Şerîfi’nde imam olarak görev yapan kıymetli Fikri Doğan Hocamız, Hasan Efendi Hazretlerimiz’in yerine halîfesi olarak tâyin edilmiştir.’ diyor.
Bu ses kaydında dinlediğiniz üzere Hasan Efendi teklifçi durumunda, Peki, Hasan Efendi ‘Velev ki tâyin ettim.’ dese, ‘Velev ki nasbettim.’ dese, şûrâ nerede?!
Bir defâ Hasan Efendi’nin tâyin etme yetkisi var mıydı?! Geçen gündeki 5-6 saatlik konuşmamızda gördüğünüz (ve birinci baptaki deliller içerisinde okuduğunuz ve izlediğiniz) üzere Efendi Hazretleri’nin onu şeyh tâyin etmediği, halîfe de tâyin etmediği vs. bütün delilleriyle beyân edildi.
Bunu inkâra mecâl yok. Peki biz Efendi Hazretlerimiz’e bunu sorduk. Kaç kere? Hem ben bunu eski Teke Teklerde bile hatırlıyorum yâni 6 seneye 10 seneye belki yakındır.
Kaç kere sorduğumuzda ‘Hasan Efendi, Mustafa Efendi’den sonra (baş vekîl hakkında) ne olur?’ (diye) Ne buyurdu bize? ‘Cemâat seçer.’ Ben bunu yeni konuşmuyorum.
Bunu ben Ahmet Hoca’ya anlattığımda ‘Çok iyi, bize bunları anlat sen, sen babamla benden çok yaşadın, kaldın. Onun için senin bildiklerini biz bilemeyiz, iyi ki bize bunu söyledin.’ demişti. Eee ‘Cemâat seçer.’
Efendi Hazretleri bunu birkaç defâ tekrâr etti. Ben bunu eski videolarımda da konuşmamda da beyân ettim. Yeni bir şey konuşmuyorum. Eee zâten buradan ne anlaşıldı? Hasan Efendi kendi yerine birini tâyin edemez. Çünkü (Efendi Hazretleri) ‘Cemâat seçer.’ dedi.
Eee cemâat ne demektir? Bir şûrâ demektir. Millete belediye seçimi sandığı koyacak hâlimiz yok. Bir cemâatin ehlü’l-hal ve’l-akd (işleri çözüme ve karâra bağlama ehli) denen ulemâsı, işte bütün insanların tanıdıkları, güvendikleri hoca efendilerin reyiyle, şûrâsıyla (seçilir).
Eee bunlar da bunu baştan kabûl ettiler, sitelerine koydular. Şimdi ne yaptılar? Milleti çağırdılar. Hiçbir hoca efendiye hiçbir söz hakkı vermeden kalktılar. ‘Hasan Efendi, Fikri Hoca’yı tâyin etti.’ dediler.
Burada birinci şey, tarîkata muhâlefetleri konuşacağız şimdi. Tarîkata muhâlefet olmasa biz şunu konuşmazdık. Eğer İsmâîlağa dernek başkanı seçseydi başına, bize ne?! Vakıf başkanı değiştirseydi, bize ne?!
Veyâ ‘Vekillerin başına bir emîr mâhiyetinde birini seçiyoruz.’ (dese), bu(ndan) da bize ne?! Çünkü bu, tarîkatta bir mesûliyet vermiyor. Yâni vekillerin başı. O kendi amelinden kendi mesûl olur, kimi seçseler (de). O ayrı bir konu.
Ee şimdi geldiğimiz noktada, işte cemâat seçer, videosunu da arkadaşlar oradan size dinletsin.
Onu zâten dedim yâni, şimdi konuşmuyorum, onu demek istiyorum. Yeni bir şey hiç konuşmuyorum.
Yâni bu söylediklerimde reddiye lâzım olmazdı. Bu konuşma da lâzım olmazdı. Biz de kaç gündür yorgunuz, rahat uyurduk yâni. Şimdi 11’de hocaları topladılar. Ne dediler? Şimdi bak bir îtirâf geldi. Ali Polat yine sözcüleri oldu, kalktı. Hiçbir ilmi olmadığı hâlde, hiçbir vasfı olmadığı hâlde genel bir vekilliği var diye ona sözcülük verdiler.
Ali Polat konuştu: ‘Alî Hayder Efendi Hazretleri zamânında râbıta ona yapılıyordu. Mahmûd Efendi Hazretleri zamânında Mahmûd Efendi’ye yapılıyordu.’
Üç. Bomba bilgi. ‘Hasan Efendi zamânında, Hasan Efendi dedi ki: ‘Ben Mahmûd Efendi’ye râbıta yapıyorum, siz de ona râbıta yapacaksınız.’
Bunu bugün söyledi. Bugün 11’de söyledi. Neredeydiniz âbi? Biz 20 aydan beri canımız çıktı. Haa niye bugün söyledi? Nasılsa Hasan Efendi vefât etti, şimdi doğru söylenebilir. Böyle bir dolambaçlı bir heyet veyâhut da toplantı olur mu ya? Bunu söyledi.
Gelelim Fikri Hoca’ya. Dedi ki: ‘Fikri Hoca şeyhtir.’ Allâh Allâh! Yâni Mahmûd Efendi Hazretleri: ‘Ben halîfe bırakmadım, vekîllerimle yürüyecek.’ (buyurdu.)
İşte kendi sesinden dinlediniz. “Kimseye söz vermedim, kimseyi bırakmadım.” dedi.
Oradan sonra Hasan Efendi’ye şeyhlik isnâd edip iftirâ attılar, hocamıza zulmettiler. Ondan sonra o râbıtayı kendine yaptırmadı, izin vermedi. 20 aydır direndi.
Günde kaç kere sordular, başının etini yediler o mübâreğin o yaşta. Eliyle, kollarıyla, her hareketiyle ‘Olmaz, olmaz.’ dedi.
Kendi îtirafları da var zâten. Talu’nun (Hasan Efendi’ye sorduğunda cevâben): ‘(Bana râbıta) olmaz.’ dediğinin beyânı var.”
Hasan Efendi’nin Fikri’yi Tâyin Ettiğine Delîliniz Nerede?
“Bu kadar şeyden sonra şimdi Fikri Hoca’yı yok Hasan Efendi teklif etti, sonra yok halîfe tâyin edildi felan.
Eee? Peki Hasan Efendi’nin Fikri Hoca’yı kendisinden sonra diyelim ki vekîl dedi şâhidiniz nerede Hasan Efendi’nin bunu dediğine dâir?!
Bir görüntü gösteremediler. Bir ses, soru cevap ses dinletemediler. Bir kâğıt veyâ bir imzâ meselâ diyelim, onu da çıkaramadılar. Ee kim yaptı bunu, kim duydu bunu? Biz zâten bunu hep diyorduk, bir gece operasyonu çekilecek. Kim duydu bunu? Efendim, oğlu Abdullâh Kılıç. Ondan sonra? Ahmet Ustaosmanoğlu, Sâlih Topçu.”
Mehmet Talu Kendi Koyduğu Şartları Nasıl Bozdu?
“Talu da gitti hemen, koca cüssesiyle bîat etti. Peki sen demedin mi ki ‘Beş şâhit istiyorum.’ Konuşmalarında?!
‘Beş şâhit şartı koşuyorum, bu işler başka işe benzemez, en az beş şâhit.’ demedin mi?! Kaç kişi duymuş Hasan Efendi’den bunu?! Sen kendin diyordun ki ‘Ben duymam lâzım, bizi de çağırmaları lâzım.’ Bize hep böyle diyordun toplantıda.”
Ayrancının şâhidi şıracı, öbürünün ki bozacı. Hiçbir kayıt kuyut yok. Hasan Efendi böyle dedi. Dedi mi, demedi mi? Dese zâten ‘Cemâat seçer.’ kāidesi bozulmuş oluyor. O ayrı bir dâvâ da. Ama dedi mi demedi mi zâten şâibedir.
Onun için bâzı hoca efendiler toplantıya gitmeme karârı aldı. Bâzı hoca efendiler: ‘İstihâremiz çıkmadı.’ dediler. Onlar niye gitmeme karârı aldı? Birkaç hoca efendi, bâzı hoca efendiler gittiler, bîat etmediler. Onlar da orada oturdular, kalktılar.”
Fikri’ye İlk Bîat Eden Niçin Mahmut Eren Oldu?
“İlk bîat eden kim oldu? Beklediğimiz üzere Mahmut Eren oldu. İlk o ayağa kalktı. Çünkü neden? Burada bana yüklenenler: ‘Hani sen ‘Mahmut Eren, Mahmut Eren’ diyordun. Bak Mahmut Eren (şeyh) olmadı. Yaşlı başlı bir adam oldu.’ dediler.
Şu anda deme hakkına sâhip oldular. Ama çok yanılıyorlar. Çünkü neden? Mahmut Eren ne diyordu? ‘Biz inanırsak bir adama ona tâbi oluruz.’ diyordu. Yâni Mahmut Eren, Fikri Hoca’ya inanmış. Ee çünkü Fikri Hoca sessiz kalır, bir şey konuşmaz, etmez. Taşıyıcı annelik yapar, proje yürür.”
Hasan Efendi Zamânında Fiilî Şeyh Ahmet Ustaosmanoğlu İdi
“Fiilî şeyh kim? Hasan Efendi zamânında fiilen, şeyhlik yâni bütün îlanları yapan, heyete kararlar aldıran, kâğıtları getiren, siteye koyduran, muhâlefetlere rağmen bütün olayları kim kotarıyordu? Ahmet Ustaosmanoğlu.
Dolayısıyla Hasan Efendi zamânında fiilî şeyhliği kim yapıyordu? Ahmet Ustaosmanoğlu. Şu anda fiilî şeyhliği kim yapacak? Heyet. Heyetin başı kim? Ahmet Ustaosmanoğlu.
Kâğıtları kim getirip, kim koydurabiliyorsa fiilî şeyh odur. Ne diyordu kendisi? ‘Ben dedim ki: ‘Cübbeli ile ilişkiyi keselim.’ Arkadaşlarla ittifak ettik.’
Ee beni kendilerine göre attıklarına memnun oldum, zâten sen nesin ki? Nereden beni atıyorsun? Ben böyle bir dolabın içinde olmaktan zâten rahatsızlık duyarım şu anda.
Hasan Efendi başımızdayken tamam ama hele ki şimdi Hasan Efendi’den sonra ‘İyi ki atılmışım.’ diyorum yâni çünkü neden? Sen efendim şâhitsiz, şuhûdsuz, şûrâsız hiçbir hoca efendiye bir şey danışmadan, reye sunmadan Efendi Hazretlerimiz’in ‘Cemâat seçer.’ buyruğunu da hiçe sayarak ki bunun dolu şâhit-
leri var. Benim eski konuşmalarımda bu (var), bunu kendileri kabûl etmişti o zaman.
Efendi Hazretleri’nin sözü nedir? ‘Râbıta bana devâm edecek.’
Hasan Efendi Hocamız’dan sonra ne olacak? ‘Cemâat seçecek.’
Birileri ne yapamaz? Bir sene iki ay evvelkisine bak, sonrasına bak, sonrasına bak. Ondan altı sene evvel bile var. Hepsinde aynı söz. ‘Heyet’ demedi. ‘Şûrâ’ demedi. Felan kişi demedi. ‘Cemâat seçecek.’ (buyurdu).
Ee şimdi tarîkatta neler bozuldu? Ohoo! Mahmûd Efendi Hazretleri’nin ‘Cemâat seçer.’ vâsiyeti bozuldu. ‘Şeyh yok.’ buyurdu. Fikri’yi şeyh îlân ettiler. İkinci o bozuldu.
‘Râbıta bana devâm edecek.’ buyurdu. Hasan Efendi bozdurmadı mübârek. Canı pahasına direndi. 20 aydır direndi. Ne sıkıntılar çektirdiler hoca efendiye. Böyle olduğu hâlde geldiler şimdi cuk diye (Fikri’ye) râbıta da verdiler.
Ee kardeşim sen dernek başkanı seçmiyorsun ki ben de konuşmayayım. Sen silsileli, râbıtalı şeyh seçiyorsun. Peki Fikri Hoca kendi ne diyordu millete? Kaç kişi bunun şâhidi var?
Bunu ben Hüsâmettin Hoca’dan da duydum. Efendi Hazretleri ona da ayrıyeten demiş. ‘Biz çok âlim, hoca yetiştirdik ama şeyh yetiştiremedik.’ demiş.
Ee bunu Fikri Hoca kendi naklediyordu. Nasıl şimdi şeyhliği kabûl etti?! Bir insan demez mi ki ya: ‘Bana ‘Şeyh meyh’ demeyin kardeşim, ben Efendi Hazretleri’nden duydum şeyh yetiştiremediğini.
Ben tarlada mı yetiştim, armut muyum ben?! Efendi’nin adamıyım, Efendi: ‘Yetiştiremedik.’ dedi. Efendi Hazretleri: ‘Bu zamanda kābiliyet kalmadı.’ buyurdu. Ben de Efendi’nin mürîdiyim, ben başka yerden gittim ve orada mı yetiştim?’
Bunu demesi lâzım değil mi dürüst bir insanın?! Ee şimdi nereden çıkıyor bu şeyhlik böyle pıtrak gibi her tarafta şeyh, şeyh, şeyh?!
İki senede bir, bir senede bir don lastiği gibi râbıta oraya, râbıta buraya, bilmem nedir bu kardeş?! Ne yapmak istiyorsunuz yâhu?! Açık konuşun siz. Ne yapmak istiyorsunuz?!
Mahmut Eren projesi yürüsün diye ehliyet ve liyâkatı esas almadılar. Şimdi sonunda onunla bağlayacağız. Bir Fikri Hoca bu şeye ne kadar lâyık?! Başvekîl olabilir mi?!
Yâni şeyhlik, halîfelik zâten yok. Efendi Hazretleri’ni inkâr olur bu. O zâten yok. Hasan Efendi’de olmayan bir şey, buna nasıl veriyorsun sen ya?!
İki, Fikri Hoca vekillerin başına seçilmeye rey verilecek adam mı?! Şimdi 40 kişilik şûrâ olsaydı, 60 kişilik şûrâ olsaydı, benim bir reyim olsaydı, vallâhi billâhi Fikri Hoca’ya, ya şeyhlik halîfeliği konuşmuyorum hâşâ, başvekillik için rey verir miydim? Vallâhi billâhi vermezdim.
Niye? Efendi Hazretlerimiz’den çok bildiklerim var. 4-5 tânesini şu anda sizinle paylaşacağım. Ee bu böyle şey olur mu yâ? Burada ehliyet, liyâkat (esas alınmalı değil mi?!)
Ee sen burada bir Alî Hayder Efendi Hazretleri’nden kalma (İbrâhîm Efendi gibi) alnı, Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin alnına değmiş, teveccüh almış yâ. Hâfız, âlim, fakîh.
Şimdi böyle bir adam Efendi Hazretleri’ne tam bağlı. Efendi Hazretleri’nin bütün mektuplarının çoğu kime yazılmış? İbrâhîm Efendi’ye. İbrâhîm Efendi’den daha fazîletli şu anda biri var mı?! Yok. Kıdeminden, Efendi Baba’dan, (işte böyle bir zât:) ‘Ben şeyh değilim.’ diyor. ‘Son şeyh Efendi Hazret-
leri’dir.’ diyor. Yâni ‘Sondur’ kelimesi var orada.
‘Hazret-i Mehdî’ye kadar râbıta Efendi Hazretleri’ne devâm edecek.’ diyor. Daha şu anda benden başka kimse dememiş. (Bir tek o) ‘Mehdî’ye kadar Efendi’ye devâm edecek.’ diyor. ‘Ben bunun istihâresini, hepsini yaptım.’ diyor. Allâh dostu, veliyyullâh, kerâmet sâhibi. Dünyâ kadar insan onun kerâmetlerini anlatıyor. İbrâhîm Efendi kerâmetler sâhibi bir veliyullâhtır yâni. Adam ‘Râbıta Hazret-i Mehdî’ye kadar Efendi Hazretleri’ne devâm edecek.’ diyor.”
“Ehliyet ve liyâkatın tamâmı onda toplanmış. Bu adamı başvekîl olarak seçmiyorsun. Efendi Hazretleri’ne iftirâ ederek şeyh seçiyorsun, bir de ‘Râbıta da yapılır.’ diyorsun.
Adam da orada (bizzât) Efendi Hazretleri’nden ‘Biz şeyh yetiştiremedik.’ lafını duyan kendisi (olduğu hâlde) şeyhliği kabûl ediyor ve kendine râbıta yapılmasını kabûl ediyor.
Gök yere iner yâ! Sen nasıl kendine râbıta yapılmasını kabûl ediyorsun! Ne büyük tehlikeye soktunuz ihvânı şimdi yâ!”
İKİNCİ KISIM
FİKRİ DOĞAN HAKKINDA EFENDİ HAZRETLERİ’NİN BUNCA KÖTÜLEYİCİ BEYANLARI VARKEN ŞEYHLİĞİ BIRAK
VEKİL BİLE OLAMAZ
“Ben bir kere konuşacağım. Fikri Hoca kimdir? Size tanıtacağım. Efendi Hazretleri’nden beyanlarını, şâhitliklerimi arz edeceğim. Fikri Hoca başvekîl olarak seçilemez. Bir reyim olsa aslâ vermem. Birçok hoca efendiyle de konuştuğumuzda her biri ‘Biz rey vermeyiz.’ dediler.
‘Kabûl etmiyoruz.’ dediler ve zâten bunların hepsi yakında ortaya çıkacak. Bu hoca efendiler ortaya çıkacak, heyet kurulacak, o heyet ortaya çıkacak. Bunların hepsi çıkacak. Yakın. Yâni kısa zamanda görürsünüz her şeyi (nitekim Şûrâ kurulduktan sonra bütün hoca efendilerin açık beyanları paylaşıldı).
İbrâhîm Efendi Hocamız zâten İstanbul’a inşâallâh intikāl edecek felan. Bu iş bitmiştir. Efendim Allâh dostları İbrâhîm Efendi hocamızla ittifak etmiştir. Ha o tarafta da ‘Biz birini seçtik.’ diyorlar.
İbrâhîm Efendi hakkında Efendi’nin, Efendi Baba’nın beyanları nedir?
Fikri Hoca hakkında Efendi Hazretleri’nin beyanları nedir? Bunları kıyâs ederiz. Bir de en son bir bakarız, suratlara bakarız. Bir Fikri Hoca’nın suratını koyarız şeye.
Bir de Efendi Hazretlerimiz’in cemâlini koyarız. Bakarsınız kendinizi kime lâyık görüyorsanız, hangi cemâl, hangi surat, hangi sîmâ içinizi açıyorsa size Allâh’ı hatırlatıyorsa ona devâm eden kazanır, öbürleri büyük bir hatâ ve tehlikeye kapılır.
Sen bundan sonra seyret, cinlenmiş büyülenmiş (kimseleri, artık ona râbıta yapanların) ne belâlar başlarına gelir. Çünkü Efendi Hazretleri’nin kendisi hakkında ne kötü beyanları olan bir adamı şeyh seçtiler.”
Efendi Hazretleri’nin “Ben Fikri’yi Böyle Bilmezdim” Sözü
“Şimdi Kaptan Âbi, Allâh rahmet eylesin, Abdullâh Kaptan Efendi benim çok yakınımdı, işte bütün tefsîri ilk daktilo zamânından başlayarak onunla yazıyorduk. Efendi Hazretlerimiz’in emîni (para işlerinde güvendiği kimse) idi. Yardım şeylerini onda toplardı güvendiği için. Sonra ona derdi ki: ‘Şuna şu kadar ver, buna bu kadar ver.’
O da emirleri yerine getirirdi. Çok ihlâslı, mübârek bir zât idi. Onun vefâtından sonra kasa Fikri Hoca’ya devredildi. O arada birisi geldi, herhâlde Rusya’dan, yâni Rusya’daki Müslümanlardan ihvân olmuş felan, kızdan talebe getirmiş, medrese, vize meseleleri vardı, masrafları vardı fakirlerdi, vize, işte vesâire, bilet felan.
Efendi Hazretleri buyurdu ki: ‘Git, Fikri’ye söyle iki bin dolar versin.’ Adam gitti, çıktı felan. Ben de Efendi Hazretleri’nin yanındayım, odadayım. Fâtih’teyim, İsmâîlağa’dayız o zaman. Baktım orada konuşuyorlar felan. ‘Ne oldu?’ dedim. ‘Vermedi.’ dedi. ‘Nasıl vermedi?!’ dedim.
Efendi Hazretleri yan odada yâni Efendi ile Fikri arasında orada birkaç metre var, gittim. ‘Sen niye vermedin?’ dedim. ‘Ya bunlar Efendi Hazretleri’ni kandırıyorlar, bilmem ne. İki yüz dolara vize alınıyor. ‘İki bin dolar’ demiş.’ dedi.
Gittim Efendi Hazretleri’ne ‘Efendi Hazretleri (Fikri) böyle böyle diyor.’ dedim.
(Buyurdu ki) ‘Yâhu, o ne karışıyor?! (Orada, sâdece vizesi mi var bunun?! Adam bilet alacak, bilmem ne. Çoluğu var, çocuğu var, masrafı var).’ dedi.
‘Söyleyin, versin.’ dedi. Yine vermedi. Çok da inatçıdır, huyunu en iyi bilenlerdenim. Öyle inat ki, vermedi. Yok ‘Efendi kandırılıyor, öyle önüne gelene veriyor.’ dedi.
Yâhu Efendi Hazretleri istediğine veriyor. Fakire veriyor, verdiriyor. Geldim, Efendi Hazretleri oturuyor sedirde. Beni de yanına oturttu, ‘Yukarıya otur.’ dedi. Ondan sonra ‘Ahmed, ben bu Fikri’yi böyle bilmezdim. nasıl çıktı böyle?!’ dedi.
Yâ Efendi Hazretleri hayatta ve mürşitlik yapıyor. Efendi Hazretleri şurada oturuyor ya. Şuradaki odadan adam Efendi Hazretleri’ni dinlemedi yâ. Böyle inatçı ve Efendi Hazretle-
ri’ne muhâlif bir hâline rastladım. Yâni onu zemmetti Efendi Hazretleri.”
Fikri Doğan’ın Efendi Hazretleri’nin Selahattin Hoca’yı İmam Tâyin Etmesine Îtirâzı ve Efendi Hazretleri ile Alay Etmesi
“İkincisi, şimdi Selahattin Atamtürk Hoca kardeşimiz, Kütahya vekîli Efendi Hazretleri’nin, Efendi Hazretleri onu İsmâîlağa’ya imam olarak tâyin etti, Fikri Hoca’dan sonra ve Fikri Hoca’ya emekli olmasını haber gönderdi. Dediler ki, aynı böyle. Efendi Hazretleri diyor ki: ‘Fikri Efendi emekliliğini istesin, ben buraya câmiye imam tâyin ettim.’
Şimdi baktı böyle ve ‘Müftü de tâyin etmiş mi bâri?!’ dedi. Bu öyle bir istihzâ ve hakārettir ki, bunun misli görülmemiştir! Yâ bir mürşide karşı yapıldığı zaman özellikle yâni. Bu (zât) sen, ben değilim, senin asker arkadaşın, medrese arkadaşın değil. Efendi Hazretleri sana haber gönderiyor. ‘Müftü de tâyin etmiş mi bâri?!’ dedi.
Bunun üzerine Efendi Hazretlerimiz bundan çok üzüldü ve şu beyanda bulundu. Ben bunu Efendi Hazretleri’nden duymadığım için iki şâhide başvurdum. Bunlardan birisi Efendi Hazretleri’nin ekserî hizmetinde o aralar çok bulunuyordu, Muhammed Şişman Efendi, iş adamlarından.
O ikincisi de Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi. Kıymetli hocalarımızdan biliyorsunuz. Câmiâmızın en meşhur hocalarından. Çok talebeleri var. Efendi Hazretleri’ne en bağlı hocalardan. Bugün onunla da konuştum. Hani iki şâhid dinleyeyim diye.
‘Efendi Hazretleri ne buyurdu?’ (dedim.) ‘Bu zamâna kadar mihrap boştu, câmi boştu.’ (buyurdu.)
Yâni ‘Selahattin Hoca gelmekle mihrap doldu, câmi doldu.’ (demektir bu.) Şimdi, Efendi Hazretleri’nin (kendi) mihrabına (imam olarak) râzı olmadığı, kendi yerine şeyhlik değil, halîfelik değil, başvekillik değil yâhu. Yâni câmi imamlığı normal imamlık yâni. “Mihrap boştu, câmi boştu.” Ne demek bu? Yâni ‘Vazîfe yapmıyordu, ehil değildi. Selahattin Hoca bu işin ehli olduğu için Selahattin Hoca gelmekle câmi imam gördü.’ (demektir.)
Şimdi Efendi Hazretleri bu kadar insanlara hürmet eder, tâ-
zim eder, normal hâfıza, normal hocaya çok hürmet eder. Bu ifâdeyi niye kullandı? Ee sen Efendi Hazretleri’ne muhâlefet edersen, ‘Yap.’ dediğini yapmazsan, alay edersen, Efendi Hazretleri’ne mâlum olmaz mı kardeşim?! Dedi ki: ‘Câmi boştu, mihrap boştu.’ Şimdi onun kayıtlarını dinleyelim.”
Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi Şöyle Anlatıyor:
“Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) Selahattin Hoca’yı Kütahya’dan emir verdi ve çağırdı, o da geldi, yatsıdan sonra saat 11-12 gibi berâber namazı kıldık Çavuşbaşı’nda, sabah namazını kılmak üzere geçildi İsmâîlağa’ya.
Orada (Fikri Doğan tarafından Efendi Hazretleri’nin emrine rağmen Selahattin Hoca’nın namaz kıldırmasına) müsâade edilmedi, sonra bir hafta geçti, iki hafta geçti, üç hafta geçti, yine mihraba izin verilmiyor.
Selahattin Hoca ikāmete niyet etti, yâni artık mukîm İstanbul’da, biz üzülüyoruz mihrap verilmiyor diye, çünkü Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû)nun emri olmasına rağmen, bir ay sonra Allâhu a‘lem şimdi çok zaman geçti.
Bir sabah işraktan sonra Hasan Efendi, Mustafa Efendi -Rabbim hepsine rahmet eylesin,- Recep Hoca, bir de ben, bu fakir çıktık imamın (Fikri Doğan’ın) huzûruna, şu anda (gözümün önünde yâni).
Bunun masası var, önünde oturuyor, Hasan Efendi sağında, Mustafa Efendi solunda, biz de Recep Hoca ile berâber aşağıda oturuyoruz. Bu durum kendisine anlatıldı, bu (yaptığının) doğru olmadığı, çünkü Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) üzülüyor, haberleri ona gidiyor, izin verilmiyor diye.
Sonra şöyle dedi elini masaya vurarak: ‘İşte benim emekliliğime şu kadar zaman var, ben emekli olmadan bu mihrabı kimseye vermiyorum.’ dedi.
Biz de ayrıldık, sonra işte gün geldi emekliye ayrıldı, hemen akabinde Selahattin Hoca namazını kıldırdı orada, biz sevinç ile berâber yine Selahattin Hoca, Recep Hoca, Ömer Hoca ve bu fakir gittik Çavuşbaşı’na.
Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) yatağında yatıyor, şuan gözümün önünde, Selahattin Hoca yaklaştı ve: ‘Efendi Hazretlerimiz elhamdülillâh mihrabınızda ilk namazı kıldırmış oldum, kıldırmak ile şereflendim.’ dedi.
Sonra şöyle buyurdu Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû): ‘Şu âna kadar mihrap boştu.’
Evet şimdi ben şuna üzülüyorum Seyfettin bunu dalavere ile berâber farklı yerlere çekiyor, hâlbuki kendisi az çok Arapça bilir, siyâk sibâk (sözün gerisi ilerisi) nedir diye, bu işin bir sibâkı var (yâni) evveli (var, Fikri’nin:) ‘Ben bu mihrabı emekli oluncaya kadar kimseye vermiyorum’ sözünün akabinde Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû): ‘Orası boştu.’ buyurdu.
Aslında o imam (Fikri Doğan) o gün: ‘Ben bu mihrabı kimseye vermiyorum.’ dedikten sonra eğer heyet, (Efendi Hazretlerimiz’e bağlı bir) heyet olmuş olsaydı onunla ilişkiyi kesmesi gerekiyordu, benim müritlik anlayışım bu(dur).”
Şimdi Yıllarca Efendi Hazretlerimiz’in Yanında Hizmet Etmiş Olan Muhammed Şişman’ı Dinleyelim:
Cübbeli Ahmet Hoca: “(Efendi Hazretleri:) ‘Câmiye imam tâyin etti.’ deyince ne cevap verdi?
Muhammed Şişman: “Efendi Hazretlerimiz şöyle buyurdu: ‘Bu zamâna kadar câmide imam yok idi.’
‘Selahattin Hoca (geldi).’ denilince Efendi Hazretlerimiz’e, tam kapının önündeydik, dışarıdaydık bahçede.
Öyle denilince Efendi Hazretlerimiz öyle buyurdu. ‘Bu zamâna kadar (Fikri imamlık yaparken İsmâîlağa) câmi(i)nin imamı yok idi.’ buyurdu.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet, İslâm’a göre ne lâzım? İki tâne şâhit. İki tâne şâhidin sesi. Daha ne?! Şimdi Efendi Hazretleri’nin ‘İmam değil, mihrap boştu, bu imamlık yapamadı, dolduramadı.’ dediği (Fikri gibi) bir adamı, başvekilliğe bile rey verilemeyecek bir adamı, sen halîfe hattâ şeyh yaptın, ondan sonra 38 diye silsileye koydun, ondan sonra da râbıta ona yapılacak diye îlân ettin. Ondan sonra ‘Hazretleri ve Kuddise Sirruhû’ (gibi vasıf ilâveleri) zâten yanında bonus olarak da ilâveli. Mübârek olsun!
(Zâten Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) sarık meselesine îtirâz eden İsmâîlağa heyetine, onlarla ilişkisini kestiğini beyân etmek üzere) ‘Ne yaparsanız da yapın!’ buyurdu. Efendi Hazret-
leri bunlara: ‘Siz ne yaparsanız da yapın!’ (buyurduysa bunun: ‘Artık sizi kendi başınıza bıraktım, ben sizinle ilgilenmiyorum.’ mânâsına geldiği herkesin anlayacağı bir şeydir.)”
Yöneticiye Sormadan “‘Rûhu’l-Furkān’ın Aydıngerlerini Veremem.” Diye Efendi Hazretleri’ne Îtirâz Eden Adamı Şeyh Yaptılar
“Yine bir şâhitliğimiz var. Siraç Yayınevi’nin başındaydı yıllarca Fikri Hoca. Ondan sonra Efendi Hazretleri, Ahıska’ya ‘Rûhu’l-Furkān’ın geçmesini murâd etti. Efendi Hazretleri’nin odasında cumâ çıkışı diye hatırlıyorum. Yâni şimdi diyorlar ki: ‘Efendi Hazretleri’nin haberi yoktu, yok şu bu!’
Yâ sahtekâr mısınız, nesiniz ya?! Avukat orada, herkes şâhid. Efendi Hazretleri duruyordu. ‘Noter nerede yâ?! Niye geç kaldı?!’ diyordu.
Bu kadar net hatırlıyorum yâ. Ondan sonra Efendi Hazretleri imzâ attı, Ahıska’ya kitapların devri zâten şu anda da onlarda yâni. O zaman ilk başlangıcını söylüyorum yâni ben.
Hazır aydıngerler, Siraç Yayınevi’nde diye Efendi Hazretleri istetiyor. Bu (Fikri Doğan) vermiyor. Efendi Hazretleri istiyor, vermiyor. Dedi ‘Açın telefon.’
Telefon ettiğinde Efendi Hazretleri: ‘Fikri’ dedi. Efendi Hazretleri öyle çok gâvurca kelimeler konuşmaz, bilmez. Hattâ dedi ki: ‘Bunlar ne istiyorlar? Kitap basılacak, tefsîr. Şunları(n istedikleri dosyaları) versene.’
O da o zaman (yayınevinin) başında olan bir kimse var, dedi ki: ‘Felan kimseye sormam lâzım, ona sormadan veremem.’ dedi. Yâni Efendi Hazretleri’ne böyle hareketler yapmış bir adam yâ!”
Fikri Doğan, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in: “Resul Hoca’yı Kürsüye Çıkar.” Sözüne Nasıl Îtirâz Etti?
“Resul Bölükbaş (Rahmetullâhi Aleyh) anlatıyor: ‘Beni dinlemek de Efendi’nin sünnetidir, bunu biliyor musunuz? 28 Şubat’ın şiddetinde Efendi Hazretleri bir gün bana dedi ki: ‘Resul Hoca vaaz etmeyi artık unutacağız, vaaz etmeye etmeye.’
Daha sonra bir akşam ezile büzüle, çekine çekine âdetâ yalvarırcasına o zamânın İsmâîlağa Câmii imamı olan Fikri Hoca’ya diyor ki: ‘Fikri Hoca, ne olur Resul Hoca’yı bu akşam kürsüye atalım, onu dinleyelim.’
Allâh Allâh! Şimdi şu ifâdeyi görüyor musun? Sanki Efendi Hazretleri: ‘Haydi çık kürsüye.’ dese, ona sormasa da olur. O nezâketi görüyor musunuz?! Onu oraya imam tâyin eden Efendi Hazretleri ama böyle bir ricâda bulunuyor.
O da: ‘Müftü efendi acabâ râzı olur mu?’ dedi, Efendi Hazretleri: ‘Müftü efendiyi bana bağlayın.’ dedi. Sözü bir yere getirmek istiyorum. Müftü efendiyi bağladılar. ‘Müftü efendi bir ricam var.’ diyor, ben de yanında oturuyorum ama müftü efendinin sözlerini de duyabiliyorum.
(Efendi Hazretleri dedi ki:)‘Karadeniz’de bizim hocamız var, çok güvendiğimiz hoca, konuşmasını bilen, zarar getirmeyen bir insan. Bunu konuşturabilir miyiz bu akşam?’
Ne kötü günler vardı yâ! İsmâîlağa Câmii’nde hayâtını geçiren Mahmûd Efendi Hazretleri müftüye ricâ ediyor ki ‘Resul Hoca’yı kürsüye atabilir miyiz?’ (diye.)
Ne günlere düşmüştük biz! Müftü efendi de Efendi’yi mahcûb edecek kadar gâyet kibar bir cevap verdi. ‘Efendi Hazretleri lütfen beni ezme! Ne demek bu ya?! Sen kimi istiyorsan, kimi tercih ediyorsan bir akşam değil, her akşam konuştur.’
Demek ki müftü efendi, Efendi’ye mürîd olmadığı hâlde, (Fikri gibi) müritlerden daha mürîd. İkinci akşam oldu, yine ezile büzüle, ben gerçeği söylüyorum, kim incinirse incinsin. Dedi ki: ‘Fikri Efendi bir daha konuşturalım.’
Evet. Neyse o akşam da yine Efendi’nin nezâretinde konuştuk. Üçüncü akşam Efendi bana bir söz söyledi ama bir kitap yazılır bir kitap. Allâh’ıma şükrediyorum elhamdülillâh.
‘Hâce Rasûl! (Fikri’ye rağmen) iki defâ sana vaaz ettirebildim.’ (buyurdu.) İsterseniz bir kitap yaz bundan. Ne demek istediği ne mânâ taşır bu?”
İşte bu (anlatılanlar) Fikri’nin, Efendi Hazretlerimiz’in sözlerine muhâlefet ettiğini, emir tutmadığını ve Efendi Hazretleri’ni sağı solu aramaya muhtaç bıraktığını gösterme bakımından anlayanlar için yeterli bir delil teşkil etmektedir.
Bu îtibarla biz de diyoruz ki: ‘Râbıtamız Efendi Hazretlerimiz’e devâm ediyor.’
İbrâhîm Efendi Hocamız da bunu açıkladı bugün. Ey ihvân kardeşlerimiz! Artık helâk olan bile bile helâk olacak. Ben bu kadar gayret ettim, bütün delilleri size beyân ettim, burada tabî çok da hedef oldum, çok da bedel ödedik, ödüyoruz.
Efendi Hazretleri muhâfaza eder Allâh’ın izniyle. Rabbim korur, muhâfaza eder. Biz ondan korkmuyoruz. Yeter ki sizi bilgilendirelim, aydınlatalım feyizle, zâten (İbrâhîm Efendi’nin beyanlarını) videoda izlediniz. Biz çok etkilendik yâni ağladı bâzı kardeşler ağladılar yâni. Onun için ‘Bu kapı mutlakā devâm edecek.’ diyor, işte ‘Kervan yürüyecek.’ diyor böyle şey.
Bundan dolayıdır ki Fikri Hoca’ya aslâ râbıta yapılamaz. Bu Efendi Hazretleri’ne iftirâdır. Bu tarîkatı bozmaktır. Aslâ şeyh îlân edilemez, aslâ silsileye geçirilemez.
Şuraya bak ki; kaderin cilvesine bak ki, Efendi Hazretleri’nden kendisi nakletti hocalar toplantısında Hasan Efendi’yi silsileye koyma lafı açılınca dedi ki: ‘90’lı yıllarda Efendi Hazretleri, 90’a kadar 32-33 sene bilfiil şeyhlik yapmışken buyurdu ki: ‘Mânen bize izin verildi ve ‘Silsileye senin adın da koyulabilir.’ buyruldu.’ dedi.
Fikri Hoca hattat yâni (yazı çeşitlerinden) nesih yazısı bilir. Onun için ona ‘O silsilenin sonuna da beni ekleyebilirsin.’ dedi. Bunu nakleden hocalar toplantısında herkes şâhit Fikri Hoca(nın bu dediklerine).
Yâni şimdi yakında hemen silsile çıkarırlar. Şimdi 38’i de koyacaklar görürsünüz. Yâ bir insan utanmaz mı yâ?! Sen Efendi’den naklettin, Hasan Efendi konusu konuşulurken sen naklettin ki 30 küsur sene şeyhlik yaptıktan sonra izin çıktı mânen.
Hattâ izini de bırak ‘Emir çıkmadan yine Efendi (Hazretlerimiz) yazdırmaz. ‘Mânen emredildi.’ diye utana utana 30 küsur sene hizmetini icrâ ettikten sonra izin verdi.’ diyen adam, şimdi (onu) silsileye de koyarlar (o da hiç îtirâz etmez). ‘Suyundan da koy.’ der, ona da ses çıkartmaz.
‘Biz şeyh yetiştiremedik.’ (sözünü) ‘Efendi (Hazretlerimiz) buyurdu.’ diyen adam şimdi de ‘Sana ‘Şeyh’ dediler.’ (denilince) ‘Tamam, olsun.’ diyor.
‘Râbıta da sana yapılacak.’ deniyor. ‘Olsun, yapılsın.’ diyor. Yâhu bir insan Hasan Efendi’den utanmaz mı yâ?! Hasan Efendi kadar büyük bir insan. Yâni 20 ay mücâdele verdi ‘Bana râbıta yapılmaz.’ diye yâ. ‘Ben Efendi’ye yapıyorum.’ diye.
Yâni bunun hemen peşine (râbıta bozuluyor). Artık böyle pervâsızlık, böyle hicapsızlık, böyle hayâsızlık görülmemiş bir durum yâ. Ben böyle bir şey, böyle bir köşe kapmaca ve bir an evvel bir şeyleri oturtma gayreti görmedim.
Son söz Seyfettin İnanç’a âittir (ki o da) ‘(Biz:) ‘Şeyh’ demezsek para toplayamayız!’
Bu kadar basit. Buna zerre kadar insâfı, vicdânı olan aslâ râzı olmaz. Artık kendinize (hâinlik) yapacaksınız. Talebe veriyorsunuz, çocuk-çoluğunuza yapacaksınız.
Ne yaparsanız kendinize yapacaksınız. Ya kendinizi kurtaracaksınız, âhirette Efendi Hazretleri’nin şefâatine ereceksiniz, yüzüne bakacaksınız. Ya da tarîkatı bozanlar, bozduranlarla berâber helâk olacaksınız.
Efendi Hazretlerimiz’in de tardına, reddine çarpılacaksınız. Allâh hayırla, isâbetle, rızâya muvafık olarak şerîatın, tarîkatın kāidelerini bozdurmadan yaşayıp ölenlerden, Efendi Hazretleri’nin sancağı altına girenlerden, silsile-i meşâyihımızın rızâsı üzere yaşayıp ölenlerden eylesin. Âmîn!”
İsmâîlağa Eski Vakıf Başkanı Mustafa Sultanoğlu’nun Fikri Doğan’ın Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Açıkça Muhâlefetlerde Bulunduğu Hakkındaki Şâhitliği
Sultanoğlu: “Fakat siz de biliyorsunuz Efendi bâzı kararlardan râzı değildi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Değildi tabî.”
Sultanoğlu: “Kesinlikle değildi yâni.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî heyetin yaptıklarından.”
Sultanoğlu: “Tabî hepsinden râzı değildi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “O Fikri hocanın yaptığı îtirazlar Selahattin’in imam olmasına.”
Sultanoğlu: “Yâni o açık, âşikâr. Yâni o gün için o îtirazlara şâhit olduk. Efendi Hazretleri kolay kolay kırmamaya çalışırdı biliyorsun. Son derece hassastı ama yâni şey değildi meselâ (Abdullâh) Kaptan Efendi, Allâh râzı olsun, Rabbim cennette berâber eylesin inşâallâh.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Âmîn!”
Sultanoğlu: “O başka bir şeydi, bu başka bir şeydi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî bu çok ters davrandı, Efendi’nin ‘Ver.’ dediğine vermiyordu, çok îtirazları vardı.”
Sultanoğlu: “Eee yâni ben bâzı şeylere şâhit oldum ama fitne çıkar, iyi fitne çıkar yâni birçok karâra îtirâz etti.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Fikri hoca di mi?”
Sultanoğlu: “Tabî etti, gördük orada. ‘Görmedim.’ diyen yalan söyler. Yâni şimdi neresinden alırsanız alın. Efendi Hazretlerimiz bir şey söylüyor yâni kabûl etmiyorsun veyâ yapmıyorsun, bu fevrî bir îtirâz zâten.
Meselâ rahmetlik Kaptan Efendi berâber oldukları için söylüyorum ben yâni o bambaşkaydı yâni ne demişse Efendi onu yapardı, böylelikle Fikri Efendi’ye yaptıramaz, Efendi Hazretlerimiz söyledi mi bâzı şeylere muhâlefet gelirdi yâni.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî tabî huyu öyleydi evet.”
Sultanoğlu: “Dert anlatma değil meselâ ‘Efendim bu böyledir, siz: ‘Yap.’ diyorsanız yapayım ama bu böyledir.’ değil yâni yapmama muhâlefeti (ile) gelirdi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî tabî Allâh Allâh!”
Sultanoğlu: “Yâni bunu yapardı.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Şimdi de adamı şeyh yaptılar Efendi’nin yerine yâni ilginç bir durum.”
“Fikri’de Teveccüh İzni Varmış.” Yalanına Cevap Hakkında Cübbeli Hoca Şöyle Anlatıyor:
“(Şimdi) ‘Fikri’de teveccüh izni varmış.’ (sözü tamâmen) yalan, uydurma. (Efendi Hazretleri’nin: ‘Öyle mahdûmum yok.’ buyurduğu) Ahmet Hoca onu söyledi, şâhidi yok. Ahmet Hoca nasıl yapıyordu biliyor musun? (Kendisi bana şöyle anlattı:) ‘Geliyordum babamın başına, başkaları duymasın diye gönlümden geçiriyordum. ‘Râzıysan gözünü aç, râzı değilsen gözünü kapat.’ (diye düşünüyordum).’
Bütün tarîkatı böyle yönetti ya. Böyle bir şey olur mu?! Ben Efendi’den (râbıtanın kendisine devâm edeceğini) duyduğumu söylüyorum, adama benimki delîl olmuyor, bana şâhit soruyor.
Muhammed Keskin Hoca: ‘Ben de şâhidim.’ dedi. Biz ikiyi de bulduk yâni. Muhammed Keskin Hoca oradaydı, Şefik Hoca’lar diyor: ‘Aşağıya indiniz, bize söylediniz.’
Dolu şâhid var. Ahmet Hoca’nın içinden geçirdiğine şâhit yok, söz yok, içinden geçirdiği tarîkatta delil oluyor.
Ee sen ihvân mısın?! Kaç sene ihvân değildi. Şimdi ihvân olmuşsa bilmiyorum. Fikri’den bir de teveccüh alsın, mübârek çok güzel vallâhi yakışır! Efendi Hazretleri’nden teveccüh almayanlara Fikri’den teveccüh yakışır yâni.”
Fikri Doğan Efendi Hazretlerimiz’i Yıllarca Ziyârete Gitmedi
“Fikri kaç senedir Efendi’ye ziyârete gitmemiş biliyor musunuz?! Hiç Efendi ile görüşmemiş, hiç. Kaç sene? 13 sene. Bu son iki seneyi söylemiyoruz Efendi vefât ettiğinde söylemiyoruz. Şimdi kabrine gitmiş. Efendi’nin kapısına ziyârete 13 sene gitmemiş bir adamdır. Nereden biliyoruz?
Selahattin Hoca’nın imam tâyin edilmesi 2009, Efendi Hazretlerimiz’in vefâtı 2022, hesâp et.
13 sene, çünkü dün Mehmet İslamoğlu Hoca, Ömer Mahmutoğlu Hoca Efendi’lerle oturuyoruz aynen şunu söylüyor yâ, Efendi Hazretleri buyurdu ki: ‘Şu Fikri’ye gidin ‘Ben Selahattin’i imam tâyin ettim, o da emekliye mürâcaat etsin, emekli olana kadar da mihraba onu geçirsin, kendi geçmesin.’ deyin.’
‘Gittik.’ diyor işte ‘Bir şey söyleyebilir miyiz?’ derken ‘Anladı.’ diyor meseleyi. ‘Sen konuşma.’ Bilmem ne? ‘Bir bağırdı.’ diyor. (Fikri) çok sinirli, aşırı kindar bir kişidir, 3 sene selâm vermediği adamlar var, hâlâ İsmâîlağa’da o çevrede selâm vermediği selâm almadığı adamlar var.
Hadîs-i şerîfte (ifâde edildiği üzere) ekberu’l-kebâir; büyük günahların en büyüklerinden biri de nedir? Bir Müslüman’ın selâmını almamaktır, vermemektir. Üç günden fazla küs durmak yâni selâm alıp vermemek helâl olmaz. Bu ne demek? ‘Haramdır.’ Haram ne demek? ‘Kebâir (yâni) büyük günahlardandır.’
Bu adamın selâm verip almadığı nice insanlar (var), ben(im) yakînen bildiklerim de var, şimdi adam buna râbıta yapacak, şimdi Beraat Gecesi afv olmayanların listesi var. Eee Kadir Gecesi afv olmayanların listesi var, sahîh hadîslerde ben her sene okuduğum hadîste ne buyuruyor?
‘Kime berâat vermeyelim?’ (diye) melekler soruyor, Mevla Te‘âlâ buyuruyor: ‘Hangi iki adamın arasında kin ve küslük varsa berâat vermeyiz.’
(Hadîs-i şerîfin lafzı şöyledir: Ebû Mûsâ el-Eş‘arî (Radıyallâhu Te‘âlâ Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Te‘âlâ Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:)
عَنْ أَب۪ي مُوسَى الْأَشْعَرِيِّ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ اللّٰهَ لَيَطَّلِعُ ف۪ي لَيْلَةِ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ فَيَغْفِرُ لِجَم۪يعِ خَلْقِهِ إِلَّا لِمُشْرِكٍ أَوْ مُشَاحِنٍ.»
“Şüphesiz Allâh-u Te‘âlâ Şa‘bân’ın yarı gecesinde tüm yarattıklarına nazar eder de müşrik yâhut (kindar ve küs duran) müşâhin dışında tüm kullarını bağışlar.” (İbnü Mâce, es-Sünen, İkāmetü’s-salevât:191, rakam:1390, 2/400))
(Başka bir hadîs-i şerîfte) ne buyuruyor? ‘Pazartesi, perşembe ameller Allâh’a arz ediliyor, (melekler) diyorlar: ‘Yâ Rabbi! Bu adam da nâfile oruç tutmuş (şunu yapmış, bunu yapmış, tarîkat dersi yapmış) kabûl edelim mi?’ Mevlâ ne buyuruyor?
«أَنْظِرُوا هٰذَيْنِ حَتّٰى يَصْطَلِحَا.»
‘Bu ikisini de bekletin, amellerini, barışsınlar ondan sonra kabûl edelim.’ (buyuruyor). (Müslim, es-Sahîh, el-Birru ve’s-sıla:11, rakam:2565; 4/1987)
(Demek ki) barışmadan ölürlerse bütün amelleri çöpe gitti, şu anda Fikri’nin kaç kişiyle selâm almadığı vermediğini ben biliyorum. Bir adam selâm alıp vermeyen, nefsi için kin tutan, 15 sene 17 sene (hâlâ kin) sürdüren bir insan yâni, (tabî ki) başvekîl de olamaz, normal vekîl de olamaz.
Adam böyle adam, sen buna milleti râbıta yaptırıyorsun. Tarîkat bozulmadı. İsmâîlağa bozuldu. Tarîkat-ı Nakşibendiyye-i Müceddidiyye-i Hâlidiyye duruyor. Son şeyh Efendi Hazretleri ile devâm ediyor, râbıta ona devâm ediyor.
Efendi Hazretlerimiz’in tasarrufu üzerimizde devâm ediyor. Bunun gibi neler yaşadık yâ. Yâ yapmayın, etmeyin, gitmeyin. Yâ sakın ‘Böyle bunlar hocadır, şeyh meyhtir.’ demeyin yâ.
Efendi Hazretleri’nin gazabına çarpılırsınız, Efendi Hazretlerimiz’in şefâatinden kim mahrum olacak, Efendi Hazretlerimiz’in râzı olmadığı adamları Efendi Hazretleri’nin yerine râbıtaya koyup ‘Efendi’yi bırakacaksın, buna yapacaksın.’ diyenler şefâatten mahrum olur. Ben (böyle yanlış işler yaparak) niye şefâatten mahrum olayım?!”
İsmâîlağa’nın Şeyh Îlân Ettiği Fikri Doğan’ın Cübbeli Hoca’ya İftirâsı ve Menzil’e Bağlı Diye Rakip Dükkânın Sâhibi Erdem Efendi’nin Selâmını Almadığı Husûsundaki Ses Kaydı:
Bu konuda Cübbeli Ahmet Hoca ile Yasin Yayınevi’nin sâhibi Erdem Efendi arasında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Cübbeli Ahmet Hoca: Selâmün aleyküm.
Erdem Âbi: Aleyküm selâm hocam.
Cübbeli Ahmet Hoca: Hacı âbim iyi misin, âfiyette misin?
Erdem Âbi: Elhamdülillâh hocam, siz de iyisiniz inşâallâh.
Cübbeli Ahmet Hoca: Elhamdülillâh çok arayamıyoruz, soramıyoruz, kusurumuza bakma.
Erdem Âbi: Estağfirullâh.
Cübbeli Ahmet Hoca: Benim kafamdaki belâlar bini aşmış, duânızı bekliyorum. Elhamdülillâh Sâkî Efendi Hazretlerimiz’den iyi bir duâ alıyorum, dostların, büyüklerin duâsıyla yaşıyorum elhamdülillâh.
Sen iyisin Hacı âbim? Sağlığın sıhhatin iyi mi?
Erdem Âbi: Elhamdülillâh hocam, bir niyetlendim “Geleyim.” dedim, bir türlü şey olmadı
Cübbeli Ahmet Hoca: Birkaç kere bana da bir haber geldi, “Buyursun gelsin, başımın üstünde.” dedim.
Erdem Âbi: Allâh râzı olsun hocam.
Cübbeli Ahmet Hoca: Senin bizimle hukûkumuz var, berâber hizmetlerimiz oldu, Allâh râzı olsun, biz seni unutmuyoruz.
Bu Fikri Hoca’nın işlerinden sonra tabî olaylar ortada, ben de senin adını vermişim. Şimdi bana diyorlar ki işte “Sen yalan söylüyorsun, Erdem Âbi seni yalanlıyor. ‘Fikri Hoca bana hiçbir yanlış yapmadı, selâm alıyor-veriyor, hiç bizi üzmedi.’ (demişsin.)”
Senin ağzından şimdi bana böyle laflar getirdiler geçen gün.
Erdem Âbi: Hocam beni de şey yapıyorlar.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yok seni zorluyorlar, baskı yapıyorlar ama şimdi bir gerçek var; 15 senedir bana selâm verip almıyor, sana; Yasin Yayınevi’ne “Kur’ân-ı Mecîd” bastırıldı diye.
“Kur’ân-ı Mecîd”in bastırılmasında Seyfettin, İsmail Fındıklı herhâlde ve Îsâ Takış’lar “Efendi’ye söyleyelim.” dedi(ler).
Efendi Hazretleri beni kabûl ettiği için beni de götürdüler. Efendi Hazretleri de kabûl buyurdu.
“Hoca maaşlarını verirseniz Yasin Yayınevi’ne geçireceğiz.” dediler. Bu meseleleri (böyle konuştular).
Sen (işin) bu tarafının şâhidi olmayabilirsin ama ondan sonra Fikri Hoca bana bir iftirâ attı ve “Yasin Yayınevi ile çalıştığı için ‘Kur’ân-ı Mecîd’i benden habersiz Yasin’e bastırdı, oradan para aldı.” dedi.
Ben(im) “Kur’ân-ı Mecîd”(in baskısı) ile ilgili (bildiğim) İsmâîlağa seninle ne yaptı yaptı, hoca maaşına verdi, sen onlardan mâliyet aldın, az aldın, hayrına saydın vesâire (bâzı iyilikler) yaptın, ben genel mânâda bunu biliyorum. Ben “Kur’ân-ı Mecîd”in basılması ile ilgili sana en ufak bir şey istedim mi?
Ben arada(ydım sâdece), ne teklifte ben varım, ne ben senden ayriyetten bir para mı aldım?! “‘Kur’ân-ı Mecîd’ i İsmâîlağa’dan sana verdireceğim, Fikri’den aldıracağım (gibi) böyle bir şey yaşandı mı Hacı âbi?”
Erdem Âbi: Yok hocam, yok! Yâni o zaman Seyfettin Hoca ile Efendi Hazretleri’nin oğlu (geldiler), burada bizim dükkân vardı, Arapça kitap sattığımız yer, orada üçümüz bir araya geldik. “Biz böyle bir şey düşünüyoruz, (bu eseri bastırmak için) sizi düşünüyoruz.” dediler, öyle gelişti olaylar.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yâni ben hiç o devrede var mıyım Hacı âbi?
Erdem Âbi: Yok, yok hocam, siz yoksunuz.
Cübbeli Ahmet Hoca: İşte şimdi bana iftirâ etti yâni evvelce etti (tabî). “Yasin ile eskiden çalıştığı için ‘Kur’ân-ı Mecîd’i oraya yönlendirdi.” dedi.
Yâ ben ondan sonra dedim ki Hasan Efendi’ye “Fikri Hoca’ya bir söyleyelim Yasin ile basılacağını, haber verelim. Yâni mâdem Efendi Hazretleri’ne sorduk, (ona da söyleyelim).”
Efendi’ye sorma işinde tabî benimle iş yapıyorlardı. Efendi Hazretleri onları adam yerine koymuyordu ki! Ondan sonra ben dedim: “Yâ Hasan Efendi’ye soralım.”
Îsâ Takış geldi ve “Hasan Efendi: ‘Biz Fikri’ye söyleriz, o Fikri’ye söylemesin.’ diyor.” dedi.
Ben de onun için söylemedim. Hasan Efendi büyüğümüz diye (sözünü) dinledim. Ondan sonra Fikri hacca gitti, işte o Abdullâh yanındaki sarı Abdullâh tam uçaktan iner inmez o da “Kur’ân-ı Mecîd” basıldı diye sevinmiş (tabî ama) bir de baktı Yasin Yayınevi’ni(n adını kitabın üzerinde) görünce 15-20 sene ne selâm aldı (ne görüştü benimle).
Yâni Seyfettin, Ahmet Kozlu ve Yusuf Çelener’in de 2 sene selâmını almadı, vermedi. (Ama) onlar sonra düzeldi (de) ben(im)le (düzelmedi).
Ben ona hâinlik yapmışım(!) Ne hâinlik yaptım?! Ben Hasan Efendi’yi dinledim diye (hâin mi oldum?!)
Sonra mahkeme yaptırdım Hasan Efendi’yi, Mustafa Efendi’yi ve Fikri’yi. Hepsi toplandı. “Hocam sizden bana bir haber geldi Îsâ Takış üzerinden, (şöyle ki) ben Fikri Hoca’ya bunu söyleyecektim (ama) siz ‘Söylemesin, biz söyleriz.’ demişsiniz, sonra da Fikri Hoca şimdi selâmımı almıyor, kelâmımı almıyor.” dedim.
O da orada oturuyor(du). Ben dürüst adamım, ben şeffaf adamım. Hasan Efendi’ye diyorum “Siz bana böyle bir haber gönderdiniz mi?” (Hasan Efendi’den) çıt yok. “Göndermedim.” demiyor. “Gönderdiniz mi?” (diyorum) “Gönderdim.” demiyor.
“Ya buyurun söyleyin Fikri Hoca’ya ki ‘Biz bunu sana söyleyecektik, unuttuk.’ deyin meselâ.” (dedim.)
Ben niye söylememişim, ben plan yapmışım! Yâ ben söyleyecekken (onlar bana söyletmediler), tefsir odasında herkes birbirini duyuyor(du zâten).
Bu sefer Îsâ Takış’e duyurmuşlar “Hasan Efendi böyle buyurdu.” (diye.)
Ben de Hasan Efendi’ye o sıra gitmedim, yâni “Böyle dediniz mi, demediniz mi?” (diye sormaya gerek duymadım) güvendim Îsâ’ya.
Ben ne bileyim (böyle olacağını), sonra Hasan Efendi ile mahkeme olduk Hacı âbi (ama maalesef) şâhitliğini gizledi yâni “Hatırlamıyorum” de, onu da demiyor. “Söyledim.” de, onu da demiyor. “Fikri’ye söylemeyi unuttum.” de, onu da demiyor.
Bunun suskunluğu bu mübârek hocamızın bu işleri bu raddelere getirdi zâten. Allâh rahmet eylesin, kabri nur olsun. Kıymetli bir büyüğümüz ancak bu Fikri bana bu iftirâyı yaptı.
Yâni onu soruyorum, ben seninle ne bu konuyu görüştüm. Ne “Kur’ân-ı Mecîd”den bir kuruş Allâh boğazıma geçirmedi, ben böyle bir şey olur mu yâ?! Değil mi Hacı âbi yâni şimdi?!
Erdem Âbi: Doğru doğru hocam, doğru.
Cübbeli Ahmet Hoca: Bunu bir sorayım dedim. İkincisi; bu seninle o zaman selâmı-kelâmı kesti, onu ben bilmiyorum; selâm veriyordu vermiyordu (meselesini). Bilmiyorum ama (şunu biliyorum ki) “Bu Menzil’in adamı geldi, burayı karıştırdı. Bu piyasada ne işi var bunun burada?” (gibi) lafları bize diyordu yâni.
Erdem Âbi: Hocam biz soğuktuk zâten, biz(im) aramız hiç yoktu, muhabbet de yoktu. Ha selâm almadığı da olmuştur yâni ben verdim selâm almamış da olmuştur. Onu bana soruyorlar, şimdi câmiden bile adam gönderdiler. Böyle bir şey oldu mu? Siz bir şey yapmışsınız yâni bir bölüm.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yâ bir konuşmada geçmiş yâni, ben de seni zora sokmamak için kusura bakma olmazsa onu sildiririm.
Erdem Âbi: Estağfirullâh hocam.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yok senin ismini de hemen oradan youtube’lardan, hani sohbetin içinden çektiririm.
Ben sana onun için telefon ettim, ben sana aslâ zarar vermek, üzmek istemediğimden.
Erdem Âbi: Yok hocam ben zâten o tarafta değilim.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yok o tarafta olmadığını biliyorum da şimdi olan bir şeyi ben söyledim, çünkü bize diyordu ki “Bu Menzil’in adamı, ne işi var burada dükkân açmış.”
Ne alâkası var?! Menzil’in adamı ise bidat ehlini mi satıyor kardeşim?! Menzil’in adamıysa Ehl-i Sünnet’e göre kitap satıyor(sa) ne yapacak (yâni)?! Piyasa (burası), herkes ticâret yapıyor yâ.
Erdem Âbi: Hocam biz hizmet için varız yâni buraya hizmet için geldik.
Cübbeli Ahmet Hoca: Zâten orası vakıf, sen en ucuz kârla sattın, bu zamâna kadar en ucuz kitapları sen sattın, hep hizmet yaptın talebeye. Yâ bunu bilmiyor muyuz yâ?! Ama bu adamın senin selâmını almadığı oldu, ben bunu biliyorum yâni.
Erdem Âbi: Evet doğru hocam, doğru.
Cübbeli Ahmet Hoca: Yâni ben bunu biliyorum şimdi.
Erdem Âbi: Zâten soğuktu, aramız yoktu. 10-15 sene önce zâten bâyâ sıkıntılar oldu felan diyorum.
Bu ses kaydında da duyulduğu üzere şeyh geçinen bu adam, insanlara selâm verip almayan ve kin tutan bir kişidir.
Dolayısıyla bu sıfatlara sâhip olan biri değil şeyh, kâmil bir mümin dahî olamaz.
Nitekim Abdullâh ibnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır:
عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: «بَيْنَمَا نَحْنُ مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَهُوَ ف۪ي نَفَرٍ مِنْ أَصْحَابِهِ، إِذْ قَالَ: «لِيَقُمْ مَع۪ي رَجُلٌ مِنْكُمْ، وَلَا يَقُومَنَّ مَع۪ي رَجُلٌ ف۪ي قَلْبِهِ مِنَ الْغِشِّ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ.»
“Bir kere Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’de bir yere gideceği zaman sahâbeden bir cemâatin arasında bulunuyorken: ‘İçinizden bir adam kalkıp benimle berâber gelsin. Ama kalbinde kinden zerre miskal bir şey bulunan aslâ benimle kalkıp gelmesin.’ buyurmuştur.” (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:9966, 10/65)
Zâten Efendi Hazretlerimiz’in “O imamken câmi boştu.” sözünün delilleri geride zikredilmiştir.
Hâl böyleyken sahte şeyhlere tâbi olmaktan Allâh’a sığınırız ve insanları mutlakā bu hususta uyarmalıyız.
– ÜÇÜNCÜ FASIL –
– İRŞÂD VAZÎFESİNİ ÜSTLENEN ŞEYH EFENDİDE BULUNMASI GEREKEN ŞU SIFATLARIN HASAN EFENDİ’DE VE
FİKRİ DOĞAN’DA ESÂMESİ YOKTUR –
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) “Mevâzinü’l-Kāsırîn” İsimli Eserinde Bu Konu Hakkında Şunları Zikretmiştir:
“Bu zamandaki bâzı dervişlere acıdığım için bu risâleyi yazmak zorunda kaldım, onlar kendilerine ‘Sûfiyye (tasavvuf ehli)’ ismini vermişler, (nefsin bütün kötü huylarının zevâlinden ibâret olan fenâfillâh makāmını kazandıktan sonra ancak ulaşılması mümkün olan) velâyet-i kübrâ (en büyük velîlik makāmını) iddiâ etmişlerdir.
Hâlbuki bu risâleye bakan herkese zâhir olacağı üzere; onlar davarlardan daha ziyade dalâlettedirler. Şimdi bu zamanda kendi şeyhinden ‘Cemâatle zikir yaptırabilirsin veyâ insanlara zikir; tarîkat dersinin keyfiyetini öğretebilirsin.’ diye izin almış ama şeyhlik yapma ve irşadda bulunma izni alamamış herkes hemen kendisini veliyyullâh zannederek başına da sanat ehli (tâcirden) ve diğer halktan avâm bir cemâati toplayarak bir beldede oturup bâzen de şehirleri dolaşıp şerîatın yaşanmadığı bu bulanık günlerde insanları kendine tâbi olmakla mükellef tutmaktadır.
İşte bu kimseler şeyhlik iddiâ ederek halk içerisinde Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in makāmında kāim olduklarını iddiâ etmiş olmaktadırlar ki kâfirlik, câhillik ve sû-i edep (edepsizlik) olarak bu kendilerine yeter.
Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in makāmıyla bunların makāmı bir olabilir mi?! Melekler nerede, şeytanlar nerede?!
İşte bunlar halka: ‘Allâh-u Te‘âlâ’ya giden yola (tarîkata) ulaşmak istiyen herkese bir üstad (canlı bir mürşid) lâzım.’ diyerek bu pis hîle ile insanların etlerini ve ekmeklerini yemeğe başlarlar, Allâh-u Te‘âlâ’yı bilmedikleri hâlde kendilerini ârif-i billâh bir üstâd yerine koyarlar.
Kendisi Allâh-u Te‘âlâ’yı tanımayan biri insanları, tanımadığı bir şeye nasıl dâvet edebilir?!
Allâh-u Te‘âlâ’ya yemîn olsun ki (tarımla uğraşan) fellahlar ve sanatla uğraşan kimseler Allâh-u Te‘âlâ’ya bu iddiâcı şeyhlerden daha yakındırlar.
Zîrâ onlar ömür boyu insanlara fayda vermek için zor işlerde çalışırlar, bu iddiâcı şeyh taslakları ise hayatları boyunca halka zarar vermek için gayret ederler.
Nitekim onlar yaptıkları bütün halvet ve zikirlerle insanlara bâtılı süslü göstermeyi ve dâvet ettikleri yolun hak olduğunu anlatmayı maksad edinmişlerdir ki bütün bunlar karanlıklar içersinde yolunu şaşırmaktan ibârettir.
Hâlbuki insanlara lâzım olan şey Allâh-u Te‘âlâ’ya karşı yapacakları ibâdetlerde onlara lâzım olan edepleri, hem de O’nun kullarına karşı vazîfelerini öğretmektir.
Kasem olsun ki; biz onlardan birinin yıldızlardan îtibâren Arş’ın nihâyetine kadar her şeyi gördüğünü ve bildiğini farz-ı muhal düşünsek bile bunların hiçbiri kişiyi Allâh-u Te‘âlâ’ya yaklaştırmaz ve cennetten hiçbir mükâfat kazandırmaz.
İşte sen bunları iyi düşün de, zamânını tanı ve işine bak. Bu zamanda şeyhlik taslıyanın hâli güneş batmasına yakın medreseyi açıp okutmak için çocukları bekleyenin hâline benzer, hâlbuki talebeler ikindiden sonra dağlıp gitmiştirler.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:21-25)
İrşâd Vazîfesini Üstlenen Şeyhte Bulunması Gereken Sıfatlar
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “İrşâd vazîfesine tâlib olan şeyhte bâzı sıfatlar aranır, yemîn olsun ki şeyh olmanın şartlarından biri, Allâh-u Te‘âlâ’nın ona öyle bir kuvvet vermesidir ki onun tasarrufu ile müridlerinden her ârızayı (ve sorunu) giderebilmelidir. Eğer bir şeyh kendi üzerine yağmur gibi yağan belâları kendinden def edemiyorsa o kişi mürîdinden belâları def etmeye nasıl güç bulabilir?!
Eğer o şeyhlik taslayan kişi: ‘Ben âcizim, kendimi zâten avamdan görüyorum.’ derse biz de ona ‘Senin icrâatın dâvânı tekzîb ediyor, hiç sen avamdan birinin velîlik ve şeyhlik iddiâ ettiğini ve şehirleri dolaşarak ‘Bana tâbi olun.’ dediğini gördün mü?!’ deriz.
Şimdi bunu iyi düşünürseniz sahte şeyhlerin bütün hareketlerinde fiillerini iddiâlarını tekzîb ettiğini görürsünüz. Nitekim biz bu sahtekârların hâllerini ve bâtıl dâvâlarını ‘Risâletü’l-envâri’l-kudsiyye fî ma‘rifeti kavâidi’s-sûfiyye’ isimli eserimizde îzâh ettik, dilersen oraya mürâcat edebilirsin.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdân, sh:25)
Sahte Şeyhlere Tâbi Olanların Günahı Müteşeyyihlerin Boynundadır
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Bu zamanda îmânsız ölmek çoğalmıştır, bu senede (h. 933) bu asrın velîlerinden, keşif ehlinden olan bir zât bu sene ölen yüz elli bin kişiden on kişinin İslâm üzere vefât ettiğini, diğerlerinin ise kâfir olarak öldüğünü keşfetti, artık biz Allâh-u Te‘âlâ’dan hüsn-ü âkıbet (sonunuzun güzel olmasını) niyâz ederiz.
Îmân ve İslâm rütbesi çok zor bulunur iken ya velîlik rütbesi nasıl elde edilebilir?!
Artık her kim kendi haddini ve değerini anlayıp insanları ve kendisinden sonra gelecek talebelerini kendisine tâbi olmaya dâvetten rahat bırakırsa Allâh-u Te‘âlâ ona rahmetiyle muâmele etsin.
Zîrâ yılan ancak yılan doğurur (bâtıl yere şeyhlik iddiâ edenin müritleri de şeyhlik taslar) ama kıyâmet gününe kadar onlara tâbi olanların günahı o iddiâyı ilk yapanın boynunda kalır.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:25-26)
Tevbe Etmeleri İçin Sahte Şeyhlere Nasîhat
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “İşte şimdi ben nâkıs (eksik) ve kāsır (yetersiz) şeyhleri halk nezdinde rezil edecek konuları açıklayan bir risâle tertipliyorum ki zâten onlar Allâh-u Te‘âlâ indinde rüsvaydırlar.
Kerem sâhibi Allâh-u Te‘âlâ’dan niyâzım odur ki; bu zamâ-
nın meşâyih geçinen kimseleri bu risâleye edeple bakarlarsa
velî olmak bir yana velîliğin kokusunu bile hissetmediklerini yakînen anlasınlar da kendilerini evliyânın sıfatlarından ârî (çıplak) bularak yalan yere kalkıştıkları iddiâlarından vazgeçerek kurtulsunlar. Ama Allâh-u Te‘âlâ kimin hidâyetini murâd etmediyse artık onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın meşîeti altındadırlar ki Allâh-u Te‘âlâ’nın:
﴿ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ + سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ ﴾
‘İşte onlar, ancak o kimselerdir ki; Allâh (batılı seçtiklerini bildiği için) onların kalplerini (inkârdan) temizlemeyi murâd etmemiştir. Üstelik onlar için dünyâda büyük bir rüsvaylık vardır.
Bu kişiler için âhirette de çok büyük bir azap vardır. (Bu hâinler) alabildiğine yalan dinleyenlerdir, (rüşvet gibi) haram(lar)ı bolca yiyenlerdir.’ (el-Mâide Sûresi:41-42) kavl-i şerîfi onların hâlini açıklamaktadır.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:26)
Şeyhlik Postuna Oturanlarda Bulunması Gereken Şartlar
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Meşîhat (şeyhlik) makāmına oturmaya kalkan kişide bulunması gereken bâzı şartlar vardır ki bunlardan ikisine sâhip olmayan kişi ra’sen (kafadan) şeyh olamaz.”
BİRİNCİ ŞART
“Şeyhlik iddiâ eden ve müritleri terbiye makāmına oturan kişi “Kālu belâ günü”nden îtibâren bütün müritlerini tanımalı ve onun elinde kime mânevî yolun açılacağını, kimlere ise bir fütûhât (mânevî açılımlar) hâsıl olmayacağını bilmelidir.
Nitekim mânevî yolda kıdem sâhibi olan Abdülkādir-i Geylânî (Kuddise Sirruhû) ve Ahmed er-Rifâ‘î (Kuddise Sirruhû) gibi velîler varken, artık hiçbir mürîdini tanımayan kişiler bu velîlere nisbetle nerede kalmıştır?!” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şuyûhîn ve mürîdîn, sh:26-27)
Şimdi düşünelim; İsmâîlağa heyetinin “Şeyh” diye îlân ettiği Fikri Doğan ve ondan sonra gelecek sahte şeyhlerde bu şart mevcut mudur?!
İKİNCİ ŞART
“Müritlere zikir telkin edip seyr-i sülûk yaptıracak olan şeyhte aranan en büyük sıfat velî olmasıdır. Bu durumda biz ona ‘Sen velî misin?’ diye sorarız, eğer ‘Hayır’ diye cevap verirse biz ona ‘Senin şeyhlik yapmaya kalkışman câiz değildir.’ deriz.
Yok eğer: ‘Ben velîyim.’ derse o zaman biz kendisine şöyle deriz: ‘Biz sana hiçbir kitapta yazılmamış olduğu için kulağına o ilimlerden herhangi biri ulaşmamış olan velîlerin kendi aralarında döndürdükleri ilimlerden soracağız ki bunlar çoktur.’
Nitekim biz bunları ‘Tenbîhü’l-eğbiyâ ‘alâ kadratin min bahri ‘ulûmi’l-evliyâ’ isimli eserimizde on bin ilim kadar (olduğunu) açıkladık ki bunlardan her bir ilmin nihâyeti idrâk edilemez.
Şimdi bu zamânın şeyh geçinenlerinden birine bunlardan bir ilmin mâhiyetini soracak olsan onun derinlemesine îzâhı bir yana, ismini bile bilemez, hâlbuki velîlik makāmını hak eden bir kimsenin bu ledünnî ilimleri nakil yoluyla değil de keşif ve zevken mutlakā bilmesi gerekmektedir.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:27-32)
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) bu noktadan sonra bu ilimlerin, başlıklarının altında îzâh bulunmayan kuru isimlerden ibâret hayâlî bir şey olmadığını anlatmak için bunları esmâ-i İlâhiyye ilmi, esmâ-i mürekkebe ilmi, mülk ve melekût ilmi, mevâsîk ve uhûd ilmi, mekr-i hafî ilmi, setr ve tecellî ilmi gibi otuz bir madde de örnek olarak özetlemiştir.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘râni, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve müridin, sh:32-33)
Şimdi düşünelim; İsmâîlağa heyetinin şeyh diye îlân ettiği Fikri Doğan ve ondan sonra gelecek sahte şeyhlerde bu şart mevcut mudur?!
ÜÇÜNCÜ ŞART
“Halktan birine zikir telkîn eden kişinin mutlakā onların harekât ve sekenâtının kaynaklarını, bakışlarının ve nefeslerinin meâlini bilerek onlara uygun olan ve olmayan zikirleri seçmesi, hattâ ezelî kısmete muvâfık olarak o mürîd için takdîr edilen amelleri dahî bilmesi lâzım ki ona göre tâlim yapabilsin.
Zîrâ bunu bilmeyen kişi insanlara güçlerinin yetmeyeceği şeyler emredip onları zora sokabilir.
Bu yüzden şeyhlik yapacak kişinin Allâh-u Te‘âlâ’nın kalemlerinin kullardaki tasrîf (ve yönetim)lerini müşâhede etmesi gerekir, tâ ki onlara her vakit diliminde murâd etmiş olduğu şeyleri yapmalarını emredebilsin.
İşte bu şart bütün velîlerin, üzerinde ittifak ettiği bir husustur. Artık her kim bu makāma ulaşamadıysa işte o avâm insanların arasına karışsın, velîlerin sıfatlarından hiçbir şeyle ortaya çıkmaya kalkışmasın, aksi taktirde kendisini de, ona tâbi olanları da helâk edecektir.
Bu pis zamanda (günümüzden beş yüz küsur sene önce) kendileriyle münâkaşa eden (ve onları teşhîr edecek) kimseler azaldığı için şeyhlik taslıyanlar çoğalmıştır, zîrâ gerçek velîler belânın büyüklüğünü gördükleri için gizlenmiştir.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:34)
Şimdi düşünelim; İsmâîlağa heyetinin şeyh diye îlân ettiği Fikri Doğan ve ondan sonra gelecek sahte şeyhlerde bu şart mevcut mudur?!
DÖRDÜNCÜ ŞART
“Ehlullâh nezdinde müttefak (ittifaklı) olan bir şart da şudur ki (kendi döneminde mânevî makam sâhibi olan) dâire ashâbı (olan kutup, gavs, üçler ve yediler) bir kişiyle yakazaten (uyanık hâlde) bir araya gelip onun şeyhliğini tasdikleyerek onunla ahitleşmedikleri sürece hiçbir velînin hiçbir vakitte şeyhliğe soyunması veyâ ‘Velîyim’ diye ortaya çıkması câiz olamaz.
Nitekim Abdülkādir Geylânî (Kuddise Sirruhû) gibi velîler kendilerine bu hususta zorlayıcı emirler gelmeden irşâda kalkışmadılar.
Şimdi evliyâdan kimsenin tanımadığı, kendilerinden saymadığı, kendisine bîat etmediği, uyanık bir hâlde iken bir velînin dahî ona ‘Şeyhlik yap.’ demediği bir kimse gördüğü bir rüyâya dayanarak veyâ bu zamânın tarîkatta kademi (yeri ve nasîbi) olmayan fıkıhçılarından bir fakîhin kendisine izin vermesine güvenerek ‘Şeyhim’ diye ortaya çıkan biri hakkında ne düşünebilirsin?!” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Mevâzinü’l-kāsırîn min şüyûhin ve mürîdîn, sh:34-37)
Şimdi düşünelim; İsmâîlağa heyetinin şeyh diye îlân ettiği Fikri Doğan ve ondan sonra gelecek sahte şeyhlerde bu şart mevcut mudur?!
Nitekim Alî Hayder Ahıshavî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin bütün velîlerle ictimâ ederek kendisine kutbiyyet hırkası giydirdikleri mânevî merâsimi anlattığını merhum Muhsin Kaptan Âbimiz, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne Alî Hayder Ahıshavî (Kuddise Sirruhû)nun kabr-i şerîfinde anlatmış ve Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de bunu şeyhinden duyduğunu tasdîk etmişti ama Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu gibi sırları ifşâda ketûm bir zât olduğu için kürsülerden bunları anlatmazdı.
“Oysa bende ne varsa Mahmûd’uma verdim.” sözü düşünüldüğünde Alî Hayder Ahıshavî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nde bulunan bütün kemâlâtın Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nde mevcut olduğu kolayca anlaşılabilir.
Üstelik cümle ulemâ ve meşâyihın dünyânın her tarafından toplanıp gelerek Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ni şeyhlikten öte asrın müceddidi olarak îlân etmiş olmaları da diğer birçok meşâyiha karşı Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin ziyade fazîletler sâhibi olduğunu açıklamıştır.
Şimdi işte tam bu noktada Fikri Doğan’ın “Arkadaşlar bana şeyhlik teklif ettiler, ben baştan istemedim ama ‘Biz sana yardım ederiz.’ deyince kabûl ettim elhamdülillâh.” sözünü düşündüğümüzde “Estağfirullâh” denilecek yerde “Elhamdülillâh” diyecek kadar câhil olan birinin şeyh olamayacağı îzâha muhtaç mıdır?!
İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) bütün evliyânın ittifakla o kişiyi tanıyıp onunla buluşması ve ona tâbi olması şartını şeyhlik için öne sürmüşken Abdullâh Kılıç, Abdurrahmân Kılıç ve Ahmed Ustaosmanoğlu gibi pantol-ceket giyen, cumâda bile sarık sarmayan ve zâten tarîkattan hiçbir nasîbi olmayan kimselerin tâyiniyle ve Sâlih Topçu gibi Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin normal vekillik bile vermediği bir imamın îlânıyla şeyh tâyin edilen Fikri Doğan’a tâbi olan ve râbıta yapanların hâline düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız.
– DÖRDÜNCÜ FASIL –
– HAKSIZ YERE ŞEYHLİK VE VELÎLİK İDDİÂ
EDENLER ÎMÂNSIZ ÖLÜRLER –
Şeyhlik ve Velîlik İddiâ Etmek Îmânsız Ölme Sebeplerindendir
İmâm-ı Ğazâlî Hazretleri’nin en büyk kaynağı olan “Kûtü’l-kulûb” sâhibi Ebû Tâlib el-Mekkî (Kuddise Sirruhû) şöyle demiştir: “Günahlar içerisinde öyleleri vardır ki onların ukûbeti (ve cezâsı) sû-i hâtimeye (kötü ölüme) tehir edilir. İşte bu:
﴿ وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ ﴾
‘İşte onlar için bun(ca şirk ve inkâr)dan başka birçok (çirkin) ameller de vardır ki; kendileri özellikle onları (aralıksız olarak) dâimâ işleyici kimselerdir.’ (el-Mü’minûn Sûresi:63) âyet-i kerîmesinde işâret edildiği üzere “Amel edenlerin korktuğu şeylerin en korkunç olanlarındandır.” (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, 2/228)
Ulemâ buyurmuştur ki: “Günahlar içerisinde öyle günahlar vardır ki onların ukûbeti (ve cezâsı) ancak son nefeste tevhîdin selbidir (îmânın sökülüp alınmasıdır). İşte bu da Allâh-u Te‘âlâ’ya iftirâ ederek velîlik ve kerâmetler iddiâ etmenin âkıbeti ve ukûbeti olacaktır.” (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, 2/228)
İmâm-ı Sûsî, İmâm-ı Iyâşî ve İbnü’l-Meşrî (Rahimehümullâh) gibi ulemânın beyânı vechile; bâzı meşâyih şu vasiyetlerde bulunmuşlardır: “İnsanlara eziyet etmekten, onlara zarar vermekten, ayıplarını ve avretlerini araştırmaktan uzak durun, gerçekten kim bunlarla uğraşırsa ne dünyâda ne de âhirette felâh bulmaz. Özellikle şu sayacağımız işlerden uzak durmaya devâm edin, zîrâ her kim bunlardan birine dahî düşerse hiç şüphesiz Allâh-u Te‘âlâ onu kâfir olarak öldürecektir.
Bunlardan birincisi Müslümanlara çokça eziyet etmektir.
İkincisi çok zinâ yapıp tevbesiz ölmektir.
Üçüncüsü yalan yere velî olduğunu iddiâ etmektir.
Dördüncüsü izinsiz ve icâzetsiz şeyhlik makāmına geçmektir.
Beşincisi ise gıybet ve dedikoduya daldırıp tevbesiz ölmektir.
İşte bu sayılanlardan birine bile devâm eden kişi ne kadar sâlih amel yapsa da kâfir öleceği kesindir.
Ancak her kim bu yaptıklarından tevbe eder de ölünceye kadar tevbesinde sebât edebilirse ve bu günahlara ısrâr etmeksizin ölebilirse o kişi îmânını kurtarabilir.”
(Muhammed ibnü’l-Meşri‘ es-Sâihî, el-Câmi‘u li-dürari’l-‘ulûmi’l-fâiza min bihâri’l-kutbi’l-mektûm, sh:322; Muhammed Fethâ es-Sûsî, ed-Dürratü’l-harîde, 1/245-246; Ahmed el-‘Iyâşî, es-Sirrü’l-bâhir, sh:75-76)
İmâm-ı Fâsî (Rahimehullâh)ın nakli vechile; keşif ehli meşâ-
yihın beyânına göre:
“Her kim şu işlerden birini yapar da tevbe etmeden eceli gelirse sû-i hâtime üzere ölür; bunlar da yalan yere velîlik iddiâ etmek ile icâzetsiz şeyhlik îlân edip izinsiz vird (tarîkat dersi) vermeye kalkışmaktır.” (‘Alî Harâzim el-Fâsî, Cevâhiru’l-me‘ânî ve bülûğu’l-emânî, sh:675; Muhammed Fethâ es-Sûsî, ed-Dürratü’l-harîde, 1/246)
“Yâkûtetü’l-ferîde” isimli eserde zikredildiğine göre:
وَمَنْ يَدَّع۪ي كَشْفًا وَسِرَّ وَلَايَةٍ وَمَشْيَخَةً يَمُتْ عَلٰى سُوءِ خَتْمَةٍ
وَمَنْ يَدَّع۪ي تَمْش۪يخًا فَهُوَ مُفْتَرٍ وَمُسْتَجْلِبٌ بِذَاكَ كُلَّ بَلِيَّةٍ
“Her kim keşf ve velîlik sırrı iddiâ ederse,
Bir de şeyhlik (taslarsa) sû-i hâtime üzere ölecektir.
Her kim şeyhlik iddiâ ederse o kişi müfterîdir,
Bir de o sebeple her belâyı kendisine celb edicidir.”
(Muhammed Fethâ es-Sûsî, ed-Dürratü’l-harîde Şerhu’l-Yâkûteti’l-ferîde, 1/244, 2/117)
Meşâyih hazarâtı şöyle buyurmuştur: “İşte burada zikredilen belâ tâbiri, sahte şeyhlerin başına hem din, hem dünyâ, hem âhiret, hem de berzah âlemlerinde birçok belâ geleceğine işâret etmektedir.
Zîrâ her kim yalan söyleyerek meşâyihtan olduğunu iddiâ ederse ve müridleri terbiye etme mertebesini üstlenip evrâd telkin etmeye başlarsa o kişi Allâh-u Te‘âlâ’dan özel izinli olduğunu iddiâ etmiş olması hasebiyle Allâh-u Te‘âlâ’ya iftirâ atmış olacağından dolayı mutlakā kâfir olarak ölür ancak nasûh tevbesi ile Allâh’a tevbe etmesi müstesnâ.
Aksi takdirde Allâh-u Te‘âlâ’ya iftirâ etmiş olacağından, ayrıca Ebû Zerr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen:
عَنْ أَب۪ي ذَرٍّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَنِ ادَّعٰى مَا لَيْسَ لَهُ فَلَيْسَ مِنَّا وَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ.»
‘Her kim kendisi için hak olmayan bir şeyi iddiâ ederse o aslâ bizden değildir ve o (cehennem) ateş(in)den oturacağı yeri hazırlasın.’ (İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:2319 2/777; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:21465, 35/369; es-Süyûtî, Câmi‘u’l-ehâdîs, rakam:45647, 41/428) hadîs-i şerîfindeki tehdide dâhil olacağı için îmânsız ölecektir.” (Muhammed Fethâ es-Sûsî, ed-Dürratü’l-harîde, 1/245-246)
Meşâyihın şeyhi İmâm-ı Şa‘rânî (Rahimehullâh) şöyle demiştir:
“İşte bu zamanda bu asrın ehlinin (500 sene öncesinin halkının) ekserîsi tarafından bu şekilde hıyânetler çoğalmıştır.
Hattâ meşâyihtan geçinen bâzısı mürîdine: ‘Sana şeytan geldiği zaman benim ismimi çağırarak bana râbıta yap ki onu senden def edeyim.’ diyebilmektedir.
Hâlbuki şeyhin kendisi o hâldedir ki gece gündüz İblîs onun üzerine binmiş olup üstünden hiç inmemektedir.
Zünnûn-u Mısrî (Kuddise Sirruhû)ya: ‘Mânevî yolda sadâkat (ve dürüstlük) nedir?’ diye sorulduğunda:
قَدْ بَق۪ينَا مُذَبْذَب۪ينَ حِيَارٰى نَطْلُبُ الصِّدْقَ مَا إِلَيْهِ سَب۪يلٌ
‘Gerçekten biz hayretler içerisinde
şaşkın kimseler olarak kaldık,
Doğruluk (ve dürüstlük) arıyoruz ama
ona doğru hiçbir yol yoktur.’
diye beyt inşâd etmiştir.” (el-Ğazâlî, İhyâü ‘ulûmi’d-dîn, 4/387; ‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/516)
“Şimdi insanların içinde kendini medheden (ve kendisine “Şeyh” denilmesine râzı gelen) kişilerin hâli ile, Zünnûn-u Mısrî (Kuddise Sirruhû)nun bu sözü hiç kıyâs edilebilir mi?!
Yine böylece tâbi‘înin efendisi Hasen-i Basrî (Radıyallâhu Anh)a bir kişi: ‘Dün gece seni cennette gördüm.’ dediğinde o: ‘İblîs benden ve senden başka dalga geçecek adam bulamadı mı?’ diye cevap vermiştir.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/516)
Mâlik ibnü Dînâr (Radıyallâhu Anh) gibi yüce bir velîye yağmur duâsına çıkması teklif edildiğinde:
“Ben sizin aranızda bulunduğum için korkarım üzerinize taş yağar.” demiştir. (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/517)
Yine o, hadîs yazdırırken bir bulut geçerse sohbeti keser ve: “Şu bulut geçene kadar duralım, korkarım içinde taşlar olur da üzerimize yağar.” derdi. (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/517)
Abdülazîz ed-Dîrînî (Kuddise Sirruhû)dan kerâmet istediklerinde: “Evlâdım! Yerin beni batırmayıp üstünde tutmasından daha büyük bir kerâmet yoktur. Vallâhi Allâh’ın afvı olmasa batırılmayı hak ettik.” demiştir. (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/517)
“Selef-i sâlihînin Allâh-u Te‘âlâ’dan ne kadar korktukları hakkında daha birçok meşhur rivâyet mevcuttur ki onlar bu zamandaki şeyhler gibi nefislerine hüsn-ü zan etmezlerdi.
Şimdi bu büyüklerin sözleri ile, bir de şeyhlik, kutupluk ve ğavslık iddiâ edenlerin arasında hiçbir münâsebet var mıdır?! Oysa bir kişi ârif-i billâh olsaydı lehine olan (medhiye ve zuhû-
rat)lara değil de, aleyhine olanlara îtibâr ederdi. İşte bu zaman-
da (500 sene önce) bulunan iddiâcıların ekserîsi mutlakā rezil olacaklardır. Zîrâ her müddaî mümtehandır (mutlakā imtihâna tâbi tutulacaktır).
Bu zamandaki tasavvuf ehlinden biri: ‘Allâh-u Te‘âlâ Levh-i Mahfuz’da bulunan her şeye beni muttalî kıldı.’ dediğinde orada bulunan zekî adamlardan biri: ‘Efendi Hazretleri kaşınızda kaç kıl var?’ deyince ne diyeceğini bilemeyip rezil olmuştur.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/517-518)
“Onun için herkes haddini bilip Sırât’ı geçinceye kadar yalancı iddiâlardan uzak durmalıdır.” (‘Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-envari’l-kudsiyye fî beyâni’l-‘uhûdi’l-Muhammediyye, ahid rakamı:150, 2/516-518; Muhammed Fethâ es-Sûsî, ed-Dürratü’l-harîde, 1/245-246)
Büyük müfessir İsmâ‘îl Hakkî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; büyükler şöyle buyurmuştur:
«مَنْ تَحَلّٰى بِغَيْرِ مَا ف۪يهِ فَضَحَ الْاِمْتِحَانُ مَا يَدَّع۪يهِ.»
“İçinde bulunmayan bir şeyle, (dıştan) ziynetlenmeye (süslenmeye) kalkan bir kişinin, iddiâ ettiği şeyi(n boş olduğunu) imtihan meydana çıkarır. Zîrâ kendini medheden (öven), zem olunur (kötülenir). Kendini zemmeden ise medholunur.” (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 1/52)
– BEŞİNCİ FASIL –
– ŞEYHLİK VE HALÎFELİK SIFATLARINA SÂHİP OLMAYAN HASAN EFENDİ VE FİKRİ DOĞAN’A ŞEYH DİYE BAĞLANANLARIN KÖTÜ HÂLLERİ –
Bu Hususta Meşâyih-ı Kirâmın Beyanları
Mustafa İsmet Ğarîbullâh Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Fikri Gibi “Sahîh Yed” Olmayan Kimselere Râbıta Yapanlardan Feyizlerin Kesileceğini Şöyle Beyân Ediyor:
Büyük Şeyh Efendimiz Mustafâ İsmet Efendi (Kuddise Sirruhû) tarîkat-ı aliyyemizin kāidelerini açıklayan ve her bir cümlesi ilhâm-ı Hakk olan “Risâle-i Kudsiyye” isimli eserinde kâmil bir mürşidden şeyhlik icâzeti almamış olan kimselere bağlananların feyzlerinin kesileceği hakîkatini şöyle açıklamıştır:
“Dahî var bir bölük, yoktur sahîh yed,
İder dâvayı şeyhliğe ayak med.
Bu nisbet in‘ıkâsîdir azîz ced,
Sahîh yed yok ise nisbet olur sed.
Sahîh yedle azîz Hakk’a gidelim,
Cemâl-i bâ kemâle seyredelim.”
(Risâle-i Kudsiyye, 111. beyt)
Yâni buyurmuş oluyor ki: “Kâmil bir mürşidden şeyhlik icâzeti olmayıp da şeyhlik dâvâsına ayak uzatanlar vardır ki onlara bağlananların silsiledeki diğer büyüklere olan intisaplarına sed (ve engel) çekilir. Zîrâ bu tarîkattaki intisâb her mürşide kendi mürşidinden yansıma yoluyla ulaşmaktadır, arada bir tânesi mürşidinin elinden tarîkat kāidelerine uygun bir şekilde sıhhatli bir hilâfete nâil olamadıysa artık ona bağlananların geriyle irtibâtı kesilir ve artık silsile ricâlinden feyiz alamaz hâle gelir.”
İşte bu beytin îzâhında son şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz şöyle demiştir:
“Mevlâ Te‘âlâ’dan Peygamber (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e, Peygamber Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)den de, sohbetlerinde bulunan, ona gönül veren sahâbe-i kirâma feyz, aks (yansıma) yolu ile ulaştı.
İşte o aks yolu ile Mevlâ’dan gelen feyiz onların kalplerini tertemiz etti. Bir anda ektâb (kutuplar, Allâh’ın büyük velî kulları) oldular.
Birbirlerine ekli olmasalardı, feyz-i İlâhî birbirlerine cârî (sirâyet edici) olur muydu?! İşte sahîh yed (sağlam el) olmadan olmaz.
Bu fakir, Efendi Babam’ın elini tutmuştur. Efendi Babam: ‘Mahmûd’un elinden tutan benim elimden tutmuş olur.’ derdi. Yalan yok, yalan demek haramdır.
Demek ki bu fakirin elinden tutan (bîat eden) Alî Hayder Ahiskavî (Kuddise Sirruhû)nun elinden tutmuş oluyor.
Onun elinden tutan Alî Rızâ Bezzâz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin elinden tutmuş oluyor. Böylece gide gide Peygamber (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e dek dayanıyor. İşte bu sahîh yeddir. Bir yere bağlı olunacak ki feyiz cârî olsun.
‘Sahîh yed yok ise feyz-i ilâhî kapanır, kesilir.’
Efendi Babam derdi ki: ‘Dağda bulunan bir su menbaının köye gelebilmesi için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su künkleri gerekir. Bu künklerden biri eksik olduğunda köye su ulaşamayacağı gibi birbirine ekli olan meşâyih silsilesinin biri eksik olursa feyz-i İlâhî de kişinin kalbine ulaşamaz.’” (Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye tercümesi, 1/537)
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz “Risâle-i Kudsiyye Şerhi”nde Bu Hususta Şöyle Buyuruyor:
“İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bir mektûbunda şöyle buyuruyor:
‘Kâmil ve mükemmil bir zâta kavuştuktan sonra mürîde, bütün murâdını ona bırakmaktan başka bir şey düşmez. Zîrâ kendi durumu artık yıkayıcı elindeki meyyit gibidir.
Tâlibin isteğini gevşeten ve ateşini söndüren en kötü şey, nâkıs olan, yolu bitirmemiş kimseye teslim olmaktır. Nâkıs demek; sülûk ve cezbe ile yolu tamamlamayıp kendisine ‘Şeyh, mürşid’ ismini veren kimse demektir. Nâkıs şeyhlerin sohbeti semm-i kātil (öldürücü zehir)dir.
Böyle birine teslim olan felâkete gider. Anlatıldığı gibi böyle biri ile sohbet yüksek kābiliyet sâhipleri için bir düşüş getirir. Onu zirveden çukura indirir. Meselâ bir hasta, mütehassıs (uzman) olmayan ve icâzeti (hastaya bakma izni) bulunmayan bir tabîbin ilacını içerse, iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar, iyi olma kābiliyeti de bozulur.
Bu alınan ilaç her ne kadar ilk anda ağrıyı dindirip sancıyı hafifletir ise de hakîkatta mazarratın (ve zararların) ta kendisidir. Bir hasta hakîkî bir tabîbe giderse, bu tabîb önce o ilacın zararlarını gidermeye çalışır, ondan sonra da hastalığı tedâviye başlar.’”
(el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, 1/73, mektûb rakamı:61; Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye tercümesi, 2/514)
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz “Rûhu’l-Furkān Tefsîri”nde Bu Konuda Şöyle Buyuruyor:
“Mânevî vazîfesinde öncü olan bir zât câiz olmayan bir işi yaptığı zaman kendisinden tâbilerine ve müridlerine sirâyet eden bütün bereketler kesilir ve onlar hiçbir günah bilmezken onların da fitneden nasîbi olur.
İşte buna göre bir zellenin fitnesi onu irtikâb edene de, nehy-i ani’l-münker yapmayı terk edene de isâbet eder. Nitekim mârûfu terk edenin cürmü sebebiyle emr-i bi’l-ma‘rûfu terk eden de mesûl tutulur.” (Mahmûd Ustaosmanoğlu, Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 15/595)
İşte bu îzâhattan anlaşıldığı üzere yanlışa “Yanlış” demeyen kimseler iki cihanda mesûl olacaktır.
İlgili konumuza gelince Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz gibi bir mürşid-i kâmilin kendi yerine herhangi şeyh veyâ halîfe bırakmadığı kendi sesinden görüntülü bir şekilde elimizde mevcut iken, dolayısıyla merhum Hasan Efendi hocamız dahî halîfe olamamışken ondan sonra Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) “Vekillerin emîrini cemâat seçer.” ve “Râbıta bana devâm edecek.” şeklinde vasiyetler yapmışken artık bu mühim vasiyetleri iptâl ederek Fikri Doğan’ı şeyh olarak insanların önüne çıkaranlara körü körüne uymak, elbette insanı intisâb etmiş bulunduğu tarîkat silsilesinde bulunan bütün velîlerin nisbetinden ve feyzinden mahrum bırakır.
FİKRİ DOĞAN’A VE “ŞEYH” DİYE ONA BAĞLANANLARA SON SÖZ
Bir insan şeyh midir değil midir bunu mürîd bilemez. Bir insanın şeyh mi değil mi olduğunu, içi Allâh’ın mârifet nûru ile dolu mudur, değil midir bunu ancak bir önceki şeyh bilebilir.
Eğer içi-dışı mârifet nûru ile dolu şeyhlik yapabilecek bir insan varsa bir önceki şeyh efendi onu yerine bırakır, yoksa mürîd şeyhin sahîhini sahtesinden ayıramaz.
Dolayısıyla Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri yerine kimseyi bırakmamış, ne yazılı ne de sözlü olarak: “Ben yerime bir halîfe bıraktım.” dememiştir.
Üstelik “Yerinize kimse bıraktınız mı?” sorusuna “Yok, yok.” diye kesin cevap vermiş ve bu cevâbı görüntülü bir şekilde ortada durmaktadır. İşte biz Fikri Doğan’ın sahte şeyh olduğunu buradan anlıyoruz, başka bir şeyden anlayamazdık.
Şimdi bir kişi çıkıp Mahmûd Efendi Hazretleri’nin: “Bu adam câmide imamlık yapamadı.” buyurduğu ayrıca insanlara kin tuttuğu ve Müslümanlarla küs durduğu için kebâir günahlarla muttasıf olan bu Fikri hakkında “Bu kişi mir’âtullâhtır. Allâh’ın aynasıdır yâni Mahmûd Efendi Hazretleri gibi Allâh-u Te‘âlâ’dan akseden feyizleri müritlere yansıtabilir.” diyebiliyorsa bu kişiye cevap olarak ancak “Çüş ve yuh!” denilebilir.
Bu saatten sonra Fikri’ye de denilecek olan tek söz: “Sen Allâh’ın aynası mısın kardeşim ki milleti etrâfına topluyorsun, gözünü kapatıyorsun, şeyh numaralarına yatıyorsun, seni istismar ederek para toplamak isteyen birileri: ‘Fikri’ye râbıta yapılsın.’ diyor, sen susuyorsun ve bunu kabûl ediyorsun?!
Artık senin bu yüce silsile ricâlinin yüzüne bakacak ve öldüğünde rahat yatacak bir hâlin kaldı mı?!
Sen şeyhlik iddiâ edenlerin îmânsız öleceğine dâir rivâyetleri duymadın mı?! Sen hiç Allâh-u Te‘âlâ’dan korkmaz, kuldan utanmaz mısın?!” şeklinde uyarıda bulunmaktır.
BEŞİNCİ BÂB
İSMÂÎLAĞA HEYETİ MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NE MUHÂLEFET EDİNCE EFENDİ HAZRETLERİ ONLARIN YERİNE YENİ BİR “ŞÛR”YA İZİN VERDİ
– BİRİNCİ FASIL –
– İSMÂÎLAĞA HEYETİNİN EFENDİ HAZRETLERİ’NE MUHÂLEFETLERİNE ÖRNEKLER –
İsmâîlağa Heyetinin Efendi Hazretleri’nin Of’ta Vekilliği Sâlih Topçu’ya Değil, Tahsin Hoca’ya Vermesine Rağmen Of’a Gidip Sâlih’e Vekillik Vermeleri
Bu Konu Hakkında Muhammed Keskin Hoca Efendi’nin Şâhitliği:
“Efendi Hazretlerimiz’in ilk Of vekillerinden Osman Hoca Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) vardı. Onun vefâtından sonra Efendi Hazretlerimiz’in arzusu, isteği; onun yerine vekîl olarak Of’ta Tahsin Ayaz Hoca Efendi’nin vekîl olmasıydı, (bu kişi) Efendi Hazretlerimiz’in vekillerinden(di). Bu tabî heyete iletildi. O zaman Efendi Hazretleri’nin yanında bulunan hizmetkârlardan birisi heyete ilettiğini söyledi ve heyet de Of’a îlân etmeye gittiler vekîli. (Ama) Efendi Hazretlerimiz’in bu isteğinin karşı mukābilinde yâni onun istediğini yerine getirmeyip Sâlih Topçu Hoca’yı tâyin ettiler.”
Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin Efendi Hazretleri’nden İmzâ İstediklerinde Red Cevâbı Aldıkları
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Şöyle Anlatıyor:
“2007’de Efendi Hazretlerimiz İsmâîlağa’da olan operasyonlardan sebep Fâtih’ten ayrılarak Beykoz’daki hânesine yerleşti. Efendi Hazretlerimiz’in hastalığı baya ağırlaştı, hattâ Ecevit’in doktorunu buldular, getirdiler ben de oradaydım. Efendi Hazretlerimiz’i muâyene etti. Ecevit’in doktoru: ‘Bu tedâviyi yapanlar (Îsâ Takış ekibi) hoca efendinin iyileşmesini istememişler.’ dedi. Sonra Hacı Annemiz’in gayretiyle ve oyunları anlamasıyla, oyunları bozmasıyla Beykoz’a geçildi.
Daha sonra 2007’in Ekim ayında Dârüşşafaka Hastânesi’nde fizik tedâvi süreci başladı. O sırada (Efendi Hazretleri hastânedeyken), bana geldiler. Tefsir odasındaydım.
Dediler ki: ‘Efendi Hazretleri (bizim kendisinden sonra baş vekîl olacağımıza dâir) bir vasiyet yapmıştı ya, bu vasiyetin şâhitleri ölmeye başladı veyâhut ölebilir. Yaşlı ya hepsi, biz bunlardan imzâ almak istiyoruz.’
Ben de: ‘Sakın! Efendi Hazretleri’ne sormadan bir şey yapmayın.’ dedim. ‘O zaman ne yapalım?’ dediler, ben de: ‘Efendi Hazretlerimiz hastânede, ziyâretine gidin sorun.’ dedim.
Bunun üzerine hastâneye gittiler. Hasan Efendi çekindiği için Mustafa Efendi’nin koluna vurmuş, Mustafa Efendi de: ‘Efendi Hazretleri yanlış anlama senin yerinde gözümüz yok ama bir vasiyet yapmıştınız. Buna bir imzâ atar mısınız?’ demiş.
Efendi Hazretleri: ‘Yok.’ buyurmuş. Daha sonra onlar hastâneden ayrılırken Efendi Hazretleri: ‘Şimdi niye fitne çıkarıyorlar?’ demiş. Ondan sonra da şu beyti okumuş:
مَا كُلُّ مَا يَتَمَنَّى الْمَرْءُ يُدْرِكُهُ تَجْرِي الرِّيَاحُ بِمَا لَا تَشْتَهِي السُّفُنُ
‘İnsan her istediğine, temennî ettiğine ulaşacak değildir,
Çünkü bâzı kere rüzgârlar, gemilerin istemediği taraftan eser.’
Sonra Hasan Efendi ve Mustafa Efendi bana da geldiler. ‘Durum böyle böyle.’ dediler. 2007’de Efendi Hazretleri’nin hasta olduğunu, yaşlı olduğunu, zorlandığını söylüyorlar. Hâlbuki Efendi Hazretleri me‘ânîden, ilm-i beyandan beyt okuyor, hâfızaya bak!
Bu Konu Hakkında 2014 Yılında Mârifet Dergisi’nde Yayınlanan Yazı
İsmâîlağa’nın ileri gelen aksakallıları hastânede bulunduğu esnâda Efendi Hazretleri’ne gelerek “Şeyhlik kâğıdı” istediler. Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) eli ile “Hayır” işâreti yaptılar.
Onlar çıkıp gittikten sonra da defâlarca şu şiiri tekrar ettiler:
مَا كُلُّ مَا يَتَمَنَّى الْمَرْءُ يُدْرِكُهُ تَجْرِي الرِّيَاحُ بِمَا لَا تَشْتَهِي السُّفُنُ
“İnsan her istediğine, temennî ettiğine ulaşacak değildir,
Çünkü bâzı kere rüzgârlar, gemilerin istemediği taraftan eser.”
Sultandan arzu ettiklerini alamayınca aralarında toplantı yapıp kâğıt imzâlamaya ve kendilerince Efendi Hazretleri’nden sonrası için şeyh tâyin etmeye kalktılar. O gün ise sultânımız, Neml Sûresi 48. âyet-i kerîmeyi tekrarlıyorlardı:
﴿ وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ﴾
‘Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslahda bulunmuyorlardı.’”
(Mârifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
Efendi Hazretleri’nin İmzâlamadığı Kâğıdı “Toplantıyı İptâl Edin.” Buyurduğu Hâlde Başkalarına İmzâlattılar
Şu bilinsin ki; İsmâîlağa heyeti birçok konuda Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne muhâlefet etmişlerdir, bunların en büyük örneği, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in menetmesine rağmen oğlu Ahmet Hoca’nın başını çektiği heyet tarafından hazırlanan şu kâğıttır:
(Dikkat! Bu kâğıdın başındaki târih ve asıl sonunda gerçek yazılış târihi olan hastâne videosundan bir gün sonraki târihtir. Neden iki târih var acabâ? Biraz düşünseniz yazının imzâ târihinden yıllar önce yazıldığını anlarsınız.)
Cübbeli Hoca İmzâ Meselesinde Yaşananları Şöyle Anlatıyor:
“Resul Hoca (7 Ekim’de hastânedeki sorularının) en sonunda ‘Şimdi ben ne yapayım? Beni yarın imzâya çağırıyorlar.’ dedi.Efendi Hazretleri: ‘Git benim böyle dediğimi söyle.’ buyurdu.
O gün (hastâne videosunda) şeyhimiz izin vermediği hâlde imzâ şâhitlerini İsmâîlağa Câmii’nin küçük odasına çağırmışlar. Resul Hoca’yı da çağırdıkları için gitmek için şeyhimize sormuş. Denizli’den İbrâhîm Efendi, Ankara’dan Münir Efendi, hepsini çağırmışlar.
Bana da ‘Ahmet Hoca illâ ki sen de gel.’ dediler. Resul Hoca da geleceğini söyledi fakat gelmedi veyâ gelemedi. Efendi Hazretleri’nden beni aradılar. ‘Sen mutlakā git. Bu odada yaşananları anlat.’ dediler.
Kâğıthâne’de trafik üç saat tıkandı. Sonra onlar ‘Yok sen gelmeden biz hiçbir şey yapmayacağız.’ dediler. O kadar bana mecburdular. Sonra ben geldim. O arada Efendi Hazretleri, Abdülmetin Hoca’yı gönderdi.
Abdülmetin Hoca, Hasan Efendi’ye: ‘Efendi Hazretleri’nin selâmı var.
Efendi Hazretleri: ‘Bu işi yapmasınlar, imzâ almasınlar, bu işi karıştırmasınlar.’ buyuruyor.’ dedi.
Hasan Efendi: ‘Yapılmasın. Ne lâzım?!’ dedi. Üzüldü, mahcup oldu, ‘Yapmayalım.’ dedi.
Şeyhimizin oğlu Ahmet Hoca kalktı ve ‘Tamam, şimdi biz imzâları alalım. Ondan sonra kasaya koyarız. Babamın sağlığında da çıkartmayız. Ondan sonra çıkartırız.’ dedi.
Hâlbuki Efendi Hazretlerimiz ondan evvel (Recep Eryiğit gibi) başka hoca efendilere telefon ettirmiş, Abdülmetin Hoca Efendi’yi göndermiş. Bâzılarına da imzâ attırmış, Zavendikli Mustafa Efendi’den de önceden almışlar, kimisi de sonradan geldi, onları öyle toparladılar.
Ondan evvel de zâten bir operasyon yapmışlar Mustafa Bilici Hoca’yı yazmamışlar, onun önünü açık bırakıyorlar.
İşte Îsâ Takış da o zaman diyor ki: ‘İsterse Hasan Efendi kendisinden sonra Mustafa Efendi’ye bırakmaz istediğine bırakır.’ lafları da ayrıca var, karışmış kalmıştı.
Efendi Hazretlerimiz’e anlattım. Efendi Hazretlerimiz kızmıştı, hatm-i şerîfte açıklamıştı. Bunlar hastâne olayından önce (olmuştu).
Abdülmetin Hoca: ‘Beni Efendi Hazretleri gönderdi. (Kendisi:) ‘Bu toplantıyı lağvedin.’ buyuruyor.’ dedi.
Zavendikli Mustafa Efendi de: ‘Şimdi bize ‘Efendi 2002’de sizi toplayıp da (kendisinden sonra Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin baş vekîl olacağına dâir) böyle bir şey dedi mi?’ diye sordular. Biz de şâhitliğimizi gizleyemeyiz. Allâh için beyân ettik ama şimdi Efendi yeni bir zuhûrât görmüş olabilir, bunu nesh etmiş olabilir. Bu Efendi’nin hakkıdır. Onun için biz yeni görüşe tâbi oluruz.’ dedi.
Fakat Zavendikli: ‘Ben bunu duymadan önce (evvelki vekillik şâhitliği için) imzâ atmış bulundum.’ dedi.”
“Efendi Hazretlerimiz başka hocaları da arayıp, bu işi iptâl etmelerini söylemişti. Buna rağmen kâğıt imzâlandı. Bana Ahmet Hoca (ve yanındakiler) ‘Sen de imzâ at.’ dediler (ama cevâben) ‘Ben hastânede bulundum. Efendi’nin dediğini gördüm, duydum. Şimdi nasıl imzâ atayım?!’ dedim. Resul Hoca da imzâ atmadı.
Efendi Hazretleri’nin İsmâîlağa Heyetinin Hazırladığı Kâğıtın İptâli Konusunda Recep Hoca’ya İzhâr Ettiği Kerâmeti ve Kalabalık Bir Heyetin Hastaneye Gitmesi
Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi Şöyle Anlatıyor:
“Sene 2007, Aralık ayının son haftalarıydı, Recep Hoca, Ömer Hoca, bu fakir. Çınaraltı lojmanlarının önündeyiz. İkindi ile akşam arası.
Şimdi gözümün önünde. Ayaktayız. Efendi Hazretlerimiz’den Recep Hoca’ya o anda telefon geldi.
Aynı anda heyet İsmâîlağa’da toplanmış. Aralarında istişâre ediyorlar. ‘Efendi’ye gidelim de Hasan Efendi hakkında imzâlı kâğıt isteyelim şeyhlik hakkında.’ (diyorlar.)
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) hastânede, Çavuşbaşı’nda değil. Yâni kerâmet gösteriyor. Şeyhimiz konuşmalarını duyuyor da Recep Hoca’yı arıyor. Telefonla Recep Hoca ile Efendi Hazretleri konuşuyor.
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) dedi ki: ‘Recep Hoca! Heyeti telefonla ara! Onlara söyle! Yanlış şeyler konuşuyorlar. Konuşmasınlar böyle şeyleri!’
Recep Hoca, Seyfettin’i hemen aradı. Dedi ‘Böyle, böyle, böyle, böyle.’ Tembih etti yâni iletti. Elçiliğini yapmış oldu.”
Ahmet Ustaosmanoğlu Hakkında Efendi Hazretleri’nin Beyanları
Mâlum olduğu üzere şu anda İsmâîlağa heyetini yöneten kişi maalesef Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu’dur.
Bu kişi ömrü boyumca babasının yanında hiç bulunmamış, dâimâ dayısı Ahmet Vanlıoğlu Hoca’nın para toplama gezilerinde yanında çantasını taşımıştır. Zâten Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de onu kendi yanında hiçbir zaman bulundurmamıştır. Bu husûsu kendisi de sürekli dillendirmiştir.
İhsan Kaya’nın Bu Husustaki Şâhitliği
“Ben de ona (Efendi Hazretleri’nin oğlu Ahmet Hoca’ya) 2005’te dedim ki: ‘Hocam ben size: ‘İsmâîlağa büyük kursta ders vermeyin, babanızın yanında olun, şeyinizi (masrafınızı) ben karşılayayım.’ dedim, (o da cevâben): ‘Babam beni istemiyor.’ dedi.
Şimdi ben de kendisine dedim ki aradığı zaman: ‘Hocam ben size 2005’te böyle söyledim, siz bana ne dediniz?!’
Dedi ki aynen onun üzerine: ‘Babam istemedi beni!’
(Şimdi o zaman nereden geldin de bu tarîkatı bozdun?!)’”
İşte bu yaşadığımız olaylar üzerine Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin oğlunu yanında istememesinin hikmeti daha iyi anlaşılmıştır:
Zâten eski istihârecinin azlinden sonra Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin topladığı kalabalık vekiller cemâatinin önünde Resul Bölükbaş (Rahimehullâh) tarafından okunan isimler arasında onun isminin okunmadığına onlarca hoca efendi şâhitlik yapmaktadır.
Ahmet Hoca, Kayınbirâderi Hüsnü Kılıç’ın “Çarşaf Şart Değil.” Sözünü Destekleyince, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri “Benim Öyle Mahdûmum (Oğlum) Yok.” Buyurdu
Yıllarca Efendi Hazretleri’nin Yakın Hizmetinde Bulunmuş Kerim Çoğalmış Kardeşimiz Şöyle Anlatıyor:
“Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. Ben(im) 2005 yılında Aktüel Dergisi’ne Hasan Efendi’nin oğlu Hüsnü Kılıç’ın verdiği bir röportajdan dolayı şâhitliğim var, onu beyân edeceğim.
2005 senesinde Aktüel Dergisi’ne Hüsnü Kılıç bir röportaj verdi. Ben de İsmâîlağa’nın dışındaydım.
Arkadaşlar dedi ki: ‘Hasan Efendi’nin oğlu Aktüel Dergisi’ne beyânât vermiş, acâyip şeyler söylüyor orada.’
Dedim ‘Ne söylüyor?!’ Dergiyi aldım elime bir baktım ki Hüsnü Kılıç, Hasan Efendi’nin oğlu olarak röportaj veriyor. Diyor ki: ‘Çarşaf şart değil.’ Ben şok oldum ‘Bu nasıl söylenir?!’ diye.
Ondan sonra bir 15 dakîka geçti, bir baktım. Karşıdan Efendi Hazretlerimiz’in oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu, yanında da Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu geliyor.
Dedim ki: ‘Ahmet âbi, ben Hüsnü Kılıç’ı tanımıyorum. Hüsnü Kılıç Aktüel Dergisi’ne bir röportaj vermiş. Röportajda diyor ki: ‘Çarşaf şart değil.’
Buna babanın nasıl kızacağını biliyorsun. Yâni ‘Bu cemâatte çarşaf şart değil.’ denilir mi?!
Ben bunu tanımıyorum. Giderim ona ben sorarım: ‘Sen ne hakla bunu söylüyorsun Efendi Hazretleri’nin cemâatinden birisiymiş gibi Hasan Efendi’nin oğlu olarak konuşuyorsun?! Ne hakla bunu söylüyorsun?!’ derim.
Ama aramızda bir tartışma çıkarsa sonra senin akraban olduğu için sen darlanırsın. Bunun yakışanı kulağını senin çekmendir.’ deyince Ahmet Ustaosmanoğlu: ‘Sen her şeye ne karışıyorsun, sen her şeye ne maydanoz oluyorsun?! Her şeye burnunu sokuyorsun, ne varmış onun konuştuğunda, her şeyi doğru konuşmuş.’ (dedi.)
Dedim âbi: ‘(Bu adam:) ‘Çarşaf şart değildir.’ diyor, neyi doğru konuşmuş?!’
‘Hiç konuştuğunda bir yanlışlık yoktur.’ dedi.
Ben bir daha şok oldum, bu sefer neyse aldım dergiyi, gittim câmiye. Arkadaşlara söyledim. Cübbeli Hoca orada. O da tefsîrde. Gittim Cübbeli Hoca’nın yanına.
Dedim: ‘Hocam, bu Hüsnü Kılıç böyle röportaj yapmış. Az önce Efendi Hazretleri’nin oğlunu gördüm sokakta. Dedim ona ki: ‘Böyle böyle, yâni bu konuşmak değil, Efendi Hazretleri’nin tam zıddına olan şeyler. Bu işlere Efendi Hazretleri çok kızar. Bunun kulağını sen çek yâni, kayınbirâderisin. ‘Ne ola ki, niye konuştun?!’ (de ona.) Câmiyi temsîl edip Hasan Efendi’nin oğlu olarak konuşulur mu?!’
O da bana kızdı çok kötü. Ben de Efendi Hazretleri’nin oğlu olduğu için fazla üstüne gidemedim. Daha fazla îtirâz edemedim. Söyleyeceğimi söyledim ama ‘Hüsnü doğru konuşuyor.’ dedi.
Ondan sonra Cübbeli Hoca gitmiş Efendi Hazretleri’ne bunları anlatmış. Hüsnü’nün nasıl konuştuğunu, ‘Çarşaf şart değil.’ dediğini.
Ondan sonra hattâ demiş: ‘Efendi Hazretleri, Kerim, oğlunuza; Ahmet Ustaosmanoğlu’na ‘Hocam bu işi düzelt. Yâni bu Hasan Efendi’nin oğlu olarak konuşuyor, ‘Çarşaf şart değil.’ diyor. Bu olacak iş değil, bunu düzelt dediği zaman ‘Ne var konuştuğunda?! Dost doğru konuşmuş.’ demiş.’ (Böyle anlatmış.)
Efendi Hazretleri demiş: ‘Çağırın Kerim’i gelsin.’ Ben de gittim baktım Efendi Hazretleri odasında oturuyor. Kapıdan içeri girdim. Bana diyor ki Efendi Hazretleri: ‘Sana, Hüsnü’nün meselesinde kim müdâhale etti?’ Dedim: ‘Efendim, oğlunuz.’
(Efendi Hazretleri de:) ‘Benim öyle oğlum yok.’ dedi. Hüsnü’yü savundu diye (böyle dedi). Ben tabî bir daha şoka girdim, Efendi Hazretleri’nin rengi kıpkırmızı, bağırıyor. ‘Şeytan o.’ diyor. ‘Anası onu, onun için mi doğurdu, çarşafın aleyhine niye konuşuyor?!’ (diyor.) Böyle bağırıyor devamlı.
‘Şeytan o, şeytan o.’ diyor. Orada herhâlde birisi haber verdi Ahmet Âbi’ye. ‘Efendi Hazretleri çok sinirlendi, bağırıyor.’ (diye.)
Efendi Hazretleri rahatsız zâten. Ama bağırıyor. Cübbeli Hoca’ya ‘Sen niye konuşmuyorsun?! Hak bu, söylesene. Hakkı söyle, ne korkuyorsun bunlardan?!’ diyor.
O da: ‘Söyledim.’ diyor, Efendi Hazretleri: ‘Yine söyle.’ diyor ona. ‘Söyledim.’ dediği hâlde ‘Bir daha söyle.’ diyor. Kızmış çok fenâ.
O arada Ahmet Âbi girdi odaya. Baktı Efendi Hazretleri’nin rengi felan değişmiş, dedi ki: ‘Baba niye bu kadar bağırıyorsun?! Yâ ne var ortada, kim sana ne diyor?!’ felan dedi.
Ondan sonra ‘Ne anlattınız babama?!’ dedi. Hani bize soruyor yâni, biz Hüsnü’ye bir iftirâ etmişiz de (sanki), Efendi Hazretlerimiz de onu (bizden) dinlemiş de (bundan dolayı) Efendi Hazretleri bağırıyor (demek istiyor), yâni biz Efendi Hazretleri’ne yanlış beyân vermişiz.
‘Efendi Hazretleri’ne ne anlattınız?’ diyor. Ahmet Âbi: ‘Hüsnü öyle bir şey konuşmaz.’ dedi. Orada anlattılar tabî ‘Hüsnü’den sebep mesele çıktı.’ (diye.) Zâten onu bilgilendirmişler gelmeden.
Ondan sonra (Efendi Hazretleri:) ‘Hüsnü (bunları) konuştu.’ dedi. Dedi: ‘Bunlar sana yâni Cübbeli Ahmet Hoca ile Kerim sana yalan söylüyor.’
‘Yalan değil.’ dediler orada da birkaç kişi. Ondan sonra o arada birisi ‘Öyle konuşmamıştır.’ dedi birisi oradan. Bu sefer orada bir âbi vardı, Hüsnü’nün dergide yazdığını okumaya başladı. Dedi ki: ‘Efendi Hazretleri, Hüsnü Âbi böyle böyle dedi dergide, ‘Çarşaf şart değil.’
Sonra Efendi Hazretleri: ‘Ne ‘Âbi’ diyorsun ona?’ dedi. ‘Şeytan o. ‘Âbi’ deme ona.’ dedi. Böyle bağırıyor Efendi Hazretleri.
Ondan sonra, mevzûnun doğru olduğu anlaşıldı, bizim doğru söylediğimiz anlaşıldı. Kimse orada Hüsnü’yü savunamadı.
(Orada bulunanlardan bâzıları) dediler: ‘Efendi Hazretleri (Hüsnü) tekzip etsin bunu. Yâni yalanlasın bunu.’
(Efendi Hazretleri:) ‘Dînî yıktıktan sonra mı tekzip edecek bunu?!’ dedi. Dediler ki: ‘Efendi Hazretleri, Hasan Efendi’ye söyleyelim, Hasan Efendi bu işi düzeltsin.’ Dedi ki bu sefer Efendi Hazretleri: ‘Hasan Efendi gevşek adam, bir şey beceremez o.’ dedi.
(Sonra Efendi Hazretleri:) ‘Oğlu dîni yıkmış, çarşafın aleyhine konuşarak oğlu dîni yıkmış, kendisi Of’a gitmiş.’ (dedi.)
(O zaman) ‘Çağıralım gelsin Hasan Efendi.’ dediler. Ahmet Âbi diyor tabî. Efendi Hazretleri: ‘Çağırmayın gelmesin.’ dedi. ‘Hani nerede o, bu kadar iş olurken nerede?!’ dedi. ‘Mâdem yok çağırmayın, gelmesin.’ (dedi.)
Bu şekilde biraz daha da devâm etti yâni bu olay. Bir saat boyunca Efendi Hazretleri bağırdı. Kimse onu bağırmaktan men edemedi. Yâni bir şeyle teskîn edemedik. Efendim söyleyeceğini söyledi.
‘Efendim Hüsnü yanınıza gelsin.’ dediler. ‘Benimle işi onun yok. Şeytan o. Sakın benim yanıma getirmesinler onu.’ dedi. ‘Sakın buraya getirmesinler onu.’ dedi.
Bu şekilde bir saat sürdükten sonra Efendi Hazretlerimiz, Hüsnü Kılıç hakkında bu şekilde beyânat verdi. Benim şâhitliğim budur.”
Bunca anlatılana rağmen Ahmet Hoca yine kayınbiraderi Hüsnü Kılıç’ı terk edemedi, devamlı onu İsmâîlağa’da yanında bulundurdu, özellikle Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin vefâtını beklediler, ondan sonra Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin “Şeytan” diye nitelediği bir kişiyi en mahrem odasına kadar soktular.
Hüsnü Kılıç’ın İsmâîlağa’da Efendi Hazretlerimiz’in Odasındaki Fotoğrafları
Efendi Hazretleri Oğlu İçin “Bunlar Beni Sevmez.” Buyurdu
Ahmet Ustaosmanoğlu’nun hiçbir zaman babasının yanında bulunmadığı, dâimâ dayısı olan Ahmet Vanlıoğlu’nun yanında durduğu, onunla dolaştığı ve kayınbirâderi olan Mahmûd Efendi Hazretleri hakkında “Eniştem gerçekte şeyh değil ama bir şeyler tutturdu.” diyen, ayrıca Üsküdar müftüsünün katli hâdisesinde Efendi Hazretleri ile birlikte mahkemede ifâde verirken hâkimin Efendi Hazretleri’nin açtığı gayr-ı resmî kursları sorması üzerine “Bunlar menfaat için kuruldu, elimden gelse hepsini kapatırım.” diyerek Efendi Hazretleri’ni rejime şikâyet eden ve sonrasında Efendi Hazretleri’nin “Mahkemede olmasaydık ağzına bir yumruk vuracaktım.” diye gazabını açıkladığı bir kişinin ömür boyu çantacılığını yapan Ahmet Ustaosmanoğlu’nun aslında babasını sevmediği, bugün babasının râbıtasını Fikri Doğan’a çevirmesiyle ortaya çıkmış ve böylece Mahmûd Efendi Hazretleri’nin bir kerâmeti daha zuhûr etmiştir.
Efendi Hazretleri’nin merhum Resul Hoca’ya söylediği bu hikmetli sözü kendi torunu Resul Bölükbaş, dâmâdı Yâkup Hoca, Cübbeli Ahmet Hoca ve Mehmet Kaya gibi birçok şâhit Resul Hoca’nın ağzından birçok kere tekrâren dinlemiştir.
Merhum Resul Hoca’nın Mahmûd Efendi Hazretleri nezdindeki îtibârı, güvenirliği ve samîmiyeti ise şâhide muhtaç değildir.
Şimdi Bu Konuyu Şâhidi Olan Mehmet Kaya’dan Dinleyelim:
“es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.
Merhum Resul Bölükbaş Hoca Efendi ile uzun yıllar devâm eden bir âbi kardeş hukûkumuz olmuştu ve bu hukuk içerisinde kendisinden bâzı duyduğum, câmiamızla alâkalı bilgiler var.
Bunlardan bir tânesi de; bir seferinde Ramazan-ı Şerîf’te İstanbul’a gelmişti Resul Bölükbaş Hoca Efendi, kendisi böyle anlatıyordu: ‘Efendi Hazretlerimiz’i ziyârete gittim, Efendi Hazretlerimiz o zaman îtikafta bulunuyordu.’
Yâni demek ki buradan Ramazân-ı Şerif’in son 10 günü olduğunu anlıyorum.
‘İşte biz Efendi Hazretleri ile otururken Ahmet Ustaosmanoğlu Hoca Efendi geldi, direkt Efendi Hazretleri’ne selâm verip Efendi Hazretlerimiz ile konuşmaya başladı.’
Tabî Efendi Hazretlerimiz, Resul Bölükbaş Hoca Efendi yanında olduğu için onu işâret ederek ‘Resul Hoca’ya ‘Hoş geldin.’ dedin mi?’ dedi, ondan sonra o da tabî döndü. Ahmet Hoca, Resul Hocamız’a ‘Hoş geldiniz.’ dedi, Efendi Hazretleri: ‘Yetmez, elini de öpeceksin.’ dedi. Ondan sonra o da: ‘Tamam.’ dedi.
Resul Hoca’nın eline uzanınca elini çekti ‘Estağfirullâh’ dedi, Efendi Hazretlerimiz de: ‘Yok, öpecek elini.’ dedi Ondan sonra tabî (Resul Hoca:) ‘Efendi Hazretleri emredince elimi verdim.’ dedi. O da öptü, sonra tabî konuşacaklarını konuşup gittikten sonra Efendi Hazretleri, Resul Hocamız’a dönerek aynen şöyle dedi: ‘Aynı dayılarına çekti, dayılarına benzedi. Eğer bir tarafı tutması gerekirse dayılarını tutar, beni tutmaz!’
Benim aklımda kalan, hatırımda kalan şekli ile bu şekildeydi (orada yaşananlar). Allâh bütün geçmişlerimize başta Efendi Hazretlerimiz’e ve Resul Bölükbaş Hocamız’a rahmetler eylesin.”
Efendi Hazretlerimiz’in, Dâmâdının Hatırı İçin Tarîkatı Bozan Oğlu Hakkında Söylediği Ağır Sözler
Cübbeli Ahmet Hoca’nın Bu Konudaki Konuşması:
“Şu anda fiili şeyh Ahmet Ustaosmanoğlu’dur. Ahmet Ustaosmanoğlu, Efendi Hazretleri’nin oğluydu ama ondan râzı değildi. ‘Benim öyle mahdûmum yok.’ dedi. ‘O dayısının oğludur.’ dedi Ahmet Vanlı’yı kastederek ‘(Bu Ahmet Ustaosmanoğlu) benim oğlum değildir.’ dedi.
Bunun Resul Hoca’sı, küçük Resul Hoca’sı, Yâkup Hoca’sı, dünyâ kadar benim şâhidim var. Ben Efendi’den şu kulaklarımla duydum, duymadımsa kulaklarım sağır olsun.
Efendi Hazretleri kaç kere ‘Bu dayısını tutar, beni tutmaz.’ dedi. Bir kere ne dedi biliyor musun? ‘Dayısı ile ben boğulacak olsak ‘İmdât’ (diye) bağırsak dayısını kurtarır, beni kurtarmaz.’ dedi.
Bu kadar tâbirler, vallâhi billâhi (söyledi bunları). Vallâhi Efendi Hazretlerimiz’den çıkan kelimelerin aynısıdır.
Mürâdif mânâda eşdeğer konuşmadım, kelimeler aynıdır. Daha beterini de söyleyeyim; Ahmet Ustaosmanoğlu orada îtikāfa gelmişti, Resul Hoca da oradaydı, (Efendi Hazretleri) dedi ki: ‘Öptün mü elini Resul Hoca’nın?’ dedi, ‘Öpmedim.’ deyince ‘Öp.’ dedi.
Resul Hoca (elini) çekti felan, ‘Öpeceksin.’ dedi, Ahmet Hoca da: ‘Emir verdi babam, yâ bırak öpeceğim.’ dedi. Vesâire, vesâire.
Çıktı dedi ki îtikafta, yâni işte ‘Dayısını kurtarır, beni kurtarmaz.’ dedikten sonra Resul Hoca ile biraz nâne idiler, benim hocam diye 40 senedir nâne idiler zâten. Ahmet Hoca diyordu ki: ‘Ben bu senin hocanı da hiç sevmem.’
Adam öldü gitti hâlâ (böyledir). Çünkü neden? (Efendi Hazretleri’ne) ‘Halîfen var mı?’ sorusunu sormak kime nasîb oldu, Resul Hoca’ya! Bu 40 sene evvel (de böyle sevmezdi onu), adam genetiklerinde yâni 40 sene evvel demek ki ‘Bu adamdan (Resul Hoca’dan) bir zarar göreceğim.’ diye sevmemeye başlamış, 40 sene sonra zararı görmüş.
Zâten beni Resul Hoca yetiştirdi, en büyük zararı benden gördüler, adama şimdi rahmet okurlar mı?! En büyük zararı benden gördü, en sonunda Efendi Hazretleri’nin sözünü söylüyorum. (Efendi Hazretleri) Resul Hoca’yı severdi, hiç öyle bir sevgi daha yok!
(Efendi Hazretleri ona) ‘Resul Hoca Efendi, Resul Efendi.’ derdi ‘İlim dağı.’ derdi. ‘Bunlar beni sevmezler ki seni sevsinler.’ (derdi.) Vallâhi billâhi tallâhi (böyle dedi). Şimdi bu adam fiilî şeyhtir, tarîkatı bu yönetiyor.”
Heyet Adına Ahmet Ustaosmanoğlu’nun Dışarıda Sarık Sarmakla İlgili Sorusu Üzerine Efendi Hazretlerimiz’in Onları Terk Ettiğini İfâde Eden Sözü
Ahmet Ustaosmanoğlu: “Şimdi baba sizi fazla yormayalım da. Dün ben size söylemiştim ‘Bu sarık meselesiyle ilgili istişâre yapacağız heyette.’ (diye. Nitekim) istişâre yaptık. Hükûmetin adamlarıyla da, bâzı kişilerle de istişâreler yaptık. Bu zamanda şimdi yeni bir fitne ortaya çıktı. Hükûmet bunu yakaladı Allâh’ın izniyle, Mevlâ yardım etti.”
Efendi Hazretleri: “Kimdir o (hükûmetin yakaladıkları)?”
Ahmet Ustaosmanoğlu: “Bu Ergenekon denilen hâinler Müslümanları bitirmek için planlar hazırlamışlardı. Bunları yakaladılar. Şimdi bunlar bir boğuşma içindeler. Hükûmet(le) bir boğuşma içindeler. Şimdi bu cemâatleri, İslâmî cemâatleri ayaklandırmak istediler bu şeyleri. Gazetelerde bugün, radyo(da), haberlerde hepsinde var. Çıktı bugün yâni o şey.
Bize de sarık düştü. Yâni bize de sarık giydirerek sokağa hükûmete karşı çıkmış gibi yâni lâikliği ortadan kaldırmayı hedefleyen, şerîatı isteyen böyle bir havaya sokacaklar bizi. İstişâre ettik, hükûmetin adamları da: ‘Biraz daha müsâade edin, biz size Allâh’ın izniyle bu şeyin önünü açacağız.’ dediler. Böyle söz verdiler. Şimdi biz de karar aldık: ‘Bir müddet daha yine câmilerde takalım.’ (diye.) Ondan sonra yine inşâallâh onların şeyi de yardımı da yine şey yapalım diye düşündük. Siz ne buyurursunuz?”
Efendi Hazretleri: “Ben ihtiyarlamışım, siz ne yaparsanız da yapın.”
Ahmet Ustaosmanoğlu: “Yok, siz yine başımızdasınız! Siz başımızda olmadan hiçbir şey yapamayız.”
Şimdi bu videoda izlediğiniz üzere Ahmet Hoca, Efendi Hazretlerimiz’e kendi görüşünü soracağı yerde: “Biz aramızda istişâre yaptık ve karar aldık.” diyerek aynı zamanda şeyhi olduğunu iddiâ ettiği babasına karşı ne büyük bir terbiyesizlik yapmış, orada hazır bulunan İsmâîlağa heyeti de bu edepsizliğe ortak olmuş ve nihâyetinde Efendi Hazretlerimiz onlara:
“Ben ihtiyarlamışım, siz ne yaparsanız da yapın.” buyurarak gereken cevâbı vermiştir ki bu sözden Efendi Hazretlerimiz’in onlardan râzı olmadığı, onları kendi hâline bıraktığı ve onlardan ilişkisini kestiği açıkça anlaşılmaktadır.
Heyetin Sarık Konusunda ve “Rûhu’l-Furkān Tefsîri”ni İsmâîlağa’dan Çıkarma Husûsunda Efendi Hazretleri’ne Muhâlefetleri Hakkında Mârifet Dergisi’nde Yayınlanan Yazı
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Şâm-ı Şerîf dönüşü canı gibi sevdiği sarığı (dışarda takmayı) ihvânına serbest ettiğinde İsmâîlağa heyeti karşı çıktı.
Efendi Hazretleri’ne gelip “Biz karar aldık…” diyerek onun verdiği hükmü iptâl etmeye çalıştıklarında bu harekete çok üzülen sultandan aldıkları cevap, “Reşahât” veyâ “Nefahât” gibi bir kitapta kıssa olarak okunmuş olsa “Bir mürşide bu yapılmaz.” dedirtecek cinstendi.
Bâzı hâinler tarafından saldırılara mâruz kaldığında Cübbeli Ahmet Hoca’yı ve “Rûhu’l-Furkān Tefsîri”ni İsmâîlağa’dan çıkardılar. (Efendi Hazretleri’nin onu ne kadar desteklediğini bildikleri hâlde bunu yaptılar.)
Bâzı haddini bilmez gazeteciler tarafından sultânın hânesi tâciz edildiğinde bâzı kimseler, Efendi Hazretleri’ni İsmâîlağa’ya dönmesi için zorlamaya kalktılar. Efendi Hazretleri’nin: “Allâh var, korku yok.” buyurmasıyla bu sıkıntı ortadan kalkmış oldu.
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû)nun şahsına âit kitaplarını alelâde kolileyip en olmayacak uygunsuz yere atma saygısızlığını gösterenler sultandan özür dilemek şöyle dursun, hiçbir üzüntü emâresi bile göstermediler.
(Mârifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
İsmâîlağa Heyetinin Mâlî İşlerini Yöneten ve Kardeşi Fetö Firârisi Olan Seyfettin İnanç’ın Efendi Hazretlerimiz’e Muhâlefeti
Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in: “Râbıta bana devâm edecek.” sözünü Cübbeli Hoca’dan birçok kere dinlediğini îtirâf eden Seyfettin İnanç o zaman buna hiçbir îtirâz etmediği hâlde, merhum Hasan Efendi Hocamız’ı da kendisine râbıta yapılmasına iknâ edemedikleri için onun vefâtını beklemiş ve ölür ölmez definden önce hemen râbıtayı Fikri’ye çevirirken yaptığı konuşmada yeni ders alacakların Efendi Hazretleri’ne râbıta yapamayacaklarını açıklayarak, eskilerin de kalplerinin dönmesini temennî ederek Efendi Hazretlerimiz’in tarîkatına hiçbir kâfir ve münâfığın yapamayacağı büyük bir hâinlik yapmıştır.
Allâh-u Te‘âlâ kendisine hak ettiği muâmeleyi revâ görsün. (Âmîn!)
Şimdi Seyfettin’in önceki ve sonraki konuşmalarını okuyalım ve dinleyelim.
Seyfettin’in Cübbeli Hoca’dan Râbıta Konusunu Duyduğunu İfâdesi
Seyfettin İnanç’ın Bu Konu Hakkındaki Konuşması:
“Ahmet Hocam kendisine dedi ki: ‘Sen babamın ‘Râbıta bana yapılacak.’ dediğini iddiâ ediyorsun, bunu nereden çıkardın?’
Öyle deyince Cübbeli Hocam da bunu anlatmaya başladı, Efendi Hazretleri ile yaşadığı işte ‘Efendi Hazretleri’ne ben sordum.’ diye, bunu anlatmaya başladı, onu anlatınca ben dedim ki: ‘Hocam özür diliyorum, müsâade ederseniz (bir şey diyeyim), siz bu meseleyi tefsirde daha önce – (mâlumunuz) biz berâberdik hocamla çok seneler- tefsirdeyken bu olayı anlatmıştınız bana, iki-üç kere ben sizden dinledim.
Efendi Hazretlerimiz’e siz: ‘(Ben Efendi Hazretleri’ne) ‘Sizden sonra râbıtayı size yapsak, ne buyurursunuz?’ diye sordum, Efendi Hazretlerimiz sükût etti, hiç ses çıkarmadı. Ben kalktım, tam kapıya doğru çıkarken döndü ve ‘İyi düşündün o işi, iyi düşündün o işi.’ dedi.’ (demiştiniz.) Böyle de anlatmıştınız bize.”
Seyfettin’in Râbıtanın Efendi Hazretleri’ne Devâm Ettiği ve Bunu Kimsenin Değiştiremeyeceğine Dâir Beyânı
Seyfettin İnanç’ın Bu Konu Hakkındaki Konuşması:
“Mâlum Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) vefâtıyla heyetimiz Hasan Efendi Hazretlerimiz’in huzûruna gitti. Dediler: ‘Efendim ihvân ‘Râbıta kime yapılacak?’ diye soruyor.’
Hasan Efendi Hazretleri buyurdular ki: ‘Eskisi gibi, değişiklik yok.’ Yâni ‘Râbıta (husûsunda) yeni bir şey yok, yeni bir şey yok, râbıta Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e yapılacak.’
Ve o gün biliyorsunuz heyetimiz bir yazı yazdı ve resmî sayfamıza da koyduk.
Dedik ki: ‘Hasan Efendi Hazretlerimiz’in emri üzere râbıta Efendi Hazretlerimiz’e devâm edecek.’ Bunda kesinlikle hiçbir değişiklik bugüne kadar yapılmış değildir. İkinci bir açıklama söz konusu değildir. Türkiye genelinde ders değiştiren hiçbir vekîlimiz ders değiştirirken ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılacak.’ dememiştir, demez de, diyemez (de). Çünkü (hüküm) budur.’”
Seyfettin’in, Ahmet Hoca’nın Muvâfakatıyla Râbıtayı Fikri’ye Çevirdiğinin Beyânı
Seyfettin İnanç Şöyle Konuşuyor:
“Ahmet Hocam: ‘(Râbıta meselesi) biraz daha açık olsun.’ diyor.
(Onun için daha açık îzâh edelim) yeni ders alacak olan ihvanlarda râbıtanın Fikri Efendi Hazretlerimiz’e yapılacağı, eski ihvanlarda ise asıl yine budur.
Yâni hayatta olan şeyhe ama ‘Ben işte Efendi Hazretlerimiz’e gönlüm devâm ediyor.’ (diyen varsa) edebilir. Onu muhayyer bırakacaksınız. Yâni ama asıl olan budur. O zamanla döner inşâallâh.”
Seyfettin İnanç Hakkında Mârifet Dergisi’nde Yayınlanan Yazı
Bizler İsmâîlağa Vakfı’nın başkanı ve ileri gelenlerine “Efendi Hazretleri’ni câmideki on metrekarelik odaya mı çağırıyorsunuz?! ‘Rûhu’l-Furkān’ı ve Cübbeli Ahmet Hoca’yı çıkardığınızdan beri vakıf katında bir hizmet olmuyor.
Mâdem öyle burayı, Efendi Hazretleri’ne bırakın. Efendi Hazretleri’nin odasını büyütelim. En mükemmel havalandırma sistemlerinden kuralım. Sultânımızın misâfirleri için güzel odalar yapalım.
İhvânın, Efendi Hazretleri’ni rahatsız etmeden görebilmeleri için özel cam yaptıralım. Bizim yapmamızı istemiyorsanız siz yapın.” dediğimizde vakfın en faal âzâlarından Seyfeddin İnanç Bey Efendi tasavvuf târihine ibretlik için kayıt düşülecek olan şu sözü söylediler: “Kaç kere gelecek ki?!”
Sâdece rumuz ve işâret yoluyla zikretmeye çalıştığımız bunca yaşanan hâdiseden sonra en baştaki soruya dönelim: “Efendi Hazretleri İsmâîlağa’ya neden gelmiyor?”
Kırılmış olamaz mı? Hep biz mi suçluyuz? Mâdemki sağlam mürîd mürşidini ayağına getirir, bunca insan, her yere giden Efendi Hazretleri’ni niçin İsmâîlağa’ya getiremedi?! Burada herkesin başını önüne eğip düşünmesi ve “Acabâ ben nerede yanlış yaptım?” diye kendisini hesâba çekmesi gerekmez mi?! Hep suçu başkalarında mı arayacağız?!
(Mârifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
İsmâîlağa Heyetindeki Recep Eryiğit’in Efendi Hazretleri’ne Muhâlefeti
Şu günlerde İsmâîlağa’da bâtıl ehli tarafından çok îtibâr gören ve Fikri’den sonra şeyh adaylarından olan Recep Eryiğit evvelce Efendi Hazretlerimiz’e çok bağlı gibi görünürken Efendi Hazretlerimiz’in vefâtından sonra onun ne mal olduğu ortaya çıkmış ve “Efendi Hazretleri nasıl böyle iş yaptı?!” diyerek şeyhine îtirâzı sâbit olmuştur. Bu nedenle kendisine talebe verilmemeli ve sohbetine gidilmemelidir.
Cübbeli Hoca Bu Konudaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:
“(Tarîkat kāidelerine göre:)
«مَنْ قَالَ لِشَيْخِهِ «لِمَ؟»، لَا يُفْلِحُ أَبَدًا.»
‘Kim şeyhine îtirâz edip ‘Niye böyle yapıyor yâ?!’ dese, ebedî felâh bulmaz.’
İmâm-ı Şa‘rânî söylüyor (bunu). (eş-Şa‘rânî, el-Envâru’l-kudsiyye fî beyâni kavâidi’s-sûfiyye, 1/175; ez-Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ, 16/237; İbnü ‘Âbidîn, Sellü’l-husâmi’l-Hindî li-nüsrati’ş-Şeyh Hâlid en-Nakşibendî, sh:53-54)
Tasavvufun kāidesi bu. Peki sen Mahmûd Efendi Hazretleri’ni şeyh olarak kabûl ettin mi? Ettin. Tarîkat dersi aldın mı? Aldın. İstihârelerin çıktı mı? Çıktı. Mürşid olarak bîat ettin mi? Ettin! (Allâh-u Te‘âlâ ne buyuruyor:)
﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُنَ اللّٰهَ ۜ﴾
‘Seninle bîatleşenler ancak Allâh ile bîatleşmiş oluyor.’
(el-Feth Sûresi:10) âyeti sana ders verirken okundu mu?! Herkese okunuyor, tarîkat dersi alana, kimden alıyorsan ilk bu âyet okunuyor ilk derste, Allâh ile sözleşmedir bu.
‘Şu kadar zikir yapacağım.’ diye Allâh’a söz veriyorsun. Eee ‘Kimi vesîle edeceğim Allâh’a?’ (diye düşünüp) ‘Şu zâtı’ (diye karar veriyorsun). Efendi’ye bağlananların hepsi böyle bağlanmadı mı?! Peki, bağlandı.
Ondan sonra Efendi Hazretleri: ‘Benden sonra (şeyh olmaya) kābiliyetli adam kalmadı! Hazret-i Mehdî’ye benden ulaşacak! Vekillerle bu yol yürüyecek! Râbıtamı terk etmeyin!’ deme hakkına sâhip midir, değil midir?! Şimdi bunlar ne diyor: ‘Sâhip değildir.’ diyor. (Efendi Hazretlerimiz’in bu hususta) sesi var mı? ‘Yok, yok.’ diye sesi var Efendi Hazretleri’nin: ‘Benden sonra yok.’ diyor, açık You Tube’da, her yerde bunu (bulabilirsiniz).
Efendi Hazretleri’nden duyduğu hâlde kim derse ki: ‘Niye böyle yaptı?’ (artık o kimse) felâh bulur mu? Ebedî felâh bulmaz.
Ey gidi Recep Hoca! Allâh ıslâh etsin, hidâyet etsin. Koca Recep Hoca yâ, ne dedi bana telefonda? ‘Yâ Efendi Hazretleri hem Hasan Efendi’yi bıraktı, hem de râbıtaya izin vermedi. Nasıl iş yaptı bu Efendi yâ?!’ (dedi.)
Bunu bana söyledi, kulağımla (işittim) şeyhine ‘Lime (niçin)?!’ diyen ebedî felâh bulmaz. Mahmûd Efendi Hazretleri yanlış yapmadı.
Onun için ‘Kısa kafalı, aklı kıt biri, mürşid-i kâmilleri, Nakşibendî silsilesinde olan zatlardan birini tenkit ederse.’ diyor İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, (yâni) ‘Yanlış yaptı, niye yaptı, şöyle yaptı, böyle yaptı.’ (derse) ‘Onların konuştuğu o çirkin sözlerden ben -bizzât Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî Hazretleri- onların sahasını temizlerim.’ diyor. ‘Onları yaklaştırmam onların yanına.’ diyor.
(İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bunu şöyle ifâde ediyor:
إِنْ عَابَهُمْ قَاصِرٌ طَعْنًا بِهِمْ سَفَهًا
بَرَّأْتُ سَاحَتَهُمْ مِنْ أَفْحَشِ الْكَلِمِ
“Kāsır biri onları tenkîde kalkarsa beyinsizliğinden,
Alanlarını temizlerim, en çirkin kelimelerinden.”
(el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, cild:1, mektûb rakamı:278)
İSMÂÎLAĞA HEYETİNDE BULUNAN ABDULLÂH KILIÇ’IN MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİMİZ’E HAKĀRETLERİ VE HIYÂNETLERİ
Şu bilinsin ki Abdullâh Kılıç denen şahış Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e yaptığı hakāretlerle meşhur olmuş ve babası Hasan Efendi’yi ona da iftirâ ederek Efendi Hazretlerimiz’in sağlında şeyh yapmak için büyük çaba göstermiş bir bedbahttır. Hüseyin Avni Hoca Efendi bir mecliste yaptığı bir konuşmadan dolayı onun üzerine yürüyerek ona reddiye yapmıştır.
Hüseyin Avni Hoca Efendi’nin Bu Husustaki Şâhitliği:
“Nitekim oğlu Abdullâh Kılıç; ondan çok daha Efendi Hazretlerimiz’in, (yâni) Hasan Efendi’den çok daha sıhhatli olduğu bir zamanda Efendi Hazretlerimiz’in hastalığı yüzünden şeyhlik yapamayacağını ve tarîkata dâir söylediği sözlerinin; (meselâ) ‘Bu hâldeyken (Efendi Hazretleri hastayken) bundan böyle (sözlerinin) geçerli olamayacağını Molla Murat Tekkesi’nde bize söylemiş(ti) ve bu yüzden onunla münâkaşa etmiştik.
Şimdi Hasan Efendi’nin bir şeyh olarak tâyin edildiğini iddiâ eden hocaya mürîd olan birtakım hocalar da onun bu sözünün şâhidiydi, bu ona da yâni Abdullâh Kılıç’a da, bu söze şâhit olan oradaki (diğer) hocalara da sorulabilir. Bildiğim kadarıyla onlardan ölen yok Hepsi sağ, koca adamlar, her şeye rağmen bunu da yalanlamazlar herhâlde!”
Abdullâh Kılıç’ın Nüzûl-i Mesîh’i İnkâr Ederek Küfrünü İzhâr Eden ve Efendi Hazretlerimiz’e “Sapık” Diyen Mustafa Karataş’la Dostluğu ve Onu Efendi Hazretleri’nin Odasına Soktuğu
Şu bilinsin ki; Mustafa Karataş, Îsâ (Aleyhisselâm) şu anda hayatta olduğu, kıyâmete yakın Deccal’ı katletmek için gökten ineceği husûsundaki mütevâtir hadîs-i şerîfleri ve Ehl-i Sünnet’in îtikād metinlerinde geçen bu akîdeyi inkâr ettiği için bi’l-icmâ kâfir olmuştur.
Nitekim İmâm-ı Âlûsî (Rahimehullâh)ın beyânına göre: “Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlünü (ineceğini) inkâr edenler, îmân edilmesi zarûrî olan bir konuyu reddettiklerinden dolayı kâfir sayılmışlardır. Zîrâ bu konudaki rivâyetler mânen mütevâtir derecesine ulaştığı için bu hüküm ulemânın icmâ‘ı ile sâbittir.”
(el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 21/342; Ayrıca bkz.: Mahmûd Ustaosmanoğlu, Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Me’âli Âlîsi, sh:422)
Mustafa Karataş’ın Kâfir Olmasına Sebep Olan Konuşması
“Müslümanlar da diyorlar ki bir kısmı ‘Îsâ (Aleyhisselâm) gelecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, (yok) efendim Hristiyanları vesâireyi, dinde olmayanları dîne sokacak, (sonra) Mehdî’ye yardım edecek ve Allâh onun altın çağı ile Müslümanlara yardım edecek.’ (diye inanıyorlar.)
Bu Kur’ân’a aykırı(dır bir kere). Zerdüşt de müjdelemiştir ‘Biri gelecektir neslinden, dünyâyı kurtaracaktır.’ (diye.)
Pers kültüründe vardır bu ve Mehdîliğe geçmiştir Bu kültür (yâni) Mehdîlik, (işte) onun sonucu (olarak) bir beklenti hâline gelmiştir.
Îsâ beklentisi (de) Hristiyanlardan çıkmıştır (ve) Müslümanlar arasına da yayılmıştır. (Ama aslında) gelmeyecektir.”
Mustafa Karataş Kâfirlerin Sevap Alacağını Söyleyerek Kâfir Olmuştur
Allâh-u Te‘âlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de:
﴿ وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُورًا ﴾
“(Ama) Biz o (kâfir ola)nların (misâfir ağırlamak ve sıla-i rahim gibi) yapmış oldukları o (iyi ve kendilerince) büyük (sanılan) amel(i iptâl etmey)e yöneldik de, nihâyet onu (etrâfa) tamâmen saçılmış değersiz bir toz (gibi kendisinden fayda görülemeyen değersiz bir şey) hâline getirdik.” (el-Furkān Sûresi:23) buyurmuşken Mustafa Karataş, Hırıstiyan olduğu hâlde oruç tuttuğunu söyleyen bir kadını İslâm’a dâvet edeceğine ona sevap vaad ederek Kur’ân-ı Kerîm’in sarîh beyânını tekzip ettiği için kâfir olmuştur.
Mustafa Karataş’ın Kâfir Olmasına Sebep Olan Bu Husustaki Konuşması
İzleyici: “İyi akşamlar hocam, benim bir sorum var size. Ben Hristiyanım ama oruç tutuyorum. Acabâ günah mı, yasak mı?”
Mustafa Karataş: “Ne zamandan beri oruç tutuyorsunuz?”
İzleyici: “İki yıldır tutuyorum.”
Mustafa Karataş: “İki yıl yâni çok büyük bir saygı, çok büyük bir sevgi bu. Bir defâ saygı açısından sevap elde ediyorsunuz yâni öyle anladım ben.”
Mustafa Karataş’ın Mahmûd Efendi Hazretleri Hakkındaki Hakāretvârî Beyanları
Mustafa Karataş’ın Bu Konudaki Konuşması:
“Şimdi (bakıyorsunuz) ‘Genç kayınvâlide (için) el öptürmeyin.’ diyor. Ya da ‘Genç kayınvâlidenizin elini öpmeyin.’ diyor. Yâni daha doğrusu öyle diyor değil mi?! Bu çirkin sapıklıktır.
‘Kız babasının elini öpemez.’ diyor. Ceketini öptürüyor babaları, kızlarına. Ceketini öptürüyor.
Bunlar İslâm’ı yaşadıklarını zanneden sapıklardır. Bunlar tamâmen sapık düşüncelerdir.
İslâm’da aslâ böyle bir şey yok. Kur’ân’ın üstüne çıkamazsın, sen ne oluyorsun?! Kraldan fazla kral(cılık yapıyor).
Allâh müsâade etmiş, sen nasıl yasaklıyorsun Cenâb-ı Hakk müsâade etmişken?!
Sen yasaklarken Allâh’a ne diyeceksin?! ‘Daha takvâ olacağım.’ öyle mi (diyeceksin)?!
Sen de İslâm’dan çıkıyorsun, dinden çıkıyorsun, dîni ters yüz ediyorsun, cehâletine bağışlıyoruz. Ya da taassup bunlarınki, cehâlet de değil, bile bile yapıyor.
Neden? Kendi cemâati öyle yapıyor diyor. Kendi hocası öyle diyor diye. Bunlar taassup.
Kur’ân’ın dediğine bakmıyor. Hocasının dediğine bakıyor. Onu dinleyenler de Kur’ân’ın dediğine bakmıyor.
Okuyor Kur’ân’ı ama ‘Hocam böyle dedi.’ diyor. Çünkü (hocası) diyor ki: ‘Kur’ân’ı sen anlamazsın, bana sor.’
Önce oradan kestiriyor zâten. Bu sapıklıktır. Rasûlüllâh Efendimiz (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm) kızını alnından öpmüştür, yatağına girmiştir.
Sen şimdi kızına elini öptürmüyorsun sapık herif. Kayınvâlideye el öptürmüyorsun. Kayınpederin yanına gelinleri sokmuyorlar. Evliliklerin hepsi(nde böyleler), evlilikler çatlıyor bu yüzden.
Neden? Diyor ki hanımına ‘Kayınpederinin yanına çıkmayacaksın. Babamın yanına çıkmayacaksın.’
Dahasını da söyleyeyim. Bunlar içinde öylelerini gördüm ki ben -ben bunlar gitmeden ben oraları biliyorum- ben oralarda yaşadım. Biliyorum onların mantığını. Yâni onların hocasının hocasını da biliyorum. Kardeş, iki kardeş, düşünün iki kardeş evlenmişler, birbirinin hanımını 20 senedir görmemişler. Göstermiyorlar birbirine hanımını, günah diye.
Hadi göstermedin günah diye, bu bir sapıklık. Bunu da cemâate anlatıyorlar överek. Bu kadar güzel Müslüman bunlar birbirinin hanımını bilmiyor iki kardeş diye, bize anlatıyorlardı (bunları).
Bunların ne Kur’ân’da ne sünnette aslâ yeri yok, hani bu Amerika’da da birtakım sapık târîkatlar vesâire var ya, aynen onların yolunda giden, kendilerine göre ürettikleri bir dînin peşine giden tarîkatlarda var maalesef.
Bunların dîni îmânı çoğunun bu kafada olanların yâni böyle bunların (îtikatları maalesef şöyledir) ‘Sakalın varsa, şalvarın cübben varsa, çarşafın varsa sen Allâh’a en yakınsın.
Onun dışındakilerin zâten işi gücü bitmiştir onlar(ın). Kayınvâlideye görünme, kayınpedere de görünme.’
Dağa çık o zaman. Şimdi ben de bu çevrelerde bulundum. Benim çocuklarıma bile sirâyet etmişti. ‘Anne erkekler geliyor kaç kaç.’ (diyorlardı bir aralar.)
(Bana da) ‘Baba kadınlar geliyor kaç kaç.’ (diyorlardı.) Nereye kaçayım kızım?! Niye kaçayım?! Kaçmak yok. Dînimizde kaçmak yok.
Bu çevreleri biliyorum. Zannediyorlar ki bunlar (sâdece kendileri) hoca, (biz ise) bunları(n o hâllerini) bilmiyor(uz). Ben seni, daha oralara gelmeden, ben senin cemâatinin içini-dışını biliyorum kardeş.
Hocanın ne dediğini biliyorum. Ben hocanın sohbetlerine üç sene devâm ettim. Ondan sonra kızınca da diyorlar siz bize hakāret ediyorsunuz. Sen milleti sapıklığa dâvet ediyorsun (ama)!”
Cübbeli Ahmet Hoca’nın, Mustafa Karataş’ın Bu Konuşmasına Reddiyesi
“Efendi Hazretleri gibi bir adam nerede?! (Nerede onun gibi) haramdan sakınan, şüpheden sakınan yâni?! Kadınlar oturuyor sohbetten evvel bekliyorlar onu, ne giyiyordu orada? Terlik giyiyordu. Neden? Kadınların oturup kalktığı yerden bir sıcaklık kalmış oluyor tabî illâ ki, insan erkek de olsa sıcaklığı kalıyor zâten, kadınla alâkalı bir şey değil ama terlik giyerek temiz terlik tabî ki, içeri terliği giyiyor.
Ee şimdi Mustafa neydi o? (He) Karataş, ne diyor? ‘Bunlar sapık.’ diyor. Efendi’yi kastediyor.
Sonra da Hasan Efendi’yi ziyârete gelerek zevâhiri kurtarmaya uğraşıyor. Öyle yok! Cübbeli sağken, yemezler yedirmezler. Yutmazlar, yutturmazlar. Ben bu millete doğruları söylüyorum. Efendi Baba’ya ‘Sapık’ diyorsun, Efendi’ye ‘Sapık’ diyorsun, videolar ortada, Zâhide’nin programında bir açılmış mâşâallâh! Sonra İsmâîlağa’ya işi düzeltmeye geliyorsun. Hasan Efendi ne tanısın onu yâni. Tanımıyor ki Hasan Efendi, ne yapacak?! Bizim meşâyihımıza ‘Sapık’ dedin sen!”
İşte Abdullâh Kılıç bunca âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri inkâr eden ve Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e ‘Sapık’ diyen bu adamı İsmâîlağa’da tefsir odasında misâfir etmiş, onun vefâtından sonra da özel odasına sokarak şeyh îlân ettiği babasının ziyâretine getirmiştir. Tabî ki Hasan Efendi olan biteni anlayacak sıhhate mâlik olmadığından, bu gibi nice felâketlere ister-istemez mâruz kalmıştır.
Mustafa Karataş’ın İsmâîlağa’da Ağırlandığı Fotoğraflar
İsmâîlağa’daki Eski Tefsîr Odası
Abdullâh Kılıç Birçok Bidat Ehlinin Bulunduğu Umad Üyesidir
Şu bilinsin ki; marka isimlerin bulunduğu her yere girmeye çalışarak kendisini meşhur etmeye uğraşan Abdullâh Kılıç, aynı zamanda Umad üyesidir. Bu derneğin yüksek istişâre kurulunda(ki) fikir babaları; sahâbeyi sevmeyen ve kabir azâbını inkar eden Hayrettin Karaman ve hadîsleri inkâr ile tanınan mezhepsiz Mehmet Görmez’dir.
Bu derneğin yönetim kurulu başkan yardımcısı ise geride dinsizlikleri anlatılan Mustafa Karataş’tır. Daha buraya üye birçok îtikādı bozuk insan mevcuttur ki Fetö’ye “Müctehid” diyen Faruk Beşer, mûcizeleri inkâr eden Îrancı Mehmet Emin Yıldırım, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in “Şeytan” dediği Hüsnü Kılıç gibi nice bidat ehli bunlardan bâzılarıdır.
İşte Abdullâh Kılıç bu dernekte söz sâhibi olarak muhâsiplik görevindedir. Şu anda râbıtayı bozan tarafta olan Mehmet Talu ve Ali Ulvi Uzunlar’ın da bu dernekte üye olmaları mânidardır. Zâten bidat ehli ile oturup kalkanlardan Efendi Hazretleri’nin yolunu korumaları beklenemezdi.”
Umad Toplantılarında Abdullâh Kılıç’ın Bidat Ehliyle Resimleri
Umad Toplantılarında Abdullâh Kılıç’ın Bidat Ehliyle Resimleri
Abdullâh Kılıç’ın Yavuz Selim Câmii Kürsüsünden Babası Hasan Efendi’ye İftirâsı
Seyfettin İnanç ve Sâlih Topçu başta olmak üzere heyetten ve vekillerden birçoğunun şâhitliği üzere ayrıca İsmâîlağa’nın kendi resmî sitesindeki açıklamalarında okunduğu gibi Hasan Efendi kendisine râbıtanın kime yapılacağını soran heyete “Değişen bir şey yok, eskisi gibi devâm edecek.” diye cevap verdiği hâlde babasının sağlığında bu kararı bozduramayan Abdullâh Kılıç, babasının vefâtının hemen peşine imamı olduğu Yavuz Selim Câmii kürsüsüne çıkarak hiç utanmadan babasının kendisine râbıta yaptırdığını iddiâ edecek kadar alçalmıştır.
İsmailağa’nın Resmi Sitesinde Râbıtanın Efendi Hazretleri’ne devam ettiği hakkındaki açıklaması: httpss://www.ismailaga.org.tr/ihvan-ve-muhibbanimiza-duyuru
İsmailağa’nın Resmi Sitesinde Râbıtanın Efendi Hazretleri’ne devam ettiği hakkındaki açıklaması: httpss://www.ismailaga.org.tr/kiymetli-ihvanimiza-ilanimizdir
Abdullâh Kılıç’ın Babasına İftirâ Ettiği Konuşması
“Netîce ‘Hasan Efendi Hazretleri kendine râbıta yaptırmadı.’ diyorlar. Külliyen yalan, külliyen yalan. İlk (olarak) heyetimiz İsmâîlağa, babama geldiler sordular, ilk Efendi Hazretlerimiz vefât etti, kabre kondu geldi.
Hocalarımız (vardı), ben oradaydım, ben sordum soruyu: ‘Râbıta ne şekilde devâm edecek?’
(Babam da:) ‘Eskisi gibi.’ dedi. Eskisi gibi, eskisi yâni Efendi Baba’dan Efendi Hazretlerimiz’e nasıl olduysa, bundan sonra da öyle olacak. ‘Eskisi gibi.’ demek budur. Başka nasıl anlaşılıyor ben bilmiyorum.”
Mahmud Efendi Hazretlerimiz’in Emriyle Tertîb Edilen Ödül Merâsimini İptal İçin Abdullâh Kılıç ve Ahmet Ustaosmanoğlu’nun Yeni Şafak’a Başvurarak Cübbeli Hoca’yı Provokasyoncu Îlân Ettirip, Efendi Hazretlerimiz’in Kandırılarak Otele Getirildiğini Yazdırmaları ve Bunun Üzerine Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in Cübbeli Hoca’ya Sâhip Çıkıp Yeni Şafak’ın Yalancılığını Açıklaması
2010 senesinde dünyâ İslâm âlimlerinin toplanıp İslâmiyet’e yaptığı üstün hizmetlerden dolayı Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e bir tekrîm (ödüllendirme) yapmak istediklerini Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e söylenince bunu kabûl etti ve Cübbeli Hoca’yı bu işi tertiplemesiyle ilgili görevlendirdi.
Bundan çok rahatsız olan Fetöcüler o zaman emniyette yoğunlukta oldukları için evvelce vâlîliğin izniyle tutulan Sinan Erdem salonunun hınca hınç dolacağını ve Türkiye’nin her yerinden otobüsler tutularak yüz binlerce insanın da etrafta toplanacağını istihbârât edince bunu iptal için kumpaslar kurdular.
O zaman emniyet müdür yardımcısı Cübbeli Hoca’yı arayarak tehdit etti. “Toplananları joplayacağız.” dedi ve bunun iptâlini istedi.
Bunun üzerine Efendi Hazretlerimiz’in istişâresiyle halk ile polisi karşı karşıya getirmemek için bu salon iptal edilip, Wow otelin salonunda toplanılması ve umûmî cemâatin değil de sâdece hoca efendilerin çağrılmasına karar verildi.
Bunun üzerine Fetöcüler Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu’nu telefonla arayıp bu işi iptal etmesini istediler.
O da: “Hay hay” diyerek Hasan Efendi’nin oğlu Abdullâh Kılıç’ı da yanına alıp Yeni Şafak yöneticilerine gitti, onlar da üç gün manşetlerini bu konuya ayırarak ilk gün “Provokasyoncu Cübbeli” diye bütün suçu Cübbeli Hoca’nın üzerine attılar ve Mahmûd Efendi Hazretleri’nin kandırılarak otele getirildiğini yazarak Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in yüce şânına büyük bir hakārette bulundular.
İşte buna Abdullâh Kılıç ve Ahmet Ustaosmanoğlu sebep oldular. Sonra Efendi Hazretlerimiz bu haberleri duyunca bu işi bozanlara ve bu hafleye katılımı engellemek isteyenlere gazap ederek: “Ben bunları afvedemiyorum.” buyurdu.
Sonra Cübbeli Hoca’ya atılan bu iftirâlara cevap mâhiyetinde kendisinden râzı olduğu ve “Biiznillâh” kaydıyla bu toplantının kendi emriyle gerçekleştiğini ve Yeni Şafak gazetesinin fitne çıkarttığını beyân eden bir konuşma yaptı.
Ayrıca özellikle: “Beni kimse kandıramaz.” sözüyle öyle bir kerâmet gösterdi ki kıyâmete kadar ona -hâşâ- “Alzheimer oldu”, -hâşâ- “Kandırıldı”, -hâşâ- “Bir şeye cevap veremiyor.” diye atılacak bütün iftirâları yerle bir etti.
İşte bu iftirâ sâhiplerinin başında Abdullâh Kılıç gelmektedir ki Efendi Hazretleri’nin 15 sene evvelden beri Alzheimer olduğunu bürokraside yayarak babasının şeyh olması için çırpınan bu müfsit böylece Efendi Hazretleri tarafından kezzaplıkla teşhîr edilmiş oldu.
Burada ayrıca Efendi Hazretlerimiz’in 2007 yılında hastânede “Ben yerime kimseyi bırakmadım.” şeklindeki buyruğunu “Zoraki söyletildiği” veyâhut “Bir şeyi hatırlamadığı için yanlış konuştu.” şeklinde yorumlayan İsmâîlağa çevrelerinin ne büyük sahtekâr oldukları ortaya çıkmış oldu.
Zîrâ Efendi Hazretlerimiz’in 2007’de buyurduğu bu sözlerden 3 sene sonra 2010’un sonunda görüntülü bir şekilde açıkça konuşmuş ve: “Beni kimse kandıramaz. Bu işler benim bilgim dâhilinde oluyor. Kimse yapmıyor bu işi, ben yapıyorum. Cübbeli’den de râzıyım.” diye yaptığı sesli ve görüntülü beyânı bütün yalancı, sahtekârları teşhir etmiş ve ileride tarîkatı bozacak olup şimdi meydana çıkan bu kişilerin Efendi Hazretleri’ne ne kadar düşman oldukları ve onun şân-ı şerefinin yayılmasını engellemek için ne gayretler gösterdikleri fakat Efendi Hazretlerimiz’in bütün bunları iptal ettiği ve tasarrufunun devâm ettiği husûsunda yeterli bir delil teşkil etmiştir.
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Bu Husustaki Konuşması:
“Benim bu işlerden haberim var. Ben emrediyorum, kimse yapmıyor bu işi. Âlimlerin toplanmasını ben istedim, benim emrimle geldiler biiznillâh.
Cübbeli Ahmet ve Muhammed Hoca; bunlardan râzıyım ben. Her şeyden haberim var. Beni kimse kandıramaz. Yeni Şafak gazetesinin yaptığı iftirâdır. Fitnelerden sakınalım.”
Ahmet Ustaosmanoğlu ve Abdullah Kılıç’ın Provokasyonuyla Yeni Şafak’ın Cübbeli Hoca’nın Aleyhine ve Mahmud Efendi Hazretlerimiz’in Aldatıldığı Hakkında Attığı Manşetin Resmi
Sâlih Topçu’nun Abdullâh Kılıç’ı Yalanlayan Konuşması
Sâlih Topçu: “(Hasan Efendi) dedi ki: ‘Eskisi gibi olacak, eskisi gibi olacak.’
Sonra oğlu Abdullâh Hoca: ‘Baba, yâni Efendi Hazretleri’ne râbıtaya devâm edilecek yâni değil mi?!’ (deyince Hasan Efendi) kafasını salladı.”
İşte ölü diri demeden herkese iftirâ edebilen ve şâhitlerin beyânı vechile; ahlâk zâfiyeti içerisinde olan böyle bir kimsenin şu anda İsmâîlağa heyetine yetkili olarak alınması, onun tertibi ile Fikri’nin şeyh seçilmesi ve bundan sonra şeyh seçilecekler hakkında onun planlarının konuşulmaya başlanması İsmâîlağa Vakfı’nın ve tarîkat heyetinin ne kadar büyük (bir) sapıklık içerisinde olduğunu göstermek açısından yeterlidir.
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Hazretleri Hayattayken Abdullâh Kılıç’ı Bidat Ehliyle Berâber Olmaması İçin Uyarmıştı
Cübbeli Hoca’nın Bu Husustaki Konuşması:
“Büyük oyunlar oynanıyor, ‘Ilımlı İslâm’ derken ılımlı İsmâîlağa’ya dahî götürmek isteyenler vardır, bunda şüphemiz yoktur. Yâni Ehl-i Sünnet hocalarımızın oğulları, en kıymetli büyüklerimizin oğulları, yakınları bir de bakıyorsun Mustafa Karataş’la yan yana resmi var.
Mustafa Karataş kim? Nüzûl-i Mesîh’i yâni Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği hadîslerin tümünü inkâr eden biri! Âlûsî (Rahimehullâh) diyor ki: Nüzûl-i Mesîh’in münkirinin tekfirine icmâ vardır.” (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 21/342)
Nüzûl-i Mesîh’i inkâr ediyor, bu adamla oturuyorlar, kalkıyorlar, ediyorlar. Bu da bir görüştür (diyorlar).
Yâ sen bizim adamımızsın, büyüklerimizin oğlusun. Yavrum senin ne işin var bunların yanında yâ?! Ne işin var?!
Ben Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ni tanımışım, onun yanında yaşamışım, kardeşim bana yutturamazsın.
Nüzûl-i Mesîh gibi mütevâtir bir konuyu inkâr eden, ondan sonra: ‘Fâtih’teki bu cemâat kızlarına bile el öptürmezler, sapık bunlar sapık, kendi kızlarımı bunlardan zor kurtardım.’ diyen adam bu adamlarla, bizim hoca kardeşlerimizin yan yana oturmaları, bunları alıp getirmeleri götürmeleri, bunlarla birlikte aynı teşkilatlarda üye isimlerinin geçmeleri, normal karşılıyor musunuz bunları?!
Efendi Hazretleri’nin yoluna yakışıyor mu bunlar?! Efendi böyle bir şeyleri duysa ne yapar(dı)?!
Maalesef büyük oyunlar oynanıyor, ılımlı İslâm derken ılımlı İsmâîlağa’ya dahî götürmek isteyenler vardır, bunda şüphemiz yoktur ama biraz boş verirsen, biraz uyursan böyle hafif hafif baktın, merkeze girdiler yâni bu kadar büyük tehlikedeyiz.
Her an tetikte olmamız lazım, Efendi Hazretleri öyle buyurdu: ‘Dîn yıkılıyor burada, yaylaya gidecek zaman değil, keyif yapacak zaman değil, soğuk yer arayacak zaman değil, İslâm yıkılmaya uğraşılıyor, biz burada nöbetteyiz.’
Yâni bak ‘Nöbetteyiz.’ dedi, hâlâ nöbette koca sultan, 95 yaşında hâlâ nöbette, böyle tetikte duruyor.
Onun için bu büyüklerimiz çok emek edip bu dîni sapasağlam getirdiler, din işinde müsâmaha olmaz kardeşim.”
Şeyh Adaylarından Olan İsmâîlağa İmamı Sâlih Topçu’nun Vekîl Bile Olmadığı ve 25 Senelik Hocası Resul Hoca’nın Niçin: “Sâlih, Efendi’yi Sevmez.” Dediği
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Beyân Ediyor:
“Efendi Hazretleri, Sâlih’e vekillik vermedi, Osman (Gündoğdu) Hoca vefât etti, Of vekîli, eski Efendi’nin vekîli, ondan sonra Sâlih vekillik istedi (ama) Efendi Hazretleri vermedi.
Vermeyince efendim Tahsin (Ayaz) Hoca Efendi vardı, o da rahmetli oldu. Tahsin (Ayaz) Hoca Efendi’ye vekillik verdi, bu da vekillik alamadı. Bunun üzerine bu heyet gitti Efendi’ye rağmen Sâlih’e vekillik verdiler.
Ondan sonra Resul Hoca derdi ki (Rahmetullâhi Aleyh): ‘Bu Sâlih, Efendi’yi sevmez!’
Allâh Allâh! Biz de diyorduk yâni hocasıdır konuşur, 25 sene okutmuş. Biz şimdi arkadaşımız(dı sonuçta). ‘Nasıl diyecek bunu, nasıl dedi yâ?!’ (diye düşünürdük).
(Resul Hoca:) ‘Çünkü Efendi ona vekillik vermedi, o içinde bir şey sakladı.’ dedi.
‘Hakîkaten 20 aydır yaptıklarına bakarsak bir kere Efendi’nin tasarrufu devâm ediyor.’ demiyor.
Şimdi diyor ki, burada ses kaydı da var. ‘Fikri Hoca’ya râbıta yapan kâmil olur, Efendi’ye râbıta yapan nâkıs olur.’ Bunu dedi işte, şimdiye kadar ben bunu söylemedim ama Resul Hoca dedi ki: ‘Bu Efendi’yi sevmez, lafı ağır bir laf, ben bu lafı nasıl diyeyim cemâate yâ?! Ama Resul Hoca öldü, kabrinde, o hak âlemde, biz fânî âlemde duruyoruz ama Resul Hoca bu görüşünde de haklı çıktı.”
Muhammed Keskin Hoca Efendi Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Beyân Ediyor:
Cübbeli Ahmet Hoca: “es-Selâmu aleyküm değerli Muhammed Keskin Hocam! Efendi Hazretlerimiz’in hizmetindeyken (şu konuda bildiğiniz bir şey var mı ki? Zîrâ) ‘Sâlih Topçu Hoca’ya Efendi Hazretlerimiz’in kendisi bizzât ders değiştirme yetkisi vermemiş.’ (diye) duyuyoruz, bunun mâhiyeti nedir? Açıklar mısınız? Bunun şâhitlerinden (olan) birisi olarak, bu konuda elbette ki söyleyecekleriniz vardır. Buyrun Muhammed Keskin Hocam.”
Muhammed Keskin Hoca: “Ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühû. Evet bu hususta şunları söylemek isterim; Sâlih Topçu Hoca İsmâîlağa Câmii’nin imamı, biz Fâtih’teyken Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)(nun) daha Çavuşbaşı’na intikāli hâsıl olmamıştı, meydana gelmemişti.
(İşte) orada hizmetteyken kendisinden tarîkat dersi hattâ 1. dersin değiştirilmesi için tarîkat-ı aliyye-i Nakşibendiyye derslerinden 1. dersin değiştirilmesi için Efendi Hazretlerimiz’den yetki istedi. (Zîrâ) gittikleri yerlerde kendisine soruyorlarmış, buna binâen Efendi Hazretlerimiz’e söyledi.
Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) da istihâre yaptırdı, o zamanki eski istihâreci azledilmemişti, o dönemdeydi (yâni bu olay). İstihâre hayırsız çıktı ve kendisine bu hususta tarîkat dersi değiştirme yetkisi vermedi.
Şunu da belirtmek isterim ki Efendi Hazretlerimiz’in ilk Of vekillerinden rahmetullâhi aleyh Osmân Hoca Efendi vardı, onun vefâtından sonra Efendi Hazretlerimiz’in arzusu, isteği onun yerine vekîl olarak Of’ta Tahsin Ayaz Hoca Efendi’nin vekîl olmasıydı.
Efendi Hazretlerimiz’in vekillerinden(di o), bu tabî heyete iletildi, o zamanki Efendi Hazretleri’nin yanında bulunan hizmetkârlardan birisi heyete ilettiğini söyledi ve heyet de Of’a (bunu) îlân etmeye gittiler.
(Ama gelin görün ki) vekîli Efendi Hazretlerimiz’in bu isteğinin karşı mukābilinde yâni onun istediğini yerine getirmeyip Sâlih Topçu Hoca’yı tâyin ettiler.”
SÂLİH TOPÇU EVVELÂ “RÂBITA EFENDİ HAZRETLERİ’NE DEVÂM EDECEK.” DEDİ, SONRA NASIL ÇEVİRDİ?
Sâlih Topçu evvelâ Hasan Efendi’nin beyânıyla hareket ederek râbıtanın; Efendi Hazretleri’ne devâm edeceğini söylemişken Hasan Efendi’nin vefâtından sonra Efendi Hazretleri’nin vefât ettiğini gerekçe göstererek Fikri’ye yapılması gerektiğini açıkladı. Hâlbuki Efendi Hazretleri 20 ay önce vefât etmişti, o zaman ona göre Efendi Hazretleri’ne 20 ay nasıl râbıta yapılabildi?!
Sâlih Topçu’nun Râbıtanın Efendi Hazretleri’ne Devâm Edeceği ile İlgili Konuşması:
“Efendi Hazretlerimiz’in âhirete hicretinden sonra bu husus zâten bütün kamuoyuna duyuruldu cenâzede, Efendi Hazretlerimiz’in oğlu ne söylediyse onlar hepsi ispatlı mesnetli sözlerdir söylendi, yalnız ortaya bir şey çıktı, nedir o? Peki râbıta ne olacak? Yâ insan kime râbıta yapar, silsilede şeyh olarak birisi varsa ona râbıta yapılır fakat yine ‘Risâle-i Kudsiye’ye bakın:
‘Hususâ mürşid-i ukbâda olsa,
Kemâl ehli eğer bir şeyh bulunsa.
Âna câiz olur teslim olunsa,
Mürîd olur hemen kabûl olunsa.’
diye devâm ediyor. Îzâhında Efendi Hazretleri buyuruyor ki: ‘Bir kimse şeyhi vefât ettikten sonra başka bir kâmil şeyh bulsa bu bağlanabilir, bağlanmayıp âhiretteki şeyhine râbıta etmeye devâm da edebilir.’
Buradan okuyorum onu size sayfa 2. cild ‘Risâle-i Kudsiyye Tercüme’si 455. sayfa, buradan okuduk.
Yâni biz Efendi Hazretlerimiz’e râbıtaya efendim öyle büyümüşüz, öyle bilmişiz kendimizi, heyet olarak toplandık ve şöyle bir karâra vardık, dedik ki: ‘Şimdi burada bu hususta söz Hasan Efendi Hocamız’a geçmiştir, biz böyle bir teklifimizi ancak Hasan Efendi’ye arz ederiz, o ‘Tamam.’ derse o zaman tamam, ne derse o.
Kalktık dün öğle namazından sonra heyet olarak huzûruna gittik ve ona bu mesele bu şekilde arz edildi yâni ‘Râbıta size mi yapılsın, yoksa Efendi Hazretlerimiz’e devâm mı olsun?’ tarzında soru.
Bu (Hasan Efendi) epey durdu, bir ara gözünü bayağı kapattı sonra gözünü açtı ve dedi ki: ‘Eskisi gibi olacak, eskisi gibi olacak.’
Sonra oğlu Abdullâh Hoca dedi ki: ‘Baba yâni Efendi Hazretleri’ne râbıtaya devâm edilecek değil mi?!
(O zaman da) kafasını salladı. Dolayısıyla bunu da bu sosyal medya diyorlar orada yayınlandı bu şimdi, yâni Efendi Hazretlerimiz’e râbıtaya devâm etme husûsunda bize bu ‘Risâle-i Kudsiyye’den bir yol var mı var?
Eee Hasan Efendi’ye gittik, o da ne dedi? ‘Eskisi gibi olacak.’ dedi.
Dolayısıyla işte ders yapanlar, Efendi Hazretlerimiz’e râbıtaya devâm edecektir. Bu bu şekilde, bu da netleşmiş oldu.”
Sâlih Topçu’nun “İki Ölü, Bir Diri” Diyerek Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e ve Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Efendimiz’e Yaptığı Hakāret
Allâh-u Te‘âlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh yolunda ölenler hakkında:
﴿ وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ ۜ
بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ ﴾
“Ayrıca siz Allâh(ın dînini yüceltme) yolunda öldürülen (şehîd) kimseler için: ‘(Bunlar) ölüler(dir).’ demeyin. Doğrusu, (onlar) dirilerdir velâkin (yaşantıları cismânî olmadığından) siz (onların hayatlarını hissetmek bir yana, vahye dayanmayan yetersiz akıllarınızla, onların ne mânâda diri olduklarını bile) anlayamazsınız.” (el-Bakara Sûresi:154) buyururken, diğer bir âyet-i kerîmesinde:
﴿ وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴾
“(Ey Müslüman!) Sakın ha sen Allâh’ın yolunda (Bedir ve Uhud gibi muhârebelere katılıp oralarda) öldürülmüş olan kimseleri ölüler sanmayasın.
Bilakis (onlar gerçek mânâda) dirilerdir, (hem de) Rableri nezdinde rızıklandırılmaktadırlar.” (Âl-i İmrân Sûresi:174) buyurmuşken, bütün meşâyih: “Ruh bedenden çıktıktan sonra kınından çıkan kılıç gibidir.” (İbnü Kemâl, er-Risâle fi şerhi’l-ehâdîsi’l-erba‘în, sh:41) buyurdukları hâlde Sâlih Topçu’nun tasavvuf münkiri Vehhâbîlerin ağzıyla konuşarak Efendi Hazretleri’nin tasarrufunu inkâr etmesi onu şeyh olmak bir yana mürîd dahî olamayacağını ortaya koymaktadır.
Sâlih Topçu Bu Hususta Şöyle Demiştir:
“Râbıta husûsunda asıl olan nedir? Üç râbıtanın ikisi vefât etmiş olana yapılıyor, birisi hayatta olana yapılıyor. Şimdi bugün hayatta olarak Hasan Efendi Hazretleri’nden sonra Fikri Efendi Hazretlerimiz, şeyhimiz olarak dolayısıyla râbıta nasıl olacak belli, böyle olmalıdır.
Şimdi arkadaşlar, biz orada yâni tamam sıkıntı olmasın, şey olmasın diye gittik, bu işi böyle yaptık. Ne anladık, ne fark ettik? Hiçbir şey fark etmedi. Ne oldu? Cemâatin geldiği noktaya bakın. Şimdi şu anda biz diyoruz ki ‘Aynı eski yâni normal teâmül nasılsa öyle gitsin.’”
Sâlih Topçu, Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Mezarına Ayakkabıyla Basacak Kadar İleri Gitti
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in mahdûmu Abdullâh Ustaosmanoğlu Hoca Efendi vefât ettiğinde Efendi Hazretlerimiz’in yanına defnedilme karârı alındı. O sırada cenâzenin kıldırılmasında ve tezkiye konuşmasında kendisine hiçbir görev verilmeyen Sâlih Topçu’ya da bir sus payı olarak mezarda telkîn verme vazîfesi verildi.
Hâlbuki telkîn yapacak insan ölüye daha yakın durması uygun düşeceği için Efendi Hazretlerimiz’in kabr-i şerîfinin altında durması uygun olacakken Sâlih Topçu kalkıp mezarın üstüne çıktı, haydi ona da ‘Olabilir’ desek de kabr-i şerîfin üstüne ayakkabıyla çıkması bütün ihvânın tepkisini çekti.
Zîrâ Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Babamız’ın kabr-i şerîfine yaklaşırken bile:
﴿ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ ﴾
“Hemen iki na‘linini çıkar (ki ayakların da bu mekânın bereketinden istifâde etsin). Muhakkak ki sen, o mukaddes (ve mübârek) Tuvâ Vâdîsi’ndesin.” (Tâha Sûresi:12) âyet-i kerîmesini okur ve “Evliyâullâhın kabr-i şerîfleri mukaddestir, ayakkabıyı çıkartmak lâzım.” buyururlardı.
Tasavvuftan ve edepden tamâmen mahrum olan Sâlih Topçu kalkıp her yerde gezdiği ayakkabıyla Efendi Hazretlerimiz’in kabr-i şerîfinin üstüne çıktı, bu da geldiğimiz noktayı anlamak bakımından çok önemli bir husustur. İşte bu adam Abdullâh Kılıç’ın şeyh yapmak istediği adaylardan biridir ve artık Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Babamız’ın çokça tekrar ettiği:
“Eyvâh ki garîb oldu şerîat-ı Muhammed,
Ki kaldı bu misilli ulemânın eline.”
sözünün fehvâsınca “Âh vâh” çekmekten başka çâremiz kalmamıştır.
Mahmûd Efendi Hazretleri’mizin İsmâîlağa Heyetinin Yanlışlarını Görerek Onların Yerine Kendi Sözünü Dinleyen Bir Heyet Kurduğu ve Adını “Şûrâ” Olarak Seçtiği Konuşması
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz evvelce tâyin ettiği İsmâîlağa heyetinin kendi sözünü dinlemediklerini, dışarda sarık sarma sözünü “Hükûmet ne der?!” diyerek reddettiklerini, kendisinin tâyin ettiği vekillerini azlettiklerini, Sâlih Topçu gibi vekillik vermediği kimselere vekillik verdiklerini görünce, daha bunun gibi birçok muhâlefetten dolayı on sene kadar İsmâîlağa’ya gitme tekliflerini reddetmiş ve bu heyeti feshetmek murâd etmiştir.
Bunun da en büyük delîli aşağıda okuyacağınız ve dilerseniz videosunu izleyerek Efendi Hazretlerimiz’in bizzât sesinden duyacağınız üzere; görüşlerini ihvâna yorumsuz aktarmak üzere kurulmasına izin istenen heyetin tesisini tasdîk etmesi ve isminin “Şûrâ” olmasını bildirecek kadar net konuşmasıdır.
Eğer Efendi Hazretlerimiz’in İsmâîlağa heyetinden rızâsı söz konusu olsaydı ayrıyetten böyle bir heyetin kurulmasına müsâade eder miydi?!
İşte O Konuşmada Geçenler:
Cübbeli Ahmet Hoca: “Selâmün aleyküm efendim. Cübbeli (ben) efendim.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Ne haber?”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Elhamdülillâh efendim. Siz de iyisiniz efendim (inşâallâh). Hoca efendiler geldi. Biz size geçen gün sormuştuk. Bu ihtilaflar oluyor. Sizin buyurduklarınızı tam millete duyurmak için şâhitlik edecek bâzı hoca efendiler, size îtikādı olan hoca efendiler şâhitlik edecek, îlân edecek sonra buyurduklarınızı.
Böyle bir hocalar heyeti kuralım müsâade ediyor musunuz? (Evvelce de) ‘Müsâade ediyorum.’ buyurmuştunuz. Biz de bu hoca efendilerden Hüsâmettin Vanlıoğlu Hoca Efendi, Ahmet İslamoğlu Hoca Efendi, Âdem Hoca Efendi, Mustafa Ekinci Hoca Efendi, Alî Hayder Hoca Efendi, Ali Kara Hoca Efendi, Şefik Hoca Efendi, Muhammed Hoca Efendi, bir de bu fakir böyle bir şey olduğu zaman siz önemli bir mesele buyurduğunuz zaman sizden duyduğumuzu değiştirmeden insanlara nakletmek üzere böyle bir Şûrâ Meclisi istişâre olarak kurduk. Şimdi sizi ziyârete geldik. Bu müsâadenizi onlar da bir duysunlar. Siz bize müsâade ettiniz.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri (başını sallayarak:) “Evet, evet.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet efendim. Bundan sonra önemli bir şey olursa, siz ne buyurursanız? İhtilâf çıkmasın diye biz sizden duyup îlân edeceğiz.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri (başını sallayarak:) “İnşâallâh inşâallâh.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Duâ buyurun da biz de hâtâ üzere olmayalım.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “İnşâallâh inşâallâh.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Mevlâ bizi muhâfaza buyursun, size îtikātta sâbit buyursun. Buna ilâve hocalardan katalım mı, yoksa şimdi bir de Fâtih Kalender Hoca, Fâtih Kalender fıkıhçı o da gelecek, 10 kişi oluyoruz, bu yeter mi efendim yoksa (başka ekleyelim mi)?”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Olur, olur.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tamam. Bir mühim mesele çıkarsa ‘Efendi böyle buyurdu, buyurmadı.’ (gibi) ihtilâf çıkmasın. Sizden duyalım, duyduğumuz neyse onu aktaralım inşâallâh himmet buyurun efendim.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “İnşâallâh, inşâallâh.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Beni sözcü olarak seçtiler, yâni size soru sormam için. Hüsâmettin Vanlı Hoca da insanlara duyurmak üzere seçtik. Kabûl buyuruyor musunuz?”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Evet.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tamam. Sizi yormayalım efendim. Duâ buyurun, himmet buyurun. ‘Şûrâ Meclisi’ koyduk adını. Yoksa ‘İstişâre Meclisi’ mi koyalım? Ne buyurursunuz?”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Şûrâ.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Peki efendim. Himmet buyurun, duâ buyurun. Çok selâmlar, duâlar isteyenler var. Bütün hoca efendiler, cemâatleri istemişler. Peki selâmun aleyküm.”
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Aleykümü’s-selâm.”
Ahmet Yeter Hocanın, Heyetin Efendi Hazretlerimiz’in Yolunu Bozdukları Hakkındaki Konuşması:
“Biz Efendi Hazretleri’nin yolunu devâm ettiriyoruz yâ. Mürşid-i kâmil o. (Heyet) kendileri de anlatıyordu bunu, ne çabuk unuttular. ‘Kılıç kınından çıktıktan sonra nasıl daha çok iş görüyorsa bir şeyh efendi öldükten sonra öyle daha çok iş görür.’ (hükmü) Efendi Hazretleri’nin ‘Risâle-i Kudsiyye’sinden (alınmıştır).
Onlar da bize anlatıyorlardı bunu. Ne oldu birden? ‘Efendi Hazretleri’ne bağlı olan, râbıta yapan nâkıs kalır, eksik kalır, bir şey olmaz, kesilir.’ (demeye başladılar).
Bunlar Efendi Hazretleri’ne yapılacak hakāretler mi?!”
İsmâîlağa Eski Vakıf Başkanı Mustafa Sultanoğlu’nun, Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Heyetin İşlerinden Râzı Olmadığı Hakkındaki Şâhitliği
Sultanoğlu: “Fakat siz de biliyorsunuz Efendi bâzı kararlardan râzı değildi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Değildi tabî.”
Sultanoğlu: “Kesinlikle değildi yâni.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî heyetin yaptıklarından.”
Sultanoğlu: “Tabî hepsinden râzı değildi.”
Efendi Hazretlerimiz’e Yıllarca Hizmet Eden Hasan Barçın Hoca Efendi’nin İsmâîlağa Heyetinin ve Fikri Doğan’ın Efendi Hazretleri’ne Yaptıkları Muhâlefetlere Dâir Şâhitliği
“Kıymetli hocalarım! Bu olaylar yaşanırken bu fakir kardeşiniz de hânedeydi, maalesef bu olayların birçoğuna şâhitlik ediyordu en azından aşağıdaki o konuşmalara şâhitlikte bulunuyordu.
Baktılar Efendi (Kuddise Sirruhû) vazgeçmiyor, illâ da Selâhattin Efendi’yi oraya imam tâyin etmek istiyor, heyet çâresiz olarak geldiler. Efendi Hazretlerimiz’e çıktılar, orada Seyfettin tam Efendi Hazretlerimiz’e 4 defâ -ben o zaman öyle saydım- 4 defâ sordu: ‘Efendi Hazretleri (imamların yer değişmesi sûretiyle) becâyiş mi olsun, imtihana mı girsin?’ gibisinden ki onlar sınava girmesini istiyorlardı, imtihana girmesini.
Belki anladığım kadarıyla işte sınavı kazanamadı, müftülük vermedi (diye) mâni olma düşüncesindeydiler, çünkü imamlığa Selâhattin Efendi’nin gelmesini istemiyorlardı, sultânımız çok istiyordu diretiyordu.
(Seyfettin) 4 defâ sordu, her seferinde Efendi Hazretlerimiz de: ‘Becâyiş’ diyor, tekrar soruyorlar ‘Becâyiş’ diyor. Efendi Hazretlerimiz’den illâ ‘Tamam sınava girsin.’ sözünü almaya çalışıyorlardı, o zaman sinirlenmiştim, çok darlanmıştım yâni sultânımızı niye böyle rahatsız ediyorlar (diye)!
Sonra Efendi Hazretleri’nin böyle dediğini Fikri Doğan’a ulaştırmışlar, o da: ‘Ben becâyiş mecâyiş yapmam.’ demiş. Sonra: ‘Son iki ay namazları Selâhattin Hoca kıldırsın.’ buyurmuş Efendi Hazretleri.
Bunun üzerine de o (Fikri): ‘Son namazıma kadar ben kıldıracağım, mihrabı kimseye vermem.’ demiş ve netîcede dediğini yaptı, öylece emekli oldu.
Selâhattin Hoca ise sınava girmek sûretiyle göreve başlayabildi yâni Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun emri maalesef yerine getirilmedi.
Tabî bu onların ilk muhâlefeti değildi. Bu fakir kardeşiniz haftanın çoğu günleri orada bulunması sebebiyle birçok olaya da şâhitlik etmiştir, özellikle heyet vekîl tâyinlerinde, vekîl azlinde, resim meselesinde, ondan sonra sarık meselesinde ve birçok meselelerde maalesef Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)ya muhâlefet etmişlerdir, onun sözünü çiğnemişlerdir.”
İsmâîlağa Heyetini Yöneten Ahmet Ustaosmanoğlu ve Seyfettin İnanç’ın Her Hafta Toplantı Yaptığı Akıl Hocaları Îsâ Takış’ın Efendi Hazretlerine Düşmanlığı
Bu Konu Hakkında Cübbeli Ahmet Hoca’nın Şâhitliği:
“İsmâîlağa’da bir arkadaş var. Bu arkadaşın adı Îsâ Takış. Eski Akfa’nın sâhiplerinden, Mesut Yılmaz’ın eski adamlarından.
Bu Efendi Hazretleri’nin hizmetinde bayâ bir zaman bulundu. Fakat mikser gibi karıştırır ortalığı, fitne-fesat çıkarırdı. Ondan sonra ne olaylar, ne olaylar biz bunlardan gördük yaşadık. Bâzı şeylere şâhidim de yâni ispâtım olmadığı için iddiâlar var.
Ben bildiğim konulara giriyorum. Efendi Hazretleri’ne yine bu hususta bâzı şikâyette bulunuldu, Efendi Hazretleri șu âyeti okudu. Hattâ yanına gelene dedi ki: ‘Bu Îsâ benimle niye uğraşıyor?! Ben ona ne yaptım?! Niye benimle uğraşıyor bu Îsâ?!’
Bunu Efendi Hazretleri dedi. Ondan sonra:
﴿ وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴾
‘(O şehirde) dokuz kişi vardı. Hep fesat çıkarıyorlardı. Hiç düzeltmek istemiyorlardı.’ (en-Neml Sûresi:48)
Bu âyeti Efendi Hazretlerimiz iki kere-üç kere bu Îsâ hakkında okudu. Ondan sonra bu adamın birkaç olayı var. Meselâ büyük olaylardan biri nedir? Bu Fâtih’teyken Hacı Anne’ye dedi ki: ‘Röportaj için Efendi Hazretleri’ne gazetecileri getireceğim.’ Hacı Anne sordu: ‘Hangi gazeteyi getireceksin?’
Dedi: ‘Milli Gazete’yi.’ O zaman Milli Gazete Erbakan Hoca dönemiydi, dolayısıyla doğru șeyler yazıyordu. Yâni şimdiki Milli Gazete eve ocağa sokulmaz.
Hacı Anne de onun için ‘Olur.’ demiş. Kadın tabî erkeklerin içine giremez, Hacı Anne öbür tarafta duruyor. Bu Îsâ ne yaptı? Zaman Gazetesi’ni getirdi ve Efendi’nin röportajı Zaman (Gazetesi’ndeki yazı)da çıktı, yâni önemli bir șey değil mi?!
Bu Îsâ’nın bir önerisi daha vardı. Çok büyük bir öneri. Dedi ki: ‘Bu kız kursları, erkek kursları Fâtih’te cam açamıyor, kapı açamıyor, zor durumdalar bilmem ne, ne yapalım? Bütün Fâtih’teki kursları Suriçi’nden çıkaralım.’
Dışarıda rahat bölgeler (var), ona bakarsan ne güzel bahçeli olacak, kızları kimse görmeyecek, hava alacaklar, bilmem ne zannedersin. Ama mesele nedir? Mesele Suriçi’ni medreselerden boşaltmaktır.
Bunu da teklif eden biri. Şimdi bunun İsmâîlağa’daki bâzı yöneticilerle irtibatları, şunları bunları gizli değil. Ama masa başından arka planı bunun yönettiğine dâir benim hakîkaten kanâatim vardır. Çünkü bu plancıdır, masa başıdır. Ama önde gözükmez, plan arkadan kurulur. Ondan sonra ‘Hocalar karar aldı.’ zannedersin. Ama nereden geldi o plan ona? Karısından, karısına öbürünün karısından, öbürünün karısından kocasına, onların hepsinin isimleri zarûret olduğu zaman vermek îcâb edecek. İnşâllâh zarûret olmaz. Herkes haddini bilir, yola gelir. Bu fitnelerden sakınır. Ondan sonra şimdi burada çok tehlikeli projeler var.
Adamlar buraya göz dikmişler. Fetö biliyorsunuz, çok rol oynadı ve dinler arası diyalog buna çalıştı. Ee șimdi burada medreseleri çıkaralım diye proje sunmak hele ki seneler evvel șu anda da bir Fetö’nün gücü kırılınca ee bunların planları bozulur ama Fetö’nün askeriye imamı Hamdullâh Öztürk YouTube videosunda ne diyor? ‘İsmâîlağa için tehlike geçmemiştir. İsmâîlağa’dakileri tebrik ediyorum. Cübbeli’yi uzaklaştırıyorlar. Cübbeli’yle uğraştıkları için.’
İsmini de veriyor kimin uğraştığının (yâni Ahmet Ustaosmanoğlu’nu kastederek): ‘Biz onunla berâber çalıştık ama bu Cübbeli’den kurtulamadık.’ diyor. Ama ‘İsmâîlağa’yı uyarıyorum. Sizin için en büyük tehlike Cübbeli tehlikesidir.’ diyor. Eğer Fetö bunu șu anda diyorsa ben doğru yoldayım. Tehlike benim. Gâvur için tehlikeyim. İsmâîlağa için tehlike değilim. Mahmûd Efendi Hazretlerim için tehlike değilim.
Ben Müslümanlar için tehlike değilim. Ben gâvurlar için tehlikeyim. Ben fitneciler için tehlikeyim. Ben müfsitler için tehlikeyim. İsmâîlağa’ın önünde hazırlık (için) çok projeler var. Çok büyük fitne-fesatlar var. Bu cenâzede bu kalabalığı gördüler. Bunun hesâbını yaptılar. İş günü olmasaydı ne kadar olurdu?! Kadınlar gelseydi ne kadar olurdu?! Hesâbı sekiz, dokuz, on milyona ulaştırdılar.
Burada iștahları daha da kabardı dünyâ güçlerinin. Bunlar durur mu?! Türkiye’de Ehl-i Sünnet bu kapıyla muhâfaza ediliyor. İstanbul Fâtih Suriçi burada muhâfaza ediliyor. Ekümenik bu cemâatle durduruluyor. Eee ama burada büyük oyunlar dönüp yakın günlerde büyük çatlak patlaklar verecektir.
Ben sizi önceden uyarıyorum. Râbıta işini bozmaya çalışanlar, önümüzde yeni şeyhler çıkarıp milleti robot gibi onlara râbıta yaptıracak ve dinler arası diyaloğa kadar, tarîkatı bozmaya kadar, beş bin zikri bine indirmeye kadar, ‘Şalvar cübbe șart değil.’ diyene kadar. Ee Hüsnü Kılıç (örneği) orada (işte).
Bu işlerin önü alınmazsa, bu Efendi Hazretleri’nin ‘Müfsit’ dediği adamlar, ‘Bunlar benimle ne uğraşıyor?!’ dediği adamlar, hâlâ istişâre yapılan adam konumunda kalırlarsa, Efendi Hazretleri’nin ‘Yaklaștırmayın, şeytan.’ dediği adamlar merkezde cirit atarlarsa bereket kalmaz, feyiz kalmaz, rahmet, nur kalmaz, ihtilaf artar, düşmanların buraya iştahı kabarır ve ‘Biz burayı bozarız.’ diye ellerini ovuşturmaya başlarlar.
Ben Allâh için bu Îsâ Takış olayına da dikkat çekiyorum. Arka planda bu vardır birçok olayda. Bundan dolayıdır ki yetkilileri de uyarıyorum.
Bu kişinin İsmâîlağa üzerindeki etkisi nedir? İsmâîlağa yetkililerinin bununla irtibâtı nedir? (diye araştırsınlar.) Bu adam yarın bir gün bu Suriçi projesine zarar vermeye kadar götürecek işlere imzâ attırabilir birilerini.
Allâh’a sığındık şerlerinden. Allâh-u Te‘âlâ, Efendi Hazretlerimiz’in yolunu bozdurmasın.
İsmâîlağa Eski Vakıf Başkanı Mustafa Sultanoğlu’nun, Heyetin Akıl Babası Îsâ Takış’ın Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Düşmanlığı Hakkındaki Şâhitliği
Mustafa Sultanoğlu: “Onlar Efendi’yi kullanaraktan şey yaptılar fakat Efendi Hazretlerimiz ona bilhassa Îsâ’ya karşı ben kendi kulaklarımla defâlarca (duydum), bana döndü, hattâ ‘Benimle ne uğraşıyor bu adam?!’ diye söyledi yâni.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Allâh Allâh Allâh!”
Mustafa Sultanoğlu: “Yâni çok daha şeyler söyledi de çok büyük fitne çıkar. Yâni hocam şey olmazsa canıyla uğraştığını dahî söyledi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Efendi Hazretleri söyledi hee.”
Sultanoğlu: “Kendisinden duydum başkasından nakletmiyorum. Efendi Hazretlerimiz bizzât söyledi.”
Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet, Allâh Allâh!”
Şefik Kocaman Hoca Efendi’nin Heyetin Akıl Babası Îsâ Takış’ın Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Düşmanlığı Hakkında Efendi Hazretleri’nden Duyduğu Sözler
Şefik Kocaman: “Hocam bire bir kendim sormuştum, sabah namazında Efendi Hazretlerimiz ile berâberdik. Efendi Hazretlerimiz çok dinçti böyle namazdan sonra. Muhammed Hoca, Efendi Hazretleri’nin sağında, ben solundaydım. Muhammed Hoca, Efendi Hazretleri’nin dinç hâlini görünce şimdi mâzî geldi aklına tabî iyileşmiş olduğu için ve ‘Efendi Hazretleri! Îsâ ile Ebû Bekir sizin iyileşmenizi istemiyorlardı.’ dedi.
Efendi Hazretlerimiz: ‘Evet.’ buyurdu. Ben de sol dizindeydim Efendi Hazretleri’nin sol dizinde, tam oradaydım. Dedim ki: ‘Efendi Hazretleri bunların yaptığı yâni Îsâ ile Ebû Bekir’in yaptığı:
﴿ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۚ ﴾
‘Üstelik o (münâfık ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e sûikast yapmak gibi) erişemedikleri bir şeye azmettiler.’ (et-Tevbe Sûresi:74) (âyet-i kerîmesin)e benziyor yâni sûikast Efendi Hazretlerimiz.’
Ona da ‘Evet.’ buyurdular. Bu Îsâ İsmâîlağa’daki para heyetine alınınca Efendi Hazretleri telefon ettirdi.
Ahmet Hoca ile konuştu. Ahmet Hoca’nın kendisine söylüyor: ‘Çabuk onu çıkarın oradan.’ diye.
Ondan sonra da bildiğim kadarıyla hani ona söylemişti bunu. ‘Ben Îsâ’ya kızıyorum, Îsâ da bana kızıyor. Onun hanımı da benim hanımıma kızıyor.’
Efendi Hazretleri böyle buyurmuşlar(dı).”
Îsâ Takış’ın Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Düşmanlığı Hakkında 2014 Yılında Mârifet Dergisi’nde Yayınlanan Yazı
Mâlumunuz sevgili sultânımız Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) 17.11.2014 Pazartesi günü şeyhinin şeyhi olan Hacı Alî Rızâ el-Bezzâz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin kabr-i şerîfini ziyâret maksadıyla Bandırma’yı teşrif etmişlerdi.
Kendisini görmek için toplanan kalabalığı selâmladıktan sonra kabr-i şerîfi ziyâret etmiş, biraz istirahat ettikten sonra da İstanbul’a avdet etmişlerdi.
Bu sefer akabinde, evvelce Efendi Hazretleri ile yaptığımız her seferde olduğu gibi şu soruya muhâtap olduk: ‘Efendi Hazretleri her yere gidiyor da neden İsmâîl Efendi Câmii’ne (ya da Fâtih-Çarşamba’ya) gelmiyor?’
(Bu soruyu soranlar çoğu zaman edebine uygun sormasalar da biz sâdeleştirerek yazmaya çalıştık.)
Tarîkat terbiyesi görmüş kimseler için çok yersiz olan bu soruya şimdiye kadar, bu seviyede bir cevap vermekten sakındık. Fakat özellikle sosyal medyada pervâsızca serdedilen ifâdelerden sonra bir cevap vermek lâzım geldi.
Netîcede biz de Müslümandık ve bizim hukûkumuzun bu kadar pây-ı mal edilmesi doğru değildi. Fazla uzatmadan, birkaç madde ve birkaç soru ile anlatmaya çalışacağım. Tafsîlât arzu edenler derneğimize teşrif edebilirler.
Evet! Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) 1954’ten 2007 baharına kadar Fâtih-Çarşamba’da ikāmet ettiler. Daha önce bâzı rahatsızlıkları olmasıyla birlikte 2005 yılından îtibâren ve özellikle 2006 yılında rahatsızlıkları arttı. Öyle ki 2006 yılında birkaç yakın hizmetçisi hâriç hemen hemen hiç kimse kendisini ziyâret edememişti. Buna rağmen ‘Niçin göremiyoruz? Neden göstermiyorlar?’ gibi îtirazlar yapılmıyordu.
İlerleyen yaşı, rahatsızlıkları, şehrin karmaşası, hava kirliliği, ikāmet ettiği evin dar ve hizmetler için yetersiz olduğu göz önünde bulundurulduğunda; Efendi Hazretlerimiz’in sağlık hizmetlerinin daha iyi yürütülebilmesi, kendisinin ve ehl-i beytinin rahat edebilmesi ve misâfirlerin daha güzel ağırlanabilmesi için, geniş, ferah ve havası temiz bir ortama ihtiyaç vardı.
Bu ihtiyâcı karşılamak için Efendi Hazretlerimiz’in müsâadesiyle 2007 senesi baharında yapılan çalışmalar netîcesinde şu an ikāmet ettiği ve “Dîne Dâvet Binâsı” adını verdiği hâne-i saâdetlerine intikāl ettiler.
Hizmet ekibinin ve doktorlarının değiştirilmesinden sonra tedâvi için hastâneye gidilip kısa zamanda sıhhatinde büyük değişiklikler hâsıl olunca hem doktorların, hem de sultânımızın ifâdesiyle acı bir gerçek ortaya çıktı; eski hizmetçiler tarafından tedâvi ihmâl edilmişti!
Hastâne sürecinde Efendi Hazretleri’nin ayakta fotoğrafları medyada yer alınca bir gece vakti (tedâviyi yarıda kesmeye mâtuf) hastâne ve sultânımızın arabası kurşunlandı.
İsmâîlağa cenâhından kimse çıkıp da “Ne oluyor?” ya da “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormadı.
Daha da üzücü olanı ise sultânımızın Çavuşbaşı sürecinde yaşananlar sebebiyle: “Yalnız bırakıldık.” buyurması idi.
Eski hizmet ekibi de boş durmuyor ve kendi açıklarını kapatmak için sultânımızın hâne halkına iftirâlar içeren kulis çalışmaları yapıyorlardı.
Hattâ Efendi Hazretlerimiz eski ekibin başı olan Îsâ T. hakkında “Îsâ benimle niye uğraşıyor?! Ben Îsâ’ya kızıyorum. Söyle ona ‘Hoca sana ne yaptı?’” buyurmuştu.
Üç buçuk aylık tedâvi merhalesi bitince Çavuşbaşı’na dönüldü (2008 senesi başında) ve ziyâretler başladı.
Başta Efendi Hazretleri’nin İsmâîlağa’dan ayrılmasına memnun olanlar, dîne dâvet binâsı câzibe merkezi olmaya ve kendi îtibarları azalmaya başlayınca sultânın hâne halkına ve yeni hizmet ekibine İsmâîlağa’ya dönülmesi husûsunda baskı yapmaya başladılar.
Bu iş için de Efendi Hazretleri’nin yalancı ve iftirâcı olduğunu beyân ettiği Yeni Şafak Gazetesi’ni kullandılar. Hâlbuki doktorları, Çavuşbaşı’ndaki ikāmetgâhının sağlığı için çok daha uygun ve elzem olduğunu söylüyorlardı.
(Marifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
İsmâîlağa Heyetinin Gençlik Hareketinin Başına Koyduğu ve “İsmâîlağa Kuruluşu” Yazısını Yavuz Selim Gençlik Sitesine Koydurduğu Abdülhalik Ustaosmanoğlu’nun Mahmûd Efendi Hazretleri Hakkındaki Haddi Aşan Beyanları
Abdülhalik Ustaosmanoğlu Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in: “Râbıta Bana Devâm Edecek.” Sözüne Îtirâz Olarak Şöyle Demiştir:
“Net olarak ifâde ediyorum ki bugün tarîkatta doğru olan en mâkul olan, Fikri Efendi Hazretleri’ne râbıta yapmaktır, kaldı ki çok net ifâde ediyorum haddimi de aşmadan ifâde etmek istiyorum.
Çünkü tarîkatın usûlü ve erkânı üzerinden bunu söylüyorum: “Efendi Hazretlerimiz deseydi dahi ‘Râbıta sâdece bana olacak.’ Hasan Efendi kendisine verilen makam nispetince ‘Râbıtalar bana döndürülecek.’ deme yetkisine sâhipti.”
Gördüğünüz üzere bu edepsiz torun “Haddimi aşmadan ifâde etmek istiyorum.” dediyse de tarîkat cihetinden göğü yere indirecek kadar ağır bir söz söylemiştir.
Zîrâ böylece kendisinin tarîkat usûlünü Mahmûd Efendi Hazretleri’nden daha iyi bildiğini iddiâ etmiş olmakta ve Hasan Efendi’ye kendisinde bulunmayan ve duysa tüyleri diken diken olacak bir makam isnâdıyla iftirâ etmiş olmaktadır.
Abdülhalik Ustaosmanoğlu, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in: “Ben Sizi Kabirden de Terbiye Edeceğim.” Sözünü Bakın Nasıl İnkâr Ediyor:
“(Sen:) ‘Şeyh efendi kabirden bizi eğitiyor.’ dersen, o zaman ben de sana derim ki: ‘Şeyh efendiye ne hâcet?! Peygamber Efendimiz zâten kabirde yatanların en hayırlısıdır, direkt ona râbıtanı yap, direk onunla bağlantını kur. Başka hiçbir aracıyı ortaya koymaya gerek yok.’”
Bu uğursuzun kendi sesinden duyduğunuz üzere; kutbu’l-ektâb ve ğavsü’l-evtâd Müceddid Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in müritlerini kabirden yetiştirme vasfını inkâr etmek aslında Vehhâbîlere mahsus bâtıl bir inançtır, çünkü onlar Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in bile öldükten sonra işinin bittiğini savunan sapıklardır.
Nitekim geride Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin Mahmûd Efendi Hazretleri’ni kabrinden iki sene nasıl okuttuğu ve Mahmûd Efendi Hazretleri’nin vefâtından sonra ihvanıyla nasıl ilgeleneceğine dâir vaatleri “Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Tasarrufunun Devâmı Hakkındaki Deliller” başlığı altındaki bapta (sh:67-86) zikredilmiştir.
– İKİNCİ FASIL –
– İSMÂÎLAĞA HEYETİ GİBİ ŞEYHİNE ÎTİRÂZ EDENLER FELÂH BULAMAZ –
Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Bilin ki mürîdin, kalbini şeyhine bağlaması mânevî kapıların açılmasında büyük bir esastır, hattâ temellerin temelidir. Dolayısıyla bizim de tecrübe ettiğimiz gibi kalbi şeyhe bağlamak, bütün meselelerin aslıdır.
Mürîdlerin, feyiz ve terakkîden (mânevî yükselişten) kesilmelerinin tek sebebi, teslîmiyet, kabûl ve doğru bir himmet (yöneliş azmi) ile kalplerini şeyhlerine bağlamamalarıdır.
Bu râbıtayı bozan en büyük sebep ise, kalben şeyhe yapılan îtirazdır.” (eş-Şa‘rânî, el-Envâru’l-kudsiyye, sh:364-365)
İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin çok îtibâr ettiği “‘Avârifü’l-me‘ârif” isimli eserde İmâm-ı Sühreverdî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “İşte bir mürîd, şeyhinin hükmüne teslim olduktan sonra ona îtirâz etmemesi şarttır, hırka giymek (bir şeyhten ders almak üzere ona bîat etmek), mürîdin, kendi içinden şeyhinin bütün tasarrufları hakındaki ithâmını (şüphelerini ve soru işâretlerini) gidermiş demektir.
«وَيَحْذَرُ الْاِعْتِرَاضَ عَلَى الشُّيُوخِ، فَإِنَّهُ السَّمُّ الْقَاتِلُ لِلْمُر۪يد۪ينَ.»
‘Mürîd şeyhine îtirâz etmekten son derece sakınmalıdır, zîrâ böyle yapmak müridler için öldürücü bir zehirdir.’
(Kehf Sûresi’nin 65-82. ayetlerinde zikredildiği üzere) Hızır (Aleyhisselâm)dan sudûr eden (geminin tahtasını koparma ve bir çocuğu öldürme gibi) tasarrufları Mûsâ (Aleyhisselâm) bile reddetmiş ama sonra o işin doğru vechi kendisine açıklanınca hikmetini anlamıştır.
İşte mürîd de şeyhinin yapmış olduğu işlerden herhangi birinin hikmetini anlamadıysa şunu iyi bilmelidir ki o işin doğru îzâhı ve delîli şeyh efendinin nezdinde mevcuttur.” (es-Sühreverdi, ‘Avârifü’l-me‘ârif, sh:111; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 5/289; Muhammed Mâü’l-‘Ayneyn, Mübsıru’l-Müteşevvif, 1/300)
Şeyhe Bîat Allâh-u Te‘âlâ’ya ve Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e Bîat Olduğu Gibi Şeyhe Muhâlefet de Allâh-u Te‘âlâ’ya Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e Muhâlefettir
Şeyh-i Ekber Muhyiddîn ibnü Arabî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri buyurmuştur ki: “Bîat alanlar üçtür; rasüller, onlara vâris olan şeyhler ve sultanlar, bu üçünde de hakîkatte bîat edilen zât tektir ki, o da Allâh-u Te‘âlâ’dır. Bu üç sınıf ise kendilerine tâbi olanların Allâh-u Te‘âlâ’ya bîat ettiklerine dâir Allâh-u Te‘âlâ’nın şâhitleridir.
İşte bu üç zümrenin üzerine düşen bâzı şartlar vardır ki onların tümünü bir arada toplayan yegâne şart Allâh-u Te‘âlâ’nın emriyle kāim olmak (ve onları uygulamak)tır. Onlara bîat eden tâbilerin yapması gereken bâzı şartlar da vardır ki onları bir araya getiren tek şart ise emrolundukları şeylerde bu zatlara tâbi olmalarıdır.
Rasüllere ve şeyhlere gelince; onlar aslâ hiçbir günahı emretmezler, zîrâ rasüller gerçekten bu gibi şeylerden mâsumdurlar. Şeyhler ise mahfûz (korunmuş)durlar.
Sultanlara gelince, onlardan her kim meşâyiha tâbi olursa o da mahfuz olur, değilse mahzül (yardımsız bırakılıp helâk) olur, bununla birlikte yine de hiçbir sultâna Allâh-u Te‘âlâ’ya mâsiyet husûsunda itâat edilemez.” (İbnü ‘Arabî, Kitâbü’t-Teceliyyât, tecellî rakamı:106, sh:52 -Resâilü İbnü ‘Arabî zımnında-, risâle rakamı:23; İsmâ‘îl ibnü Sevdekîn, Şerhu’t-Tecelliyâti’l-İlâhiyye, sh:245; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 9/21)
İsmâîl Hakkı (Rahimehullâh)ın, Muhyiddîn ibnü Arabî (Rahimehullâh)a âit “et-Tecelliyâtü’l-İlâhiyye” isimli eser üzerine şerh olarak İsmâîl ibnü Sevdekîn (Rahimehullâh)ın kaleme aldığı “Şerhu’t-Tecelliyâti’l-İlâhiyye” ismili şâh eserden nakli vechile:
«اَلْب۪يعَةُ لَازِمَةٌ إِلٰى أَنْ يَلْقَى اللّٰهَ تَعَالٰى وَمَنْ نَكَثَ الْاِتِّبَاعَ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا لَا يُكِلُّمُهُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ إِلَيْهِ وَلَهُ عَذَابٌ أَل۪يمٌ.»
“Bir mürîd Allâh-u Te‘âlâ’ya kavuşuncaya kadar bîatında sâbit olmalıdır. Her kim ittibâ‘ı (şeyhinin emirlerine uymayı) bozarsa cehennem ona yeter. Allâh-u Te‘âlâ onunla konuşmaz, ona rahmetiyle nazar etmez ve onun için çok acıklı bir azap vardır.” (İbnü ‘Arabî, Kitâbü’t-Teceliyyât, tecellî rakamı:106, sh:52 -Resâilü İbnü ‘Arabî zımnında-, risâle rakamı:23; İsmâ‘îl ibnü Sevdekîn, Şerhu’t-Tecelliyâti’l-İlâhiyye, sh:245; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 4/156)
Nitekim Ebû Süleymân Dârânî (Kuddise Sirruhû): “Bunlar onun âhirette başına gelecek şeylerdir.” buyurmuştur.
Dünyâda başına geleceklere gelince; Ebû Yezîd el-Bistâmî (Kuddise Sirruhû) kendisine muhâlefet eden bir mürîdi hakkında:
«دَعُوا مَنْ سَقَطَ مِنْ عَيْنِ اللّٰهِ.»
“Allâh’ın nazarından düşen bu kişiyi terk edin.” (İbnü ‘Arabî, Kitâbü’t-Tecelliyyât, tecellî rakamı:106, sh:52 -Resâilü İbnü ‘Arabî zımnında-, risâle rakamı:23; İsmâ‘îl ibnü Sevdekîn, Şerhu’t-Tecelliyâti’l-İlâhiyye, sh:245-246; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 4/156) buyurduktan sonra o kişi (cinsiyet değiştirerek kadınlaşmış olan) muhanneslerle birlikte görülmüş daha sonra hırsızlık yapınca eli kesilmiştir. (İşte şeyhine muhâlefet eden de daha ölmeden böyle belalara düşecektir.)
Şeyhine bîati bozan bu kimselerle, bîatına vefâ gösteren İmâm-ı Dârânî’nin mürîdi gibi bahtiyarlar birbirinden ne kadar farklıdır.
Nitekim o, bir mürîdine:
«أَلْقِ نَفْسَكَ فِي التَّنُّورِ فَأَلْقٰى نَفْسَهُ فَعَادَ عَلَيْهِ بَرْدًا
وَسَلَامًا هٰذَا نَت۪يجَةُ الْوَفَاءِ.»
“(Sen:) ‘Kendini yanan tandırın içine at.’ buyurunca o mürîd hemen kendini ateşin içine atmış ve o anda ateş ona serinlik ve selâmete dönüşmüştür.” (İbnü ‘Arabî, Kitabü’t-Teceliyyât, tecellî rakamı:106, sh:52 -Resâilü İbnü ‘Arabî zımnında-, risâle rakamı:23; İbnü Kesîr, el-Bidâye, 10/348; İsmâ‘îl ibnü Sevdekîn, Şerhu’t-Tecelliyâti’l-İlâhiyye, sh:246; el-Münâvî, el-Kevâkibü’d-dürriyye, 1/526; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 4/156; en-Nebhânî, Câmi‘u kerâmâti’l-evliyâ, 2/55)
Nitekim İbnü Asâkir ve İbnü Kesîr (Rahimehumellâh)ın nakilleri vechile: “Meşâyihın ulularından Ebû Süleymân ed-Dârânî (Kuddise Sirruhû) insanlarla sohbet ederken yine meşâyihın en büyüklerinden sayılan Ahmed ibnü Ebi’l-Havârî yanına gelip âilesinin tandırı kızdırdıklarını ve (pişirmek için) onlara ne emredeceğini beklediklerini bildirince o, onun ne dediğine hiç îtibâr etmedi ve yine insanlarla konuşmaya devâm etti.
İkinci ve üçüncü kere kendisine bunu bildirince Ebû Süleymân ed-Dârânî Hazretleri: ‘Git! Sen onun içinde otur!’ buyurdu ve kendisi insanlarla konuşmaya devâm etti.
Ahmed ibnü Ebi’l-Havârî (Kuddise Sirruhû) da ateşle tutuşmuş tandıra girerek içinde oturdu ve o anda ateş ona serinlik ve selâmet oldu. Böylece orada oturmaya devâm ederken İmâm-ı Dârânî (Kuddise Sirruhû) sözlerini bitirince etrâfındakilere: ‘Kalkın! Ahmed’in yanına gidelim, onun benim emrime imtisâlen tandıra girip içinde oturduğunu düşünüyorum.’ buyurdu.
Böylece gittiler ve onu ateşin içinde oturur vaziyette buldular, böylece Süleymân ed-Dârânî Hazretleri onun elinden tutarak dışarı çıkarttı.” (İbnü Kesîr, el-Bidâye, 10/348; ‘Abdurrahmân el-‘Imâdı, er-Ravzatü’r-rayyâ fî men düfine bi Dâriyya, sh:79-80)
İşte şeyhinin kapısında sebât edenler güzel âkıbetlere nâil olarak iki cihânda mesûd olurlar ama her kim de bîattan gerisin geri dönerse -me‘âzellâh- Allâh-u Te‘âlâ onu zelîl ve rüsvây eder. (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 4/156; Muhammed Mâü’l-‘ayneyn, Mübsıru’l-Müteşevvif, 1/392)
Zamânında meşâyihın en büyüğü olan Ebû Abdillâh ibnü Hafîf eş-Şîrâzî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Rüyamda Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i gördüm, şöyle buyuruyordu:
«مَنْ عَرَفَ طَر۪يقًا إِلَى اللّٰهِ فَسَلَكَهُ ثُمَّ رَجَعَ عَنْهُ عَذَّبَهُ اللّٰهُ بِعَذَابٍ
لَمْ يُعَذِّبْ بِهِ أَحَدًا مِنَ الْعَالَم۪ينَ.»
“Her kim Allâh’a varan bir yolu bilip ona girer de sonra ondan dönerse, Allah-u Te‘âlâ ona, âlemlerden hiç kimseye yapmadığı azap ile azap eder.” (el-Kuşeyrî, er-Risâle, 2/569; Râğib el-İsfhânî, Muhâzâratü’l-üdebâ, 1/340; İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 2/439)
İsmâîl Hakkı (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu makamda şöyle bir açıklama yapmıştır: “Bu kimsenin azâbının çok şiddetli olmasının sebebi şudur ki, o, girdiği yolun Hakk Te‘âlâ’ya ulaştıran hak bir tarîk olduğunu bildiği hâlde mânevî yoldaki imtihanlara dayanamadığından geri dönmüştür, tabî ki bilenle bilmeyen bir olmaz.” (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 2/439)
Şimdi burada dikkat etmemiz gereken husus şudur ki; bir insan bir mürşide bağlanıp onunla bîatlaşmasa o kişi hakkında bu tehditler söz konusu olmaz ama her kim Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri gibi mürşid-i kâmile intisâb ederse mutlakā o kişiye ders alırken:
﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ﴾
“(Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki (seninle sözleşmek üzere el tutuşarak) bîatleşmektedirler, (aslında) onlar ancak Allâh ile bîatleşmektedirler. (Zîrâ peygambere itâat sözü, ancak Allâh-u Te‘âlâ’ya itâat ve emirlerine uyma maksadıyla verilmektedir. Sen onlarla el ele tutuşurken) Allâh’ın kuvveti (ve yardımı) onların ellerinin üzerindedir.
(Çünkü seninle yapılan bir sözleşme, arada hiçbir fark bulunmaksızın Bi’z-Zât Allâh-u Te‘âlâ ile yapılan bir akit mesâbesindedir.)
Artık her kim (sana verdiği bu sözü) bozarsa, işte o ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Ama her kim Allâh ile, kendisi üzerinde (antlaşarak) ahitleşmiş olduğu o şeyi îfâ eder (de Allâh’a verdiği sözü hakkıyla yerine getirir)se, işte muhakkak ki O, ona (hiçbir göz görmedik, hiçbir kulak işitmedik, hiçbir beşerin kalbinden dahî geçmedik) çok büyük bir ecir (ve mükâfât) verecektir.” (el-Feth Sûresi:10) âyet-i kerîmesi okunuyor ve o da bunu kabullenerek ders alıyor.
İşte bu tehditler bu sözleşmeyi bozanlar hakkında câridir. İbnü Arabî (Kuddise Sirruhû)nun bu beyanlarında geçen ağır azap tehditleri, Allâh-u Te‘âlâ’nın:
﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا
اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ
وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴾
“O kimseler ki; Allâh’ın ahdini ve (peygamberine ve varislerine itaat edeceklerine dâir Ona söz verirken yaptıkları) yeminlerini (riyâset ve rüşvet alma gibi dünyâlık) az bir paha karşılığında değiştirmektedirler; işte onlar (var ya); gerçekten de kendileri için âhirette hiçbir nasip yoktur.
Ve Allâh onlarla (kendilerini sevindirecek şekilde aslâ) konuşmayacaktır.
Kıyâmet gününde de onlara (rahmet nazarıyla) bakmayacaktır ve kendilerini (afv ederek günah kirlerinden) temizlemeyecektir Onlar için çok acı verici büyük bir azap da vardır.” (Âl-i İmrân Sûresi:77) kavl-i şerîfinin tasdîkidir.
Zîrâ şeyhe verilen söz, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e, ona verilen söz de Allâh-u Te‘âlâ’ya verilen söz olduğu için bu sözleşmeyi bozanlar da mânevî olarak bu tehditlere çarpılırlar.
Artık bu saatten sonra şeyhi ona: “Ben yerime kimseyi bırakmadım.” der de o da sosyal medya aracılığıyla da olsa onun bu beyânını görüntülü ve sesli olarak müşâhade ettikten sonra bir mürîd birtakım uydurmalara kapılarak hayatları Efendi Hazretleri’ne muhâlefetle geçmiş Abdullâh Kılıç, Ahmet Ustaosmanoğlu ve Mahmut Eren gibi kişilerin tarîkatta çıkarttıkları bidatleri, yıllarca kendisine râbıta yaptığı mürşid-i kâmiline tercih ederse işte bu tehditler bu kimseler hakkında gerçekleşecektir.
“Rûhu’l-beyân” sâhibinin de işin fezlekesinde buyurduğu gibi:
«لَيْسَ مَنْ يَعْلَمُ كَمَنْ لَا يَعْلَمُ.»
“Bilen kimse bilmeyen gibi olmaz.” (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 2/439)
Fikri’yi Şeyh Îlân Edenler Ülü’l-Emr Olarak Teslim Oldukları Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne İtâatı Terk Ettiklerinde Ülü’l-Emre İtâati ve Bîatı Bozdukları İçin Şerîata Göre Haram İşlemiştirler
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin Bu Husustaki Konuşması:
“Mevzûları şahsîleştirmeyelim, ümmet meselelerini, umûmî meseleleri konuşalım. Milleti fitneye düşürecek, cinlendirecek, büyülendirecek, mâneviyâtını engelleyecek, Efendi Hazretleri’nin tâbîriyle ‘Nâkıs şeyh semm-i kātil (öldürücü zehir)’ olduğuna göre avu yutturacak ise tabî bunları uyarıyoruz.
Adam kendini ‘Mir’âtullâh (Allâh’ın aynası)’ yerine koyup ‘Ben şeyhim.’ diye kabûl edip, ‘Râbıta bana yapılabilir.’ diye kabûl edip ‘Dünyâda Allâh ile insanların arasında en büyük mercî’ olarak kendini görme diye bir sıfatı kabullenmiş, oysa bu sana zorla yüklenmesi lâzım. Yoksa sen bunu nasıl iddiâ edersin?!
Onun bunun lafıyla, şıracıyla, bozacıyla, çorbacılarla şâhit getiriyorsunuz. Ha bu ayrı bir şey (bu gıybet sayılmaz.)
Tabî milleti uyaracağız. Ocakları mı batsın?! Dünyâ ocağı batsa, iflâs ettirse adamı iyi miydi?! Peki âhiret iflâsı dünyâdan daha zor değil mi?! Daha kötü değil mi?! Yarın âhirete çıkacak, ondan sonra
﴿ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ ﴾
‘Hiç hesâba katmadıkları şeyler Allâh-u Te‘âlâ tarafından karşılarına çıkacak.’ (ez-Zümer Sûresi:47) buyruluyor.
O zaman ne cevap verecekler?! Efendi Hazretleri çok okurdu bu âyeti.
Şu ibâreyi de çok okurdu:
عَمِلُوا أَعْمَالًا ظَنُّوهَا حَسَنَاتٍ فَوَجَدُوهَا ف۪ي كَفَّةِ السَّيِّاٰتِ
‘Birtakım ameller işlediler ki onları güzel şeyler sandılar,
Sonra (mahşere çıkınca) onları kötülükler kefesinde buldular.’
(Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, 1/179; el-Gazâlî, İhyâü ‘ulûmiddîn, 1/124)
Birtakım ameller yaptılar, onları (yaparken) ‘Hasenât yapıyoruz, güzel amel yapıyoruz. ‘Risâle-i Kudsiyye’ye biz uyuyoruz, ‘Mektûbât’a bakıyoruz, yok silsileyi devâm ettiriyoruz.’ (diyorlar) ama iftirâ ediyorsun. Tarîkatın sâhibi böyle bir şey demedi ve aksini söyledi. Şâhit var, sesi var, görüntüsü var.
Ha şimdi ‘Ben iyi niyetle yapıyorum.’ (derler.) Tamam ama ‘Âhirette günahların kefesinde bulacaklar.’ (buyruluyor). Bunun gibi nice böyle amellerimiz iyi niyet(le yapılıyor. Fakat) ‘Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.’ diyorlar.
Böyle de bir tâbir var. Dolayısıyla bir defâ bir işin meşrû olup olmadığının kāideleri var. Ehl-i Sünnet îtikādının kāideleri var. Dört mezheb fıkhının kavâidi var. Tasavvufun kavâidi var, kāideleri var.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû):
«كَالْمَيِّتِ بَيْنَ يَدَيِ الْغَسَّالِ.»
‘Kâmil bir şeyhe ulaştıktan sonra bütün isteklerini ona teslim etmekten ve yıkayıcının elindeki ölü gibi mürşide teslîmiyyetten başka bir şey gerekmez.’ buyuruyor. (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, cild:1, mektûb rakamı:61)
Sen mürşid-i kâmil olarak bağlandığın bir zâta muhâlefet ettirerek o kāidelerle amel edemezsin. Çünkü birinci kāide; mürşide teslîmiyet. Birinci kāideyi bozduktan sonra ondan sonra (her şey bozulur).
Düğmenin birincisini yanlış ilikleyince aşağı doğru mecbur yanlış ilikleyeceksin. Yâni bir defâ mürşid-i kâmil olarak intisâb ettiğin zâta ittibâ etme zorunluluğu var. Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e ittibâ neyse mürşide ittibâ odur.
Onlar Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in vârisleridir. Ha Mahmud Efendi Hazretleri’ne îtirâz etmiş, ha Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e îtirâz etmiş.
Ama bu kim için? Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nden bîat almış, tarîkat dersi almış kişiler için. Ama genel halkta tabî ki herkesin sâdece Allâh ve Rasûlü (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı mesûliyetleri var, şerîatın emirlerine yasaklarına (bağlı olmaları lâzım).
Ama özelde bir kişiye bîat edip söz verdiysen sonra ona muhâlefet edersen o hususta çok hadîs-i şerîfler var. Bakın Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «ثَلَاثَةٌ لَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَلَا يُزَكّ۪يهِمْ، وَلَهُمْ عَذَابٌ أَل۪يمٌ؛ رَجُلٌ بَايَعَ إِمَامًا فَإِنْ أَعْطَاهُ وَفٰى لَهُ، وَإِنْ لَمْ يُعْطِهِ لَمْ يَفِ لَهُ…»
“Üç kimse vardır ki Allâh-u Te‘âlâ kıyâmet gününde onlarla konuşmayacaktır, onları (günahlarından) aklamayacaktır ve onlar için çok acı verici bir azap vardır; (onlardan biri) bir adamdır ki bir imama bîat etti sonra o ona (istediğini) verirse ona vefâlı davrandı, ona (istediğini) vermezse ona vefâ göstermedi.” (et-Tirmizî, es-Sünen, es-Siyer:34, rakam:1685, 3/416)
İşte İsmâîlağa heyeti imam olarak bîat ettikleri Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri kendilerine istediklerinin vermediği için ona muhâlefet ederek Allâh-u Te‘âlâ’nın mahşerde kendilerini aklamayacağı büyük bir günaha düşmüşlerdir ki eğer bundan tevbe etmezlerse kıyâmet günü hâlleri bu hadîs-i şerîfte zikredildiği şekilde felâket olacaktır.
Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz:
﴿ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ ﴾
‘Ey îmân etmiş olan o (saîd) kimseler! Allâh’a itâat edin, o Rasûl’e ve siz(in gibi müminler)den olan (âlimler, kadılar ve idâreciler konumundaki) ülü’l-emre de itâat edin.’ (en-Nisâ Sûresi:59) âyet-i kerîmesini çok okurdu.
Burada ‘Ülü’l-emr’ tabî ki Fâtih Sultan, Yavuz Sultan gibi halîfeler, emîrü’l-müminînler, yöneticiler, hani Müslüman yöneticilerden bahsediliyor ama burada ‘Esas ulemâdır.’ buyurdu ve ‘Esas meşâyihtır.’ buyururdu.
‘Rûhu’l-beyân Tefsîri’nde Nisâ Sûresi’nin 83. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde bu hususta ‘Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra ülü’l-emre sorulması lâzımdır ki; sülük (tarîkat) erbâbı için bunlar meşâyih-i vâsılûndur (Allâh-u Te‘âlâ’ya mânen ulaşmış olan zatlardır.)
«وَمَنْ كَانَ لَهُ شَيْخٌ كَامِلٌ فَهُوَ وَلِيُّ أَمْرِهِ.»
‘Her kimin kâmil bir şeyhi varsa onun ülü’l-emri odur.’ buyrulmuştur. (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Rûhu’l-beyân, 2/246-247)
Tasavvufta Allâh’a itâat, Rasûlü (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e itâat, peşinde ülü’l-emre itâat (geçiyor). Sen ülü’l-emre itâatı bozdun. Dolayısıyla şimdi safkayı bozanlar, beyânı tersine çevirenler ve evliyâullâha iftirâ edenler ve onların dediklerinin tersini konuşanlar felan bunlara tabî reddiye yapılacak. Buralarda gıybet arama. Yâni benim bundan vicdânım rahat.”
“Burada kimse ‘Tarîkat işleri şerîat hükümlerine kıyâs edilemez.’ diyemez. Çünkü Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz: ‘Tarîkat dersi yapmak (mürşide söz verip bîat edenler için) iki rekât namaz gibi farzdır. Bir gün kaçırılırsa kazâsı lâzımdır, zîrâ bu, (evvelce kendisine vâcip olmayan şeyi adayarak) nezir yapmak hükmündedir.’ buyurmuştur.
Bu demektir ki bir insanın Kurban Bayramı dışında kurban kesmesi vâcip değilken ‘Oğlum yolculuktan sağ-sâlim dönerse Allâh-u Te‘âlâ için bir kurban keseceğim.’ diyen kişinin çocuğu selâmetle döndüğünde kurban kesmesi vâcib olduğu gibi, bir hususta birine söz verenin de onu yerine getirmesi kendisi üzerine vâcib olur ki vâcib amel bakımından farzla eşittir. Dolayısıyla bir mürşitten tarîkat dersi alarak ona teslîm olmaya söz veren kişilerin ona muhâlefet ederek verdikleri sözü bozmaları adağını yerine getirmeme anlamı taşıdığı için fıkhen haramdır.”
Mürşide Teslîmiyete Örnek Olarak Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz Şeyhi Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’den Nasıl Korktuğunu Şöyle Anlatıyor:
“Ben Efendi Babam’dan o kadar korkarım ki! Onlar adamı yerden yere vururlar, onlara karşı hiç edepsizlik olmuyor.
Ondan izinsiz hiçbir şey yapmam. Ben ondan hepinizden fazla korkarım, hepinizin korkusu toplansa benim korkum daha çoktur.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, cild:3, 27 Ağustos Perşembe 1992 târihli sohbet)
Hasbî Abdülkerîm hocamızın dediği gibi “Ben iki şeyh, bir mürîd gördüm.
İki şeyh; Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ve Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri. Bir mürîd; Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri.”
Dolayısıyla Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz kendi şeyhine nasıl bağlı olup ondan ne kadar korkuyorsa bizim de Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne o kadar teslîmiyet gösterip şu anda onun vasiyetlerini bozmaktan o kadar korkmamız îcâb ederken bu İsmâîlağa Heyeti’nin yaptıkları onların Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in müritliği ile alâkaları kalmadığını açıkça göstermektedir.
Ebû Yezîd el-Bistâmi’nin Mürîdinin Helâk Olması Şerîata Muhâlefetten Değil, Şeyhine Azıcık Muhâlefetten Sebep Oldu
Hasen ed-Dâmiğânî (Kuddise Sirruhû) şöyle anlatmıştır: “Şakîk-i Belhî ve Ebû Türâb en-Nahşebî (Kuddise Sirruhümâ) bir kere Ebû Yezîd el-Bistâmî (Kuddise Sirruhû)ya ziyârete geldiler, o da onlara sofra takdim etti, o sırada bir genç Ebû Yezîd el-Bistâmî’ye hizmet ediyordu, o ikisi ona: ‘Ey genç bizimle berâber ye.’ dediler. O ise: ‘Ben oruçluyum.’ dedi.
Sonra Ebû Türâb (Kuddise Sirruhû) ona: ‘Bizimle berâber ye, sana bir aylık oruç sevâbı var.’ dedi, o yine yemedi.
Bunun üzerine Şakîk (Kuddise Sirruhû): ‘Ye, sana bir senelik oruç sevâbı var.’ dedi.
O genç yine geri durdu. O zaman Ebû Yezîd (Kuddise Sirruhû): ‘Allâh-u Te‘âlâ’nın nazarından düşmüş olan bu kişiyi terk edin.’ dedi ve bir sene sonra o genç hırsızlığa başladı ve eli kesildi.”
Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû)nun menâkıbını anlatan Salâhuddîn ibnü Mübârek el-Buhârî’nin “Enîsü’t-tâlibîn ve ‘uddetü’s-sâlikîn” isimli eserinin tercemesi olan “Makāmât-ı Nakşibendiyye”de nakledilmiştir ki:
“Hâce Alâü’l-Hak ve’d-Dîn (Alâüddîn Attâr) (Tayyebellâhu Türbetehû) Hazretleri şöyle buyurdular:
‘Bir gün bir mürîd Ulu Hâce (Nakşibend) Hazretleri’ne pişmiş balık getirdi. Dervişlerin de hazır olduğu bu mecliste âbid ve zâhid bir genç vardı, tesâdüfen oruçlu idi.
Hâce Hazretleri ona: ‘Dostlara uy ve (sen de) ye.’ dediler. (O genç) Hâce Hazretleri’nin şerefli sözlerine muvâfakat etmedi. Tekrâr: ‘Bir Ramazân (gününün) orucunu(n sevâbını) sana bağışladım, ye.’ dediler. Yemedi.
Üçüncü kere: ‘Bütün Ramazân orucunu(n sevâbını) sana bağışladım, (sen de) ye.’ dedi. Yine icâbet eylemedi.
Hâce Hazretleri buyurdular ki: ‘Sultânü’l-ârifîn Ebû Yezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhu’l-Azîz) Hazretleri’ne dahî böyle bir durum vâki oldu (böyle bir durumla karşılaştı). Sözlerini kabûl etmeyen kimseyi nazarlarından terk etti de uzak kalanlardan oldu.’
Rivâyet edilir ki ‘Bir zaman sonra o genç âbid oruç ve namazın yüce mertebelerinden yüz çevirerek dünyânın boş ve değersiz mal ve mülküne tutuldu. Bu hususta edebi terk edip dervişlere muvâfakat etmeyerek evliyâullâhın sözlerine icâbet eylemediğinden onların şerefli sohbetlerinden mahrûm kaldı.” (Süleymân ‘Izzî ibnü Halîl, Makāmât-ı Nakşibendiyye, sh:52)
İşte “SİLSİLE-İ MEŞÂYİH ARASINDA BENİM YERİM ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİ’NE BENZER.” buyuran Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e muhâlefet edenler artık bir an evvel tevbe edip onun râbıtasına dönmezlerse iki cihanda bu büyüklerin şefâatlerine eremezler ve yüzlerine bakamazlar.
İşte bu kıssalardan anladığımız üzere; şeyhe muhâlefet illâ farzları terk etmek veyâ büyük günahlar işlemek sûretiyle olmaz, tasavvufta en mûteber eser olan İmâm-ı Kuşeyrî (Kuddise Sirru-
hû)nun “Risâle”sinde geçen bu kıssada görüldüğü üzere; burada meşâyih hazarâtı o gençten sâdece nâfile orucu açarak onlarla birlikte yemesini talep ettiler.
Nâfile orucu kaba kuşluğa kadar açmak câizdir, açana yeniden tutmak vâcip olur, hattâ “Misâfirin hâtırını yapmak için bozmak mekruh olmaz aksine müstehab olur.” (Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, 1/430) kāidesine göre o sırada kaba kuşluk vakti olmadığı için, ona böyle bir teklif sundular.
Fakat o genç onlara muhâlefet edince Ebû Yezîd el-Bistâmî (Kuddise Sirruhû) böyle bir kelâm buyurdu ve peşisıra o genç helâk oldu, hattâ yukarıda zikredilen rivâyetlere göre muhannes (eşcinsel)lerle dolaşmaya başladı.
Bu kadarcık bir muhâlefet bile Allâh-u Te‘âlâ’nın nazarından düşmeye sebebiyet veriyorsa ya Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz gibi bir müceddid şeyhe, mürşid-i kâmile en önemli konularda yaptığı vasiyetlerinde muhâlefet ve îtirâz edip onun tarîkatını bozanların başına neler geleceği iyi düşünülmelidir.
Kimse burada meşâyih hazarâtının şerîata muhâlif bir şey istediğini zannetmesin, zîrâ misâfire hürmeten nâfile orucu açmanın mekruh olmadığı aksine çok sevap olduğu hadîs-i şerîflerde bidirilmiştir. Nitekim Ebû Saîd (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır:
عَنْ أَب۪ي سَع۪يدٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: «صَنَعَ رَجُلٌ طَعَامًا وَدَعَا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَصْحَابَهُ فَقَالَ رَجُلٌ: «إِنّ۪ي صَائِمٌ»، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «أَخُوكَ صَنَعَ طَعَامًا وَدَعَاكَ أَفْطِرْ وَاقْضِ يَوْمًا مَكَانَهُ.»
“Bir adam bir yemek yaparak Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i ve sahâbesini çağırdı, o sırada bir adam ‘Ben oruçluyum.’ dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Kardeşin bir yemek yapmış ve seni çağırmış. Orucunu aç ve onun yerine bir gün kazâ et.’ buyurdu.” (el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, rakam:14537, 7/430; ed-Dârekutnî, es-Sünen, rakam:2241, 3/140; Ebû Dâvûd et-Tayîlesî, el-Müsned, rakam:2317, 3/655)
İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) bu hususta şöyle buyurmuştur:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: «مَنْ أَفْطَرَ لِسُرُورِ أَخ۪يهِ الْمُسْلِمِ كَتَبَ اللّٰهُ لَهُ صَوْمَ أَلْفَيْ يَوْمٍ؛ أَلْفُ يَوْمٍ لِفِطْرِهِ وَأَلْفُ يَوْمِ لِقَضَائِهِ.»
“Her kim Müslüman kardeşini sevindirmek için orucunu açarsa Allâh-u Te‘âlâ ona iki bin gün oruç tutmuş sevâbı yazar. Bin gün (sevâbı) orucunu açtığı için, bin gün de (yerine başka bir gün oruç tutarak) onu kazâ ettiği için.” (‘Ömer en-Nesefî, Kitâbü’l-Yevâkît fi’l-mevâkît, Özbekistan Devlet Halk Kütüphânesi, Şark El Yazmaları, rakam:3176, verak:200a)
İsmâîlağa Heyeti Niçin Felâh Bulamaz!
Geride zikredilen bunca delilde görüldüğü üzere şu anda İsmâîlağa’yı yöneten ve “Büyük heyet” diye anılan kadronun hiçbiri Efendi Hazretleri’ne muhâlefetten geri durmamıştır. Bu yüzden kendilerinin evvelce şeyh olarak kabûl edip sonra îtirâz ettikleri zât ile aralarındaki nisbet kesilmiş olduğu için artık bunların tevbe etmedikleri sürece iki cihanda felâh bulacaklarını kimse söyleyemez.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin çok değer verdiği ve sürekli eserlerinden nakiller yaptığı İbnü Hacer el-Heytemî (Rahimehullâh) bu konuda şunları söylemiştir:
“Her kim meşâyiha îtirâz kapısını açar da onların hâllerini ve işlerini karıştırırsa ve araştırırsa şüphesiz ki bu onun mahrum olduğunun, âkıbetinin kötü olacağının ve aslâ felâh bulamayacağının alâmetidir.-
Bundan dolayı meşâyih hazarâtı:
«مَنْ قَالَ لِشَيْخِهِ: «لِمَ؟!»، لَمْ يَفْلَحْ أَبَدًا؛
أَيْ لِشَيْخِهِ فِي السُّلُوكِ وَالتَّرْبَيِةَ.»
‘Her kim şeyhine yâni sülük ve terbiye (tarîkatta yetişme) husûsundaki şeyhine ‘Niçin (böyle yaptı)?!’ derse ebedî felâh bulmaz.’ demişlerdir.
(İbnü Hacer el-Heytemî, Fetâve’l- hadîsiyye, suâl rakamı:44, sh:142; İbnü ‘Âbidîn, Sellü’l-husâmi’l-Hindî, sh:53-54)
Zîrâ tasavvufta yerleşmiş olan kāideye göre:
«إِنَّ شَأْنَ السَّالِكِ أَنْ يَكُونَ بَيْنَ يَدَيِ الشَّيْخِ كَالْمَيِّتِ بَيْنَ يَدَيِ الْغَسَّالِ.»
‘Şüphesiz sâlik (ve mürîd)in şânı (ve ona gereken şart); şeyhinin önünde, yıkayıcının elindeki ölü gibi olmalıdır.’” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, cild:1, mektûb rakamı:61)
(İbnü Hacer el-Heytemî, Fetâve’l-hadîsiyye, suâl rakamı:44, sh:142; İbnü ‘Âbidîn, Sellü’l-husâmi’l-Hindî, sh:53-54)
“Hattâ bir mürîdin ilimleri veyâ âdetleri yâhut amelleri olsa bile onlardan yüz çevirmeli ve onlara îtibâr etmemelidir, zîrâ Allâh-u Te‘âlâ’ya vâsıl olan bir zâtın elinde sülûk yapmayı murâd eden kişi ona itâati ve onun emir ve yasaklarının altına girmeyi kendine ilzâm (ve mecbur) etmelidir.”
(İbnü Hacer el-Heytemî el-Mekkî, Fetâve’l-hadîsiyye, suâl rakamı:44, sh:142; Muhammed Emîn İbnü ‘Âbidîn, Sellü’l-husâmi’l-Hindî li-nüsrati’ş-Şeyh Hâlid en-Nakşibendî, sh:53-54)
– ÜÇÜNCÜ FASIL –
– HASAN EFENDİ’NİN BAŞINDA BULUNDUĞU HEYET HANGİ ŞARTLARI İHLÂL EDİNCE EFENDİ HAZRETLERİ HASAN EFENDİ’NİN BAŞVEKİLLİĞİNİ NESH ETTİ? –
Şimdi özetle; Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) Medîne-i Münevvere’den döndüğünde Hasan Efendi’yi önüne oturtarak yazdırdığı arzuhâlde: “Biz Medîne’den dönelim Hasan Efendi’yi ve Mustafa Efendi’yi tertip üzere vekiller olarak Türkiye’ye îlân edelim.” buyurdu diye yazdırdı ve kendisinden sonra bu iki hoca efendinin sırasıyla vekillerin emîri olacağı anlaşıldı.
Ama daha sonra 2007’de hastânede kendisine sorulan suâllerde, Hasan Efendi’nin başvekîl dahî olmadığını beyân etti. Peki işte tam burada insanların aklına: “Efendi Hazretleri verdiği sözü bozdu.” şeklinde bir şüphe takılabilir.
Ancak konu incelendiğinde Efendi Hazretlerimiz’in: “Ben kimseye söz vermedim.” sözünden de anlaşıldığı üzere burada bir söz vâki olmadığı, vâki olsa da şartlı vâki olduğu ve bu şartın Hasan Efendi ve başında bulunduğu heyet tarafından ihlâl edildiği beşinci bapta zikredilen delillerle ispât edilmiştir. İşte bundan dolayı; 2004’te yazdırılan bu yazının akabinde gelişen olaylar Hasan Efendi’nin başvekilliğinin de buna göre iptâline sebebiyet vermiştir.
Zîrâ birileri Efendi Hazretleri’nin sağlığında Hasan Efendi’ye râbıta yapmaya kalkmış özellikle Mahmut Eren, şâhitlerin de beyânı vechile, Kuzuluk’taki 2007’deki toplantıda “Hasan Efendi şeyh midir, değil midir, şu anda râbıta yapılır mı, yapılamaz mı, bana göre yapılabilir.” şeklinde beyanlarda bulunmuş ve İsmâîlağa merkez de bu işlere sessiz kalmıştır.
Ayrıca Hasan Efendi’nin oğlu Hüsnü Kılıç “Çarşaf şart değil. ‘Şalvar-cübbe giy.’ diyen câhiller var.” şeklinde Aktüel Dergisi’ne Ağustos 2005’de röportaj verdiğinde bu durum Efendi Hazretleri’ne arz edilince mübârek çok gazaplanmış ve Hüsnü’yü savunan oğlu Ahmet Hoca hakkında: “Benim öyle mahdûmum yok.” buyurmuş ve “Efendim Hasan Efendi’yi Trabzon’dan çağıralım, gelsin bu işi düzeltsin.” diyenlere: “Hasan Efendi gevşek adam, o bir şey beceremez, çarşafın aleyhine konuşarak oğlu dîni yıkmış, kendisi Of’a gitmiş, çağırmayın gelmesin. Hani nerede o?! Bu kadar iş olurken nerede?! Mâdem yok, çağırmayın gelmesin.” demiştir.
Yine bir keresinde Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû): “Hasan Efendi kimseye emr-i bi’l-ma‘rûf yapmaz.” buyurmuştur.
İşte böylece Hasan Efendi’nin İsmâîlağa’da gelişen şerîatsızlıkları ve tarîkata muhâlefetleri durduramayacağını gören Efendi Hazretlerimiz (Kaddesallâhu Sirrahû) başvekillik hakkında verdiği sözleri iptâl etmiş ve herkesi umûmî vekilliğe salmıştır.
Nitekim İsmâîlağa Vakfı başkanı Mustafa Sultanoğlu 2007’deki hastâne beyânı sonrasında Efendi Hazretlerimiz’e: “Hasan Efendi’yi şeyh bıraktınız mı?” diye sorduğunda Efendi Hazretlerimiz: “Yok.” buyurmuş, bu sefer: “Halîfe bıraktınız mı?” deyince yine “Yok.” buyurmuş, sonra “Başvekîl bıraktınız mı?” deyince yine “Yok.” buyurmuştur.
Dolayısıyla Efendi Hazretleri bütün sözlerini Allâh-u Te‘âlâ’nın ilhâmı üzere, hak üzere söylemiştir. Bâzı şartlarla da bunu kayıtlamıştır.
Bu şartları ihlâl edenlere evvelce verdiği bâzı mansıb ve makamları geri alma hakkına sâhiptir ve bâzılarından da almıştır.
Burada söz bozan Efendi Hazretlerimiz olmamıştır. Karşı taraflar şartları ihlâl ettiği için Efendi Hazretlerimiz onlara verdiği vazîfeyi alarak her zaman hak üzere isâbet etmiştir.
Efendi Hazretleri Hastânede Hasan Efendi’yi Başvekillikten de Azlettiği Hâlde 20 Ay Boyunca Cübbeli Hoca ve Şûranın Hocaları Buna Niye Îtirâz Etmedi?
Bu suâl çokça sorulmakta olup cevâbı ise çok basittir. Şöyle ki Efendi Hazretlerimiz’in cenâzesinde oğlu Ahmet Hoca: “Babam cemâatin başına temsilci olarak Hasan Efendi’yi bıraktı.”
şeklinde îlân yapınca bu konuşmada Hasan Efendi’ye şeyhlik ve halîfelik nispet edilmeyip sâdece temsilcilik anlamı taşıdığından ve daha sonra Hasan Efendi’nin: “Şeyh de yok, şeyhlik de yok, her şey eskisi gibi devâm edecek ve bana râbıta yapılmayacak.” şeklinde beyanları bulunduğundan hiçbir hoca efendi bu konuda Hasan Efendi’nin başvekilliğine îtirâz etmemiştir.
Zîrâ Efendi Hazretlerimiz’in: “Benden sonra başvekîli cemâat seçer.” sözü bulunduğu için cenâzede yapılan îlâna da kimse îtirâz etmediği için bu hususta ihvânın, hocalarının ve avâmının ittifâkı hâsıl olmuş demektir.
Nitekim Hasan Efendi’nin kıdemi, Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin ihvânı olması, hâfızlığı, âlimliği ve takvâsı gibi birtakım vasıfları öne çıktığından, kendisi de şeyhlik iddiâsı yapmayıp, kendisine râbıta yaptırmadığından dolayı onun başvekilliğine îtirâza kimse lüzum görmemiştir.
Ve böylece yine Efendi Hazretlerimiz’in: “Benden sonra başvekîli cemâat seçer.” sözü yerini bulmuş olmaktadır.
Çünkü îtirâz etmemek kabûl anlamına geleceğinden burada bir sorun oluşmamıştır. Ancak Hasan Efendi’nin kendisinden sonraki başvekîli seçme hakkı olmadığı hâlde Hasan Efendi’ye iftirâ edilerek sözlü veyâ görüntülü hiçbir beyânı bulunmadığı hâlde iki oğlu, bir dâmâdının tertibiyle kendisinden sonra hem de râbıtalı şeyh olarak Fikri Doğan’ı bıraktığını iddiâ etmeleri bardağı taşıran son damla olmuştur ve o saatten sonra artık şûrânın hocaları başta olmak üzere ihvânın yüzde doksan beşi İsmâîlağa’yı terk etmiş, İsmâîlağa heyeti ile ilişkilerini kesmiş ve Fikri Doğan’ın sahte şeyh olduğunu dünyâya duyurmak zorunda maalesef kalmışlardır.
“İsmâîlağa Cemâati” Tâbirini Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Müritleri Hakkında Kullanmak Hem Vâkıa Bakımından Hem de Tarîkat Açısından Büyük Bir Yanlıştır
Bu hususta 2014 yılında şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretleri’nin muvâfakat ve tasdîki ile neşredilen Marifet Dergisi’nin 27. sayısında geçen yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.
Bizler “İsmâîlağa Cemâati” nisbetini, ifâdesini uygun bulmuyoruz. Şeyhulislâm İsmâîl Efendi (Rahimehullâh) büyük hizmetler etmiş ve arkasında eserler bırakarak (âhirete) gitmiştir.
Allâh-u Te‘âlâ kendisinden râzı olsun. Ama bizi, o irşâd etmedi. İsmâîlağa Câmi-i Şerîfi’nin taş duvarları da irşâd etmedi. Bizi ve bizim gibi milyonları en zor şartlarda iğne ile kuyu kazar gibi çalışarak Mahmûd Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) irşâd etti. Bize yakışan ise kendimizi mürşidimize nisbet etmemiz ve onun isminin yayılmasına çalışmamızdır. Bizler “İsmâîlağa Cemâati” değil, “Mahmûd Efendi Hazretleri’nin cemâatiyiz.”
Mevlâ Teâlâ Hazretleri cümlemizi sevgili mürşidimizin mehabbetinde cemetsin. Huzur ve ğaybetindeki âdâb ile müeddeb eylesin. Her türlü tefrikadan, fitnelerden muhâfaza eylesin.
Kalbimizde hiçbir Müslüman’a karşı kin, buğz, adavet, nefret ve hased bırakmasın. Bu mukaddes yolda istikāmetler ihsân eylesin. Cümlemizi sultânımızdan ve onun yolundan dünyâda ve âhirette ayırmasın. Âmîn!
(Mârifet Dergisi, Aralık 2014, sayı:27)
İSMÂÎLAĞA’YA BAĞLI MEDRESELERE NE İÇİN TALEBE VERİLMEZ?
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin Bu Husustaki Konuşması:
Ne oldu burada? Yâ ne olmadı (ki)?! Mahmut Eren’in, İsmâîlağa’nın sitesinde bir yazı var, yazının resmini koydum siteden, sonra çektirdiler, çekmeleri lâzım, ne yazdı oraya adam: “Amerika’nın göbeğinde de olsa, işte 12 Eylül olayları gibi İslâm’ı kötü şey yapan Işid gibi şeylerden duyduğu için İslâm’ı kötü tanımış olsa ve öyle de ölse cehenneme girmeyecek ve bütün imamların ittifâkı ile.” diye yazdılar.
Kim yazdı bunu? Yâkup (Hocaoğlu) diye birisi. Nerede hoca bu? Mahmut Eren’in kursunda.
İsmâîlağa’daki bütün heyetteki hocalar varken ki Hasan Efendi sağ iken 2 sene bu yazı orada durdu. Bu kimin görüşü? Bu hiçbir Müslüman imamın görüşü değil.
Mâturîdî de hiç değil. Çünkü Mâturîdî tamâmen fetret devrindekine bile “Allâh’ı bilmesi bulması lâzım.” diye ağır şart getiriyor.
Eş‘arî’de şart daha yumuşak; “Fetret devri ise, kitap duymamışsa” felan diyor. Şimdi fetret diye bir şey var mı? Yok.
Çünkü şu anda dünyâda ben 15-20 sene evvel haberlerde gördüm dünyâ ile hiçbir irtibâtı olmayan ilkel bir kavim rastlandı, bulundu. Bu şimdi fetret ehline kıyâs edilebilir mi? Edilebilir.
“Amerika’nın göbeğinde” dedikten sonra her türlü ulaşım imkânı olan bir yerde, şu anda her şeyi inceleyecek bir ortam var. Adamın biri birini kesmiş, o da sakallıymış.
“Vay bu Müslümanlar hep böyle teröristmiş.” diye (düşünerek) o da İslâm’ı felan incelememiş, İslâm kötü gösterilmiş. Adam her şeyi, dünyâyı karıştırıyor (ama) onu incelemediği için gâvur olarak ölmüş, cehenneme girmeyecek.” (diye İsmâîlağa’nın sitesinde yazdılar.)
Bu ne Eş‘arî’de var, ne Mâturîdî’de var. Böyle bir şey mi var yâ?! İki sene bu (İsmâîlağa’nın sitesinde) durdu. Bu mesele şerîat mıdır, değil midir? Bu mesele îtikād mıdır, değil midir?
Peki biz bu adamın dedik ki (bunu yazanı) buradan çıkarın. Talebelere bu ders veremez. 2 sene bu yazıyı burada sakladınız. Millet de yuttu, hocalar da görmemiş, çıkarttılar mı çıkartmadılar, devâm ediyorlar.
Peki adam bana geldi canlı. Ben Mahmut Erenlere hepsini söylüyorum “Sizin medreselerinize talebe verilmez.” Niye? “Râbıta meselesi tarîkat meselesi.”
Sonraki plan ben onu tarîkat ehli ile konuşayım diyorsun. Ben sana şimdi şerîat ile konuşuyorum! Seni şerîat ilgilendiriyor mu ilgilendirmiyor mu? İlgilendiriyor! Müslüman değil misin sen. Ee adam geldi İsmâîlağa’nın külliyesinin mescidinde yanında kaç kişi var.
İş adamı (A. İ.) “Bu konuşmayı duydum” dedi. Amerika’nın göbeğinde de olsa (konusunda) bir de konuşması var Mahmut Eren’in, yazı ayrı.
(O arkadaş şöyle anlattı:) “(Ben:) ‘Bu konuşmayı duydum gittim. Hoca efendi! Konuşabilir miyiz?’ (dedim.) ‘Konuşuruz.’ (dedi.) Çünkü adam çok zengin, çok yardım ettiği için böyle kibirlenip de ‘Hadi lan’ diyemediler ona.
Oturdu mescitte konuştuk, konuştuk bir saat belki sürmüş, o da çok tartışmacı bir çocuk mâşallah yâ bütün hocalardan fazla (mücâdeleci. Ona) ‘Sen okumuş olsaydın ilm-i kelâm, usûlü fıkıhta kimse seninle baş edemez.’ dedim.
Öyle bir zekî çocuk. Dedim ki diyor en son: ‘Peki bunların Müslüman olma imkânları var, Kur’ân’ı araştırma imkânı var, Kur’ân’ın İngilizcesi var, hadîslerin İngilizcesi her şey var.’
Peki dedi bana: ‘Sen Hristiyanlığı hiç araştırdın mı?’ soruya bak! ‘Şok oldum.’ diyor. ‘Ben niye Hristiyanlığı araştıracağım?!’ (dedim).
‘Peki niye araştırmadın?!’ (dedi.) Ben: ‘Şüphem yok ki dînimden îmânımdan.’ (dedim.) ‘Peki ya o Hristiyan da kendi dînini hak bildiği için İslâm’ı araştırma lüzûmu hissetmediyse.’ (demez mi?!)”
Bizzât bu Mahmut Eren’in kelimeleri! O zaman (buna göre) dünyâda cehenneme gidecek kimse kalmadı, çünkü Budist de kendini haklı biliyor, ineğe tapan da. İslâm’ı niye araştırsın?! İnekten hem süt alıyorum diyor hem de anam olsun ağzı olmasın, ineğe tapanın işi daha kolay, inek namaz emretmiyor oruç emretmiyor. Sihler mihler Hindûlar ne olacak ondan sonra.
Adama diyorsun ki “Ya o da kendini hak bildiği için İslâm’ı araştırma lüzûmu hissetmediyse o zaman niye cehenneme gitsin?! (Bunu bırak hocayı zerre kadar îmanı olan söyler mi?!) O zaman cehenneme giden kalmadı Amerika’nın göbeğinde de kalmadı, bir yerde de kalmadı Kur’ân ne söylüyor:
﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ ﴾
“Yahûdî olsun, Hristiyan olsun, Ehl-i Kitâb bile olsa İslâm’ı kabûl etmeyen, Rasûlullâh’ı tasdîk etmeyen ve Yahûdîlikten Hristiyanlıktan teberrî etmeyen cehennemde ebedî kalır, hiç çıkmaz.” (el-Beyyine Sûresi:6) diyor. Ee bu âyetler kime?! Bu âyetin muhâtabı yok (o zaman)!
Bunun üzerine biz bunlara reddiyeler yaptık ve dedik ki “Sen bu lafları demediysen gel, adam burada duruyor, şâhitleriyle berâber, sen böyle dedin.” Gelebildi mi?! Bir buçuk-iki seneye yaklaştı, kürsüden îlân ettim.
Şu anda Mahmut Eren kim? Bütün İsmâîlağa medreselerinin başındaki adam. Türkiye genelinde 81 vilâyette teşkilatlanmış, 81 vilâyette paralel yapı kurmuş.
Tabî şu an paralellikten çıktı, çünkü yapının tümünü o ele aldığı için artık paralellikten çıktı. Efendi Hazretleri sağ iken paralel yapıydı şimdi adam zâten işgâl etti, esas proje o!
Fikri Hoca vitrin. Onu çek, onu getir, onu götür. Kararları kim veriyor, râbıta bozulması karârı kimden çıktı? Hasan Efendi defnedilmeden râbıtanın Efendi’ye yapılması yasak kararları kimden çıktı? Hepsi ondan çıktı ve o kararlar uygulandı. Dolayısıyla arka planda ne var? Dinler arası diyalog projeleri var.
2 sene senin sitende böyle bir fetvâ duruyor “Hiçbir gâvur cehenneme girmeyecek!” Ne demek bu yâ?! O demek değil mi yâni?! “İslâm kötü tanıtılmış kardeşim.” (diyorsun).
YouTube, Telegram, Instagram benim elimde değil ki “İsrâîl” yazıyorsun kapatıyor, “Yahûdî” yazıyorsun siteni engelliyor, hepsi onların elinde tabî İslâm’ı kötü tanıtır.
Eee “İslâm’ı kötü tanıdı diye araştırmaya lüzum görmemiş, cehenneme gitmeyecek.” (diyorsun).
Var mı böyle bir din yâ Allâh Allâh?! Biz namaz kılıyoruz oruç tutuyoruz 5 yaşından beri Efendi’nin yanındayım “Şu günah şu haram.” Canım çıktı, ayaklarım nasır bağladı yâ.
Hâlâ cehenneme gireceğim, îmânsız ölürsem diye ödüm kopuyor. Oradan adam Yahûdî-Hristiyan cehenneme girmiyor yâ. Bu nasıl bir iş yâ, nasıl bir iş?!
Ben 6 şarta inanıyorum, öbürü 2 şart ile (cennete) gidiyor. Gâvura torpil mi var yâ?! Allâh gâvura torpil mi yaptı hâşâ da benim haberim yok yâ?! Bunlar bunu yaptı kardeşim!
Öbür teferruâtı saymakla bitiremem ama mesele ben bu işleri kürsüye taşıdım. Çıkışlarımız şerîattır, ilm-i kelâmdır, îtikattır. Ondan sonra talebe oradan çıktı geldi, kaç tâne talebe geliyor bize devamlı çıkıyor!
(Bir talebe:) “İncîl okuyabilir miyim?” dedi “Okuyabilirsin.” dediler medresede. Geçen gün yine bir talebe geldi “İncîl sipariş verdik medreseye.” dedi. Neymiş? İlm-i kelâm araştırmaları yapıyorlarmış.
Mahmûd Efendi Hazretleri’nden 80 sene 90 sene hizmet etti bu kadar hocalarımızdan biz 50 sene yanında durduk yâ medresede, İncîl bilmem ne getirip araştırma yapılır mı yâ?!
Kur’ân’ı daha bitirmedin, tefsirden haberin yok, hadis bilmiyorsun, bir şey bilmiyorsun, hangi hocayı yetiştirdin de İncil’i bilmem kıyâs yapıyorsun?!
Fetö’cüler bundan başka ne yapıyordu?! Bunlara biz “Talebe verilmez, yardım edilmez.” diyoruz.
Çünkü neden? İpin ucunun ana merkezde karar mekanizmasının kimin tarafından yönetildiğini ve bugün hâlâ bâzıları bu meselenin vehâmetini anlayamasalar da bunun nihâyetinde gelinecek noktanın Allâh muhâfaza tarîkatın bozulmasında kalmayacak yâni.
Mesele amelde kalmayacak, zâten amelde kalmadı. Niye? Bu fetvâ ne yâ?! Bir özür dilendi mi? Yok. “Bu adam çıkarılsın.” (diyoruz.) Çıkarılıyor mu? Çıkarılmıyor. Sen bu görüşü söyledin mi, söylemedin mi? Gel yüzleşelim, geliyor mu? Gelemez.
Çık o zaman de ki “Ben burada yanlış konuştum, bu böyle değildir. İslâm’ı araştırması lâzım, incelemesi lâzım, imkânları var, bu imkânlarını kullanmadan ölen cehennemde ebedî kalır.” Bunu de o zaman.
Biz bunları iki senedir konuşuyoruz çıt yok, ancak “Cübbeli iftirâ ediyor, Cübbeli şovmen, Cübbeli bilmem ne.” (diyorlar.)
Kardeşim ben sana kaşına kirpiğine hakāret ederek konuşmuyorum, sen de bana ilmî konuş. Şâhitlerim, delillerim ile anlatıyorum, sen sâdece hakāret ediyorsun, zâten hakāret etmen neyi gösteriyor? Elinde delîlin olmadığını gösteriyor.
Elinde delîlin olsa benden beter sen de uzun uzun konuşursun, hatipliğin benden fazla. Yâni mesele hak meydanda!
İsmâîlağa’nın Sitesinde İki Sene Duran Yanlış Fetvânın ve Sonrasında Tam Tersi Şeklinde Değiştirilen Fetvânın Resimleri


Cübbeli Ahmet Hoca’nın Bahsettiği Medreseye İncîl Sipariş Edilmesi Husûsunda Şâhitler Çok Olsa da Şimdi Getireceğimiz Delil Sizlere Yeterli Olacaktır
Mehmet Albayrak: “Selâmün aleyküm. Abdullâh Hoca’nın Twitter’ına gelen bâzı eleştiriler hakkında cevap vermek isterim. ‘Mahmut Eren’in kursunda İncîl var mı, yok mu?’ sorusu var.
Mahmut Eren’in kursunda okuyan bir arkadaşım var, Geçenlerde berâberdim, masada da 4 kişiydik, aynı kendisine bu soruyu sordum, kendisi de bana evet olduğunu, bâzılarının da onu sipariş verdiğini açıkladı. ‘Neden medresede İncîl var?’ dediğimde bana kâfir bir insan ile konuştuğum zaman onunla iletişime geçtiğim zaman bunları bilmem gerektiğini ve okumam gerektiğini yâni İncîl’in nerede yanlışları olduğuna dâir böyle bir açıklama yaptığını söylüyorum sizlere.
Gerekirse isim de veririz, gerekirse bu duyduklarımı Kur’ân-ı Kerîm’e el basıp lânetleşmeye de hazırım, hani hiç problem yok, tek tek isim de verebilirim ama vermiyoruz teşekkürler.”
Muhittin Ödemiş’in Talebesi Olan Bu Şahsın Haram Olan İncîl Okumayı Helâl Göstermesi ve Normalleştirmesi
HÂTİME (SON SÖZ)
İşte bütün bu delillere dayanarak İbrâhîm Efendi (Sellemehullâh) Hocamız başta olmak üzere Şûrâ-i Müceddidiyye hocaları ve yetiştirdikleri on binlerce hoca efendi ve Efendi Hazretlerimiz’in “Bunların sözü benim sözümdür.” ayrıca “Bunların râzı olduğundan râzıyım, râzı olmadıklarından râzı değilim.” buyurduğu Peçeli Âişe Hoca Anne, Kumrulu Fâtıme Hoca Anne ve Mahmûre hocalar ve cümlesinin yetiştirdiği on binlerce hoca hanımlar, ilâveten yüz binlerce ihvân-ı kirâm ittifak ile
“Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in son şeyh olduğu”,
“Vekillerle yolunun yürüyeceği”,
“Nisbetinin Hazret-i Mehdî’ye ulaşacağı”
“Feyizlerin bütün velîlere ondan gelmeye devâm ettiği” husûsunda ittifak etmişlerdir.
Yine Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in “Benden sonra başvekîli cemâat seçer.” buyruğuna ittibâen başlarına cemâatin emîri olarak Efendi Hazretlerimiz’in çok sevdiği, en çok mektubu kendisine yazdığı ve bir mektûbunda:
“Bu fakîrin ve Efendi Baba’sının çok çok sevgili ciğer pâresi ve hattâ Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri’nin dahî merzîsi ve makbûlü birâderim İbrâhîm! Bu fakir sizin büyük adam olacağınızı zannediyordum ama Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri benim zannımdan daha ziyâde rütbe vereceğini anladım.” (Mektûbât-ı Mahmûdiyye, mektûb rakamı:143; sh:213) buyurduğu zâtı emir seçmişlerdir.
1957’de Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in vesîlesiyle Alî Hayder Efendi Hazretleri’ne intisâb şerefine nâil olmuş hoca efendi kuvvetli hâfız, iyi bir âlim ve ziyâde takvâ sâhibi olmaktan öte Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in emr-i bi’l-ma‘rûf usûlüne dikkat ile riâyet eden sâlih zatlardan ve ümmetin velîlerindendir.
Aslen Kayseri Yahyalı’dan olmakla berâber en son vazîfe yaptığı ve seksen ihtilâlinde ağır işkencelere mâruz bırakıldığı Denizli’de uzun yıllar şerîatı ve tarîkatı ihyâ etmesi îtibârı ile “Denizlili İbrâhîm Efendi” olarak bilinmektedir ki tevâzuu, insan ilişkileri ve ihvân hizmeti cihetinden Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in vekilleri arasında ondan daha kıdemlisi ve fazîletlisi bulunmadığı için bütün ulemâ ve ihvân nezdinde bu seçim kabûl görmüş ve kendisine sahte şeyh arayanlar dışında kimsenin buna îtirâzı olmamıştır.
Nitekim kendisinin: “Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in son şeyh olduğu ve râbıtanın Hazret-i Mehdî’ye kadar ona devâm edeceği” şeklindeki beyanları ve bunu Hasan Efendi Hocamız’ın vefâtından altı ay kadar önce îlân ettiği geride zikredilmiş olup bunun videosu da mevcuttur.
İbrâhîm Efendi Hocamız’ın beyânı vechile: “Bu kervan yürüyecektir.” Bu hususta kimse şüphe etmemelidir.
Mühim Bir Duyuru
Bu eserin te’lîf hakkı hiç kimseye âit olmayıp sâdece Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin rûhâniyetine mahsustur, bu yüzden eline geçen herkes çoğaltıp dağıtabilir.
Emeği geçen kadın erkek hoca efendiler bu eserden bâzı şeyleri alıp diğerlerini terk ederek yanlış mânâ çıkaranlara haklarını helâl etmemektedir, ayrıca bunu satarak para kazanmaya yeltenenlere de bedduâ etmektedirler.
Allâh-u Te‘âlâ bu eseri okuyup okutanlara, tabedip neşredenlere bu tarîkat-ı aliyyeyi muhâfazaya vesîle oldukları için Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in ve silsile-i meşâyihımızın dünyâda himmetlerini, âhirette şefâatlerini nasîb eylesin. Âmîn!
Yoldan inhirâf edenleri de bir an önce Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in vasiyetlerine dönmeye muvaffak eylesin, dönüşü ve ıslâhı mukadder olmayanların şerlerine kifâyet eylesin. Âmîn!